EFSANEYİ YAŞARKEN

Mehmet Arif DEMİR
Bu hafta sonunda Edirne Sarayiçi'nde tarihimizin yaşayan en büyük efsanelerinden birisine daha tanıklık edeceğiz.

Bu hafta sonunda Edirne Sarayiçi’nde tarihimizin yaşayan en büyük efsanelerinden birisine daha tanıklık edeceğiz. Kırkpınar Yağlı Pehlivan Güreşleri’nin ufak tefek kesintilerle (savaş ve sıhhi şartlarının getirdiği zaruretlerden kaynaklı) günümüze kadar altı buçuk asırdan fazladır (661.’si bu sene) devam etmesi ve güreş severlerin bu festivali her sene daha büyük bir coşku ile beklemesi bile efsanenin büyüklüğü konusunda bir fikir veriyor gören gözlere, hisseden kalplere.

Pandemi şartlarının neredeyse tamamen geride kalmasıyla seyirci kısıtlamasıydı, maskeydi, mesafeydi derdi olmadan şöyle rahat rahat iştirak edebileceğiz, izleyebileceğiz pehlivanları hayırlısıyla.

Yaklaşık iki ay önce idrak ettiğimiz Ramazan Bayramı ertesinde hız kazanan mahalli yağlı güreş turnuvalarında iddialı ve nam salmış birçok güreşçi çıktı çayıra. Çok yaman kapışmalar oldu yurdun dört bir yöresinde. Daha ziyade Akdeniz ve civarındaki güreşler çok heyecanlı oldu bu sene de. Marmara ve Ege’deki belediyeler sağ olsunlar çok güzel güreş organizasyonları düzenlediler Kırkpınar öncesi. Kocaeli’den başlayarak Yalova, Bursa, Balıkesir, Denizli güreşleri vardı geçtiğimiz ay içerisinde altın kemerler havada uçuştu, yenen yenene, güreşen güreşeneydi Anadolu’nun yiğit ve mert evlatlarıyla dolu çayırlarında.

Gedikli başpehlivanlar Ali Gürbüz, İsmail Balaban, Orhan Okulu gibi marka isimlerin yanında güçlü, kuvvetli, tuttuğunu deviren yeni nesilden namzetler de boy gösterdi çayırlarda. Geçen hafta Bursa Nilüfer’de Mustafa Taş, Bodrum’da Ali Yanatma herkesi yenip madalyaları taktı boynuna.

Tarihi kaynaklarımıza göre, Osmanlı’nın Rumeli’ye yaptığı seferlerin birinde şu anda Yunanistan hudutlarında kalan Samona’da 1357 yılında başlayan Kırkpınar Efsanesi dünya spor ve kültür tarihinin köşe taşlarından birisi haline geldi aradan geçen asırlarda. Orhan Gazi’nin oğlu Gazi Süleyman Paşa’nın “kırk yiğit”i seferden dönerken mola verdikleri yerde, formda kalmak, hamlamamak için aralarında güreş atarlar ve yene-yenile en sona Ali ile Selim kardeşler kalır, gündüz başlayan güreş meşalelerin, fenerlerin ışığında gece de devam eder. Sabaha karşı iki kardeş yorgunluktan son nefeslerini verirler ve çayırın ilk güreş şehidi olarak tarihe geçerler. Onların defnedildiği yerde daha sonra bir pınar doğar ve çevre halkı buraya “Kırklar Pınarı” adı verir. İşte taa o günlerden hatıra bu efsane güreş organizasyonu biz necip Türk Milletine.

Mekan, organizasyon, ödül, katılım, PR açısından elbette şu andakinin çok ötesinde şeyler yapılabilir, yapılmalıdır da ama bize düşen geleceği planlarken bugünü ıskalamadan, bugünün keyfini, tadını da sonuna kadar çıkartmak olacaktır. Bakanlık ve Belediye ellerinden geleni yapıyor mevcut şartları iyileştirmek adına ama yetmiyor. Güreş çayırı Cumartesi-Pazar günleri herkesin kafasına göre takıldığı, denetimi olmayan, önüne gelenin elini kolunu sallayarak girip çıktığı “halk pazarı” kıvamı alıyor.

Öncelikle buna dikkat ederek başlayabilir bu seneki organizasyon. Dağıtılan akreditasyon kartlarına kimse riayet etmiyor. Baş güreşi devam ederken Başaltında galip gelen pehlivanın taraftarları çayıra doluşup hurra yapabiliyor ve kimse “dur bakalım” demiyor, diyemiyor. Geleneksel sporlarda sanki kurallara uymamak, kafaya göre takılmak racondanmış gibi bir yaklaşım var ki doğru değil. Altın Kemer’in hedef olduğu güreşlerde pehlivanların sponsorları, kulüpleri, memleketleri, hemşehrileri mekanın sahibi biziz edasında oluyorlar ve organizasyonun görevlilerini kale almıyorlar genellikle belki çayırın güvenliğini özel güvenlikçilerden alıp Emniyet Müdürlüğü emrine vermek daha doğru olacak bundan böyle.

Güreşçilere “Allah derman versin” deyip hafta sonunu iple çekiyoruz.