EĞİTİM BAHÇESİ

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Bir eylül sabahı, suya doymuş nemli çimlere basarken yeşilin koyusundan kahverenginin koyusuna envaiçeşit renge bürünmüş yapraklar ilişiyor gözümüze. Bir yaşam dönemini hakkıyla tamamlamanın hafifliğiyle yapraklar, toprakla buluşmak için yarış halinde.

Neredeyse akraba olduğumuz ağaçlarımızın gövdeleri sararmış, meyveleri yok artık. Kirazın vakti çoktan geçmiş, iri siyah dutlardan da eser yok. Tadına doyamadığımız kaysıları, hiçbir karşılık beklemeden sunan ağacın solgun yapraklarına inat yeşilin en taze rengindeki mandalinanın yaprakları dimdik ayakta. İlk formunu yakalamış üretim halindeki mandalinaları sıkı biçimde koruyorlar. Dalından yere düşen solgun yapraklar kadar yeryüzü ile ilk defa buluşmanın ve yerden yükselmenin heyecanı içinde olanlar da var.

Gidenler kadar gelenlerin de olduğu bahçedeki bu muazzam dönüşümü kalemin ucuna dökelim diye düşünürken sokakta duran okul servisine binen çocuk, algı ve düşünce alanımızı yaprakların hışırtısından uzaklaştırdı. Bir okulun eğitim bahçesinde yeşermeye doğru yola koyulan çocuğu izledik. Daha okulun ilk haftasında sırtında taşıdığı kocaman çantanın ağırlığı ile zorla yürüyen mutsuz bir çocuk. Bir öğretmenin çekim merkezine doğru yol alması gereken öğrenci acaba neden mutlu değil ve daha okulun yeni bir yaşam dönemine başlarken heyecanını yitirmiş. Acaba dönüşümün neresinde bu çocuk? Dimdik ayakta olması gereken öğrenme merakı, beceri kazanma isteği, arkadaşlarıyla oynama arzusu, neden bir yaprak misali sararmış ve solmuş?

Öğrenme Gönül İşidir

İnsanlığın ulaştığı bilgi birikiminin yükünü yeni nesillere aktarmayı öylesine abarttık ki çocukların bellerini büktük ve kendi gerçeklerini ihmal ettik. Toplumda arzu edilen bir rolü kapmaları için verdiğimiz mücadeleyi, onların yaratılıştan getirdikleri yatkınlığı, çeşitliliği ve zenginliği keşfetmek için vermedik. Onları standart bir forma sokmak için körelttik adeta. Eğitim bahçesinde tüm ağaçlar aynı meyveye dönüşsün istedik.

  Öğretimin daha çok zihinsel bir işlev, eğitimin ise bir olgunlaşma ve beceri kazanma süreci olduğuna değinmiştik. Evet, öğrenme zihinden gönle inmedikçe ezberin ötesine geçip kalıcı olamıyor. Yani öğrenme bir gönül işidir. Davranışa dönüşen öğrenme için zihinsel süreçler ve aklın işin içinde olması gerekli ama yeterli değildir. İllaki gönül eşlik etmeli öğrenmelerin kalıcı olması için.

Eğitim ve öğrenim sürecine gönül eşlik ederse Milli Eğitim Bakanımızın, bir konuşmasında pek güzel değindiği gibi ‘her çocuğun kendi içinde gizlediği müfredatı’ yakalamış, ona özel bahşedilen cevheri açığa çıkarmış oluruz. İşte eğitimin asıl amacı, işlevi ve önceliği budur: Çocuğun içinde saklı, ona özel sır dolu kıymetlerin ortaya çıkmasını ve kendisini gerçekleştirmesini sağlamak, onun gelişmesini kendi hakikatini ihmal etmeden gerçekleştirmek.

Talep Eden Öğrenciler

Elbette insanlığın ulaştığı bilgi ve beceriyi kazanmak, toplumsal yaşam için gereklidir ve önemlidir. Ancak âlemin küçük bir numunesi olan insanın kendine özel yoluna, yolculuğuna ve gönlüne nakşolan müfredata ulaşmadan onu eğitim bahçesine koşan ve talep eden bir öğrenici haline getiremeyiz. Her biri farklı tat veren bir meyve istidadında olan çocuklarımızı, tek bir meyve olmaya zorlamak onları aslından uzaklaştırdığı gibi hedefleneni yakalamayı da engeller.

Çocukların hayatlarına biçim verme derdiyle kalplerini ihmal eden öğretmenler, kendi hayallerindeki başarıyı çocuklarında görmek isteyen anne-babalar, her yeniliğe refleks olarak karşı çıkmayı maharet sayan eğitim bürokrasisi olarak çocukların gönüllerine ulaşmanın, onlardaki gizli emaneti ortaya çıkarmanın neresindeyiz acaba?

Unutulmamalıdır ki öğrencilerin bedenlerini ve zihinlerini bilgi yükü ile alabildiğine doldurarak onları daha hayatın başında yorgun düşüren bizlerin asıl görevi; onları mananın derinliği ile tanıştırmaktır. Böylece takıntı, kaygı ve endişeden umuda doğru yol almalarını ve kendi hakikatleriyle buluşmalarını sağlamış oluruz.