EGE VE ADALAR SORUNUNA İLİŞKİN KALICI BİR BARIŞ ÇOK MU ZOR?

Umut HACIFEVZİOĞLU
Tüm Yazıları
Peki, Ege adalarının statüsü hangi anlaşma ya da anlaşmalarla belirlendi?

Doğu Akdeniz’de doğal kaynakların keşfedilmesiyle birlikte Akdeniz ve Ege’ye ilişkin hâkimiyet alanları sorunu tekrar gündeme geldi. Türkiye’nin Yunanistan’ın tezini kabul etmesi durumunda söz konusu denizlerde alan hâkimiyetine ve münhasır ekonomik bölgelerden elde edilebilecek kaynaklara sahip olması olanaklı görünmüyor. Sadece bununla kalınmayacak; bir Türk denizcisi Ege ya da Akdeniz’e açıldığında balık avlamak için dahi Yunanistan’dan izin almak zorunda kalacak. Yunanistan kendi tezlerini savunurken Türkiye ana karasının, deyim yerindeyse, dibinde bulunan küçük adalarını temel alıyor. Peki, Ege adalarının statüsü hangi anlaşma ya da anlaşmalarla belirlendi? Söz konusu adaların statüsünün belirlendiği ve Ege’yi ilgilendiren çeşitli anlaşmalar kronolojik olarak  şu şekilde sıralanabilir: 1829 Edirne Antlaşması, 1830 Londra Protokolü, 1913 Londra Antlaşması, 1913 Atina Antlaşması, 1914 Tebligatları (Londra), 1923 Lozan Barış Antlaşması, 1936 Montreux Boğazlar Sözleşmesi ve 1947 Paris Barış Antlaşması. Türkiye ile Yunanistan arasında Akdeniz ve Ege bağlamında süregiden sorunları dikkate aldığımızda anılan antlaşmalar her iki ülke arasında kalıcı bir barışı olanaklı kılacak içerikten yoksun görünüyor.

***

Alman filozof Immanuel Kant, hem Fransız Devrimi’nin iç gelişmelerini hem de Fransa ve Prusya’nın aralarında yaptıkları Basel Barış Antlaşması’nı dikkate alarak 1795 yılında kaleme aldığı Ebedi Barış Üzerine Felsefi Deneme adlı denemesinde ebedi barışın nasıl sağlanacağına ilişkin düşüncelerini ortaya koymuştu. Filozof söz konusu denemesini sömürgecilik faaliyetlerinin devam ettiği ve emperyalist devletlerin zayıf ülkeleri güç yoluyla ilhak ettiği bir dönemde yazdı. Kant’ın gözünde, “içine gizlenmiş –saklı- yeni bir savaş nedeni –malzemesi- bulunan hiçbir antlaşmanın” bir barış antlaşması olması olanaklı değildi. Böyle bir antlaşma, bütün düşmanlıkların sona ermesi anlamına gelecek olan barış değil, ama olsa olsa bir mütareke, bir silah bırakışması olabilirdi. Tam da bu nedenle böylesi bir barışa kalıcı sıfatını vermek, kuşku uyandıran boş bir sözden başka bir şey olamazdı. Özetle bir barış antlaşması, ileride doğması olası bütün savaş nedenlerini ortadan kaldırmalıydı. Kant’ın gözünden Ege ve adalar sorununu değerlendirdiğimizde Türkiye ile Yunanistan’ın onca antlaşmaya rağmen kalıcı bir barışı olanaklı kılacak bir zeminde buluştukları söylenemez. Böylesi bir durum iki ülke arasında ileride daha büyük sorunların yaşanmasına neden olacak gibi görünüyor. Oysa buna ne gerek var! İki uygar ülke bir araya gelerek aralarındaki anlaşmazlıklara kalıcı bir çözüm getirebilirler. Son günlerde basında yer alan haberleri dikkate aldığımızda Türkiye’nin sorunların müzakere edilmesinden yana bir tutum sergilediği ortada. Yunanistan’ın da benzer bir tutum sergilemesini umalım.