"DİNÎ GÖRÜNÜMLÜ" GRUPLARI ANLAMA KILAVUZU – MADDE 8

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Menkıbeler âdeta paketinden çıkartılıp ısıtılarak hemen yenebilen hazır yemekler gibidir.

Bu yazı dizisinin üzerinde en çok yazılacak maddesine gelmiş bulunuyoruz. Bu maddenin diğer bir özelliği ise, diğer maddelerle olan ilgisinin çok fazla olmasıdır. Öyle ki, diğer maddelerden bahsederken bu maddeye giriş yapabilir ya da bu maddeyi konuşurken diğer maddelere değinebiliriz.

Her sosyal grubun kendi içinde kullandığı kelimelerin şekillendirdiği bir dili ve söylemi vardır. Kelime ve kavramlara yüklenen özel anlamlar, grup içindeki iletişimi kolaylaştırır ve bir iç samimiyet oluştururken, dışarıdan bakan biri için grubun söylemi hakkında ipuçları verebilir. 

Bu maddeye özel bir alt başlık koymam gerekseydi, kelimeyle “menkıbeler ve kerâmetler” diyebilirdim. Menkıbeler, bir kültürün sözlü târihini yansıtması açısından önemli görevlere sâhiptir. Efsâneler, destanlar gibi büyük anlatılarla aynı gruba koyabiliceğimiz menkıbeler, genellikle dinî tarafı ağır basan kültürel motifleri aktarmada ve verilmek istenen mesajı kısaca ve akılda kalıcı şekilde aktarmanın bir aracıdır. 

Menkıbeler âdeta paketinden çıkartılıp ısıtılarak hemen yenebilen hazır yemekler gibidir. Bu yüzden bu kolaycılık zamanla kurtulması imkânsız bir tuzak hâline gelebilir. Hem anlatanı hem de dinleyeni kendi içine çekebilir. Özellikle tasavvufî çevrelerde karşılaşılan menkıbe kitaplarını, popüler kültürün “kişisel gelişim” kitaplarına benzetebiliriz. Bu kitaplarda her okuyanın hoşuna giden, içini rahatlatan şeyler vardır, ama kolaycılığın kurduğu tuzak, bunların eyleme dönüşmesini engeller.

Peri masalı

Menkıbeler, tıpkı ilaçlar gibi, dozunda kullanıldığında işe yararken, yarım doktorun candan etmesi gibi, yanlış ve aşırı dozda kullanılması durumunda, dinleyenlerin iç dünyâsının pembe peri masallarının yaşandığı ve gerçek hayattan kopuk bir ortama dönüştürebilir. Dinleyen kişi, genellikle okumaya da üşendiği için, menkıbeleri anlatan kişinin uygun gördüğü bağlamda anlama yanlışına düşer. Menkıbenin başka bir bağlamda gerçekleşen ya da hayal edilen bir olay üzerine oluşturulmuş olduğu gerçeğini dikkate alamaz. Bu da, bir önceki maddede ele aldığım “düşünme” ve “bireysel anlamlandırma” sürecinin başlaması engeller. 

Menkıbelerin farklı isimlere atfedilerek anlatılması gibi bir durum da söz konusudur. Ehil olmayan bir konuşmacının bir sözün âyet-i kerime mi, yoksa hadis-i şerif mi olduğunu bilmeden konuştuğu ortamlarda çoğu kurgu olan menkıbelerin farklı isimler üzerinden anlatılması kaçınılmazdır. Bu aynı fıkranın bâzen Karadeniz, bâzen Kayseri, bâzen de yahudi tüccar fıkrası olarak anlatılması gibi, yaygın bir durumdur.

Usta bir öğretmenin dersi rahatlatmak ve öğrencileri dinlendirmek için uygun aralıklarla ve dozunu iyi ayarlarak  anlattığı fıkraların pedagojik bir işlevi olduğu gibi, menkıbelerin işlevleri de inkâr edilemez. Ama dersi yapacak birimi olmayan bir öğretmenin zaman geçirmek ve öğrencilerin beğenisini kazanmak için derste gırgır yapması kabul edilemez.

Menkıbe şarampolü

Menkıbelerin anlatıcıyı konudan koparıp fikri tâkibi zorlaştırma gibi bir tehlikesi de vardır. Viraja yüksek hızda girip direksiyon hâkimiyetini kaybeden sürücü gibi, sohbetin “tatlı ama daldan dala” şeylerin konuşulduğu bir hâle gelmesine sebep olur. Sohbet dağılınca herkes kendince bir şey almıştır, ama dinleyicilerden bâzıları ilk on dakikada, bâzıları da son beş dakikada kalırlar.

He ne kadar menkıbeler, birbiri ardına hatırlanan fıkralar veya şarkılar gibi olsa da, aynı hatip bir süre sonra tekrârâ girer. Bu, ilk defa sohbete katılan kişinin hatrına yapılan bir tekrar olabileceği gibi, bâzen hatibin yetersizliğinin bir sonucudur. Aynı menkıbe daha önce başka bir bağlamda anlatılmışsa ve iki bağlam arasındaki bağlantı kurulamazsa, sohbet anlamsızlaşırken verilmek istenen mesaj da kaza kurbanı olabilir.

Menkıbe uydurma

Dinî görünümlü bir grupta menkıbe anlatımı ve çok menkıbe bilmek dikkat çekiyorsa, bâzı kişiler, lafı bir menkıbeye bağlayıp konuşma hevesi içinde olabilirler. Hatta bunu yaparken tiyatral yeteneklerini de sergileyebilirler. Yeni bir menkıbe öğrendiklerinde bunu paylaşmak için birbirini arayanların sayısı hiç de az değildir. Sosyal medyada yapılan paylaşımlarda, menkıbelerin kullanıldığı hepimizin mâlumudur.

Ancak sohbeti menkıbe anlatımı kolaycılığına kaçarak yaparlardan daha tehlikelisini yapanlar vardır. Bu kişiler, menkıbe uydururlar. İlk anlatıcının kendileri olmasını sağlayıp menkıbe dilden dile dolaşırken kendisinden bahsedilmesi, bu kişilere grup içinde bir popülerlik kazandırır. Bizzat şâhit olduğum sıradan bir olayın bir gün sonra kerâmet gibi anlatıldığınıduyan biri olarak söylüyorum ki, bu menkibeler, kerâmet gibi anlatıp grubun başındaki kişiyi yüceltmek için anlatılıyorsa, bilinmelidir ki uydurmadır ve anlatan kişi "tek şâhit" olarak "sâdece ben gördüm" ya da "sâdece bana söyledi" demek için uyduruyor ve kendine hisse çıkartıyordur. 

Menkıbe ve kerâmet

Kerâmet ve menkibe anlatımı, kendi bağlamında işleve sâhiptir. Kerâmetlerin açık açık anlatılması gerçek tasavvufî çevrelerde pek hoş karşılanmayan ve hatta gizlenmesi gereken bir tecrübedir. Kerâmetler, yaşayan ve şâhit olan kişi veya kişileri bağlar. Menkıbelerde de çoğunlukla kerâmetler konu edildiği için, yanlış bağlam, yanlış ortam ve yanlış kişilere aktarılırsa, tasavvufun en temel kuralı olan “kâl ilmi değil, hâl ilmi” olma özelliğine zarar verilir. Tasavvuf sâdece belli bir yerde toplanıp hikâyelerin anlatıldığı ve gerçek hayâta hitap etmeyen bir yaşam biçimi hâline dönüştürülmüş olur. Bunun en tehlikeli sonucu da şudur ki, İslâm’ın teorik seviyesi olan şeriatın uygulamaya geçirilme yolu olan tarîkat ve tasavvuf kurumu, doğru âletin yanlış ellere düşmesine benzer. 

Kerâmetler, peygamlerlerin mucizeleri gibi, aklın açıklamakta âciz kaldığı hâdiseler oldukları için, aşırı dozda menkıbelerle doldurulmuş bir söylem ve bu söyleme mâruz kalan kişiler, aklın ve düşünmenin arka plâna itilmesine ve “mutlak itaat” sarmalına girilmesine sebep olabilir. 

Peygamber Aleyhisselâm’ın yirmi üç yıllık nübüvvet hayâtından aktarılan mucizelerin bir elin parmağını geçmeyecek kadar az olması da göstermektedir ki, mucizelerle peygamberlik olmadığı gibi – kerâmet ve menkıbelerle de mürşitlik, kutupluk, gavslık olmaz. 

Yapabilse âyet bile uydurmaya müsâit kişilerin, hadis uydurduğu ve bunları sahihmiş gibi anlatıp kendi söylemlerine dayanak yaptığı ortamlarda, bu kurmayacaları dinlemeye alışan kişiler, zamanla önce âyet ve sahih hadislerinden, sonra da uydurma hadislerden bile uzaklaşırlar. Bundan sonraki süreçte önce merhum isimlere atfedilen menkıbeler, daha sonra da yaşayan kişilere insanüstü bir kisve oluşturmak için anlatılan menkıbeler söyleme dâhil edilir. İşte bu da, bu grupta dinin sâdece görüntüde olup esasta olmadığını gösterir.