"DİNÎ GÖRÜNÜMLÜ" GRUPLARI ANLAMA KILAVUZU – MADDE 1

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Özellikle kısaca "Korona süreci" olarak adlandırılan sosyal ve ekonomik hayâtın kısıtlanmak zorunda kalındığı süreçte sosyal medya, "denize düşenin sarıldığı yılan" misâli, işgâliyetini arttırdığı için, herkes moderatör ve herkes konuk" oldu.

28 Haziran 2020 târihli “Dinî görünümlü grupları anlama kılavuzu – Giriş” başlıklı yazımda, aslında din ile pek ilgisi olmasa “dinî” gibi gözüken grupların “aksesuar dindarlığı”ndan bahsetmiş ve bu grupların zararlarından korunmak için bâzı başlıkları kısa maddeler hâlinde yazmıştım. Bugün bu maddelerin ilkiyle devam edelim.

Madde 1

İçinde bulunduğumuz şartları kısaca “at izi it izine karışmış” şeklinde tasvir edebiliriz. Özellikle sosyal medyanın azgın sınırsızlığı ve iz bırakan çamur atıcılığı, kimin ne olduğunu anlamada zorluklar çıkarabiliyor. Bu vesileyle, sosyal medya konusundaki kanun düzenlemelerinin ivedilikle hayata geçirilmesinde yarar gördüğümü belirtmek isterim.

Özellikle kısaca “Korona süreci” olarak adlandırılan sosyal ve ekonomik hayâtın kısıtlanmak zorunda kalındığı süreçte sosyal medya, “denize düşenin sarıldığı yılan” misâli, işgâliyetini arttırdığı için, herkes moderatör ve herkes konuk” oldu. Elbette “dinî görünümlü gruplar” bundan geri kalamazdı. Durumdan vazife çıkarıp “her düğünde halay başı, her cenâzede gözyaşı” olmayı çok iyi güzel beceren bu gruplar, “mârifet” kavramını yanlış anladıkları için, hünerlerini sergileme konusunda “sertifikalı eğitim” furyasına katılabilirler.

Bu kadar göz önünde olunca, bu gruplara temas etme, onlarla şu ya da bu şekilde iletişime girme ihtimâli de artmaktadır. Bu temas ve iletişim, semt pazarındaki zerzevat tezgâhına bakıp geçmek kadar basit olmamaktadır. Zira, bu temas ve iletişimin “birey tarafı”, bu grupların çekim alanına girdiklerini anlamakta ve ona göre davranmakta zorluk çekebilir. Zâten mesele, “birey tarafı” olan kişinin fazla “bireysel” olması ve kendini yalnız hissetmesi karşısında girdiği arayıştır. Yalnız kalan kuzuyu kurdun kapması böyle bir şeydir.

İster kendi irâdesiyle, ister gayriihtiyârî bir şekilde olsun, herşeyden önce, bu gruplarla bir şekilde temas eden kişinin, sabırlı, temkinli ve sorgulayıcı olması gerekir. İlk temasta olumsuzluk hissedilirse ne alâ! Bir daha görüşülmez, olur biter. Tıpkı alışverişte aradığımız ürünün yok olduğunu anlayıp mağazadan çıkmak gibi, uzaklaşmak kolaydır. Ama olumsuzluk hissedilmezse temkinli olmak şarttır. Ne istediğimizi ve aradığımızı bilerek girdiğimiz, ama neticede satın alsak bile gerektiğinde kolayca kurtulacağımız bir kıyâfeti aldığımız  mağazada bile farklı model, farklı beden ve farklı renklere bakarken, belki hayâtımızın o günden sonrasını değiştirecek bir iletişimde dikkatli olmalıyız. Duygusal ve romantik ilişkilerde birden samimi olup kaynaştığımız insanlar olduğu gibi, bu gruplar ne olduğunu anlamadan "bizden" demeye başlayabilirler.

“Bizden” olmak

Sonraki maddelerde daha teferruatlı şekilde ele alacağım gibi, dinî görünüşlü grupların maddiyâta bakışları ile “bizden” olmak arasında dialektik bir ilişki vardır. Sanki maddiyata önem verilmiyormuş ve “sonsuz bir kabul ediş” tavrı gösteriyorlarmış gibi, savunma yapması zor bir çekim gücü söz konusudur. Bu gruplarla temas edilirken aracı veya vesile olan kişinin de güvenirliği dikkate alınarak, başlangıçta rasyonel bir süreç geçirilmesinde yarar vardır.

Sahtekâr tezgâhtarların “senin güzel hatrın için” deyip, sanki fiyat kırıyormuş gibi yapmalarına benzer bir durumun yaşanması kuvvetle muhtemeldir. Bu “güzel hatrın” kulağa hoş gelmesine kanmamalı ve bu hatrın nereden geldi sorgulanmalıdır.

Başka bir örnek vermek gerekirse, çapkın ve hovarda bir erkeğin, peşinden koştuğu her kadına “sen başkasın” ya da “sen daha öncekilere benzemiyorsun” ezberini tekrarlaması gibi, bu grupların söylemlerinde de, kulağa hoş gelebilecek ifâdeler mevcuttur.

Her “yeni çevre” iyi mi?

Yalnızlığına çâre bulmak için yeni bir sosyal çevreye girmek isteyen kişiye doğrudan söylenmese de satır aralarında “farklı” olduğu, “diğerlerine benzemediği” söylenebilir. İltifattan hoşlanmak da gâyet insânî bir zaaf olduğu için, bu sözlerden etkilenip câzibeye kapılmak içten bile değildir.

Yeni sosyal çevrede kısa sürede yaşanan değişim, ilk zamanlar kişiye hoş gelebilir. Hatta bu grubun o kişiyle ilgilenme görevi verilen üyeleri tarafından da dillendirilebilir. Ama bu kesinlikle bir ustanın çırağına ya da bir öğretmenin öğrenciye “aferin” demesi gibi değildir. Elbette hiçbir sosyal çevre mutlak anlamda ne kötü ne de iyidir. Ancak bu “Doğan görünümlü Şahin” uygulamasını çok iyi yapanların, iyi(!) (yâni iyi gibi gözüken) tarafları çok çabuk bittiği için, sosyal çevre bu kısa zamanda ne kadar hâkimiyet kazanırsa kâr sayar. Buna kısaca “vur-kaç” veya “kap-kaç” demek mümkündür.

Hengâmeyi okumak

Bu gruplar, “fast-food” kültürünün bir tezâhürü oldukları için, değil uzun vâdede, orta vâdede bile kişiye vereceği bir şey olmadığı için “yıka ve çık” metoduyla hareket ederler. Bu gruplar içinde yaşanan koşuşturma ve hengâme, bunun en bâriz belirtisidir. Herkese bir görev verilmiş ve herkes bu göreve dört elle sarılmış gibi yapılan bu koşuşturma, bir hastanenin âcil servisine giren hasta yakını gibi, insanın aklını başından alabilir.

İşte bu hengâmeyi okumak ve anlamlandırmak için temkinli olmak gerekir. Buna eskiler “ağır olmak” derler. “Ağır ol da molla desinler” sözü de bununla bağlantılıdır. Kişi biliyorsa konuşmalı ve soru sormalı, bilmiyorsa susup ârif gibi davranmalıdır ki, o kişiyle “ilgilenme görevi” verilen kişiler, kancalarını takacak yer bulamasın.

Yalnızlıktan muzdarip olan ve yeni çevre arayışı içine giren kişinin bu gibi gruplarla temas ederken, kulağına küpe etmesi gereken bir gerçek vardır ki, hiçbir grup alternatifsiz değildir ve bu grupların her hangi birine kabûl edilmek cennetin kapılarını açmadığı gibi, reddedilmek de dünyânın sonu ve cehenneme atılan ilk adım değildir.

Musibetin değeri

Elbette her şeyde olduğu gibi yaş, tecrübe, birikim ve arkadaş çevresi çok önemlidir. Özellikle gençliğin verdiği heyecan ile sabırsız davranmak, bin nasihatten daha değerli musibetlere sebep olabilir. Her şeye çabuk ve zahmetsiz ulaşmanın kültürümüze olumsuz bir öge olarak yapıştığı çağımızda bu sabrı ve temkini göstermek kolay değildir.

Eskilerin dediği gibi “Allah iyi insanlarla karşılaştırsın” deyip, yaşanan olumsuz şeylerin, acı da olsa bir kâr hânesine yazılması dileklerimle bu maddeyi şimdilik bitireyim. Başka bir konuyu ele almak elzem olmazsa, gelecek yazıda Madde 2 ile devam edeceğiz.