EĞİTİMDE KIYÂMET NASIL KOPAR?

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Ziya Selçuk Hocamız, millî eğitim sistemini "hiçbir şey olamazsam, öğretmen olurum" anlayışından kurtarıp "kıyâmet koparan" bir anlayışa getirmek istiyor.

Yarın okullar açılıyor. Herkesin ilk aklına gelen büyük şehirlerdeki trafik keşmekeşi ama bizim derdimiz “kıyâmet”. Millî Eğitim Bakanımız Prof.Dr. Ziya Selçuk, 9 Eylül 2018 târihindeki Reform 2023 Bulma Konferansı’nda yaptığı açıklamalarla, millî eğitim sisteminde  aksaklıklara karşı yapılacaklar konusunda beklentilerimizi arttıran ifâdeler kullandı.

Eğitime çok boyutlu bakılması gerektiği, sınıf kapılarının yıprandığı tarafın içeride olduğu, “teneffüs” kavramı gibi başlıklarda toplanabilecek yaklaşımlar, Ziya Selçuk Hoca’nın meseleye çok boyutlu baktığının birer göstergesidir. Eğitim ile ilgili yaklaşımlarına Mimar Sinan’ın kalite anlayışı, Hz. Mevlânâ’nın samimiyetinden örnekler vermesi, “bâzı” kesimleri rahatsız etse de, ben şahsen Bakanımız’a tam destek verilmesi gerektiği düşünüyorum. O “bâzıları”nın rahatsızlıkları, doğru yolda olduğumuzun da dolaylı ispatıdır.

Beklentiler artıyor

26 Ağustos 2018 târihli ve “Eyvah önceliği yine İngilizce’ye mi veriyoruz?” ve 6 Eylül 2018 târihli “Fazla Akbil’i olan var mı?” başlıklı yazılarımda söylediklerim bâki kalmak şartıyla, Ziya Selçuk Hoca’yı yakından tâkip ediyorum. Onun bakan olarak atacağı her adım, başta kendi çocuklarımız olmak üzere, akademisyenler olarak karşımıza gelen üniversite öğrencileri üzerinde etkili olacaktır.

Ziya Selçuk Hoca, “kayıp nesil” anlayışını bir tarafa bırakıp, “günü kurtarma basitliği”ne düşmeden, hem bugüne hem de yarına yönelik bir duruş sergiliyor. Dünyâdaki birçok ülkenin genel nüfûsu kadar öğrenci sayısına sâhip olan ülkemizde, bugünü görmezden gelip geleceği amaçlarsak, geleceğe bakabiliriz ama geleceği göremeyiz.

Millî eğitim sisteminin bugününe bakınca, hem şimdi hem de gelecek parlak değil. Bu yüzden Ziya Selçuk Hocamız’dan beklentiler oldukça büyük. “Araçta zenginiz ama amaçta fakiriz” diyen bir bakanımız olduğu için şanslıyız ve bu şansı, bir imkân ve fırsat bilmeliyiz.

Kıyâmet, ayağa kalkmaktır

Ziya Selçuk Hocamız, millî eğitim sistemini “hiçbir şey olamazsam, öğretmen olurum” anlayışından kurtarıp “kıyâmet koparan” bir anlayışa getirmek istiyor. “Kıyâmet” kelimesini duyunca korkabiliriz ama kıyâmet, kötü son değil; aksine bir başlangıçtır. Kelime anlamı “ayağa kalkmak” olan kıyâmet, namazda “kıyam” kelimesiyle aynı kökten gelir. Sayın bakanımızın millî eğitime bu bakış açısıyla yaklaşması, gecikmiş olsa da, gerekli bir tutumdur.

Millî eğitim sistemimizin içinde bulunduğu olumsuz durum, “bir şeyler yapmak” ile değil, “büyük değişiklikler yapmak” ile düzelir. Yıllık program yapmaya üşendiği için bir önceki senenin kitabını kullanmayı tercih eden bir öğretmen, değil “bir şeyler”, hiçbir şey” yapmıyordur.

Dijital teknolojinin içine doğan çocuklardan oluşan sınıflarımıza, ankesörlü telefonla büyüyen neslin dünyaya bakışıyla öğretmenlik yapmak, öğrencileri sâdece tökezletir. Tabii buna veliler de dâhildir. Ziya Selçuk Hocamız’ın bence ilk hedefi bu engeli kaldırmak olacaktır. Öğrencilerimiz, Ziya Selçuk Hocamız’ın gitmek istediği hıza fazlasıyla hazırdır, ama aynı şeyi öğretmenlerin ve velilerin büyük bir bölümü için söylemek mümkün değildir.

Okullarımızda ve eğitim sistemimizde kıyâmet, öğretmenlerimizden okul müdürlerine, velilerden kantincilere, okullardaki temizlik görevlilerinden öğrenci servis şoförlerine kadar topyekün bir ayağa kalkmayla mümkün olur. İngilizce öğrenme konusunda gözümüze batan aksaklıklar, beden eğitimi derslerinde bile maalesef vardır.

Öğretmenliği, kar tâtilinde işe gidilmediği ve iki-üç ay yaz tâtili ve on beş gün yarı yıl tâtili yapıldığı için sâdece bir “iş” olarak yapanların, kıyâmet koparması mümkün değildir. Onlar olsa olsa, ayağa kalkınca düşüp yolu tıkarlar. Bunun çözümü, öğretmen kadrosunun eğitimini “göstermelik seminerler”den kurtarmaktır. Bugüne kadar nasıl yapılmaması gerektiğini gördük. Hiçbir uygulama bundan kötü olmayacaktır. Gerekirse, günlük ders saatleri azaltılıp öğretmenlerin eğitimine ağırlık verilmelidir. 

Öğrenen öğretmen!

Eğitim fakültelerinden mezun olsun veya olmasın öğretmenlerin çoğu, güncel pedagojik şartlara hâkim olmaktan uzaktır. Öğretmenlerin çoğunluğu olmasa da, çoğu kendini geliştirme alışkanlığından mahrumdur. Hatta bâzıları “öğretmen” sıfatını aldıktan sonra, öğrenecek şeyi kalmamış gibi davranmaktadır. Bunun sorumluluğu da öğretmenin inisiyatif kullanmasını engelleyen tevhid-i tedrisat anlayışını devam ettiren bürokratik yapıdadır. Başta hepsi idealist olan öğretmenlerimiz, zaman içinde bu anlayışın etkisiyle mecbûren hazıra alışmakta ve kolaycılıktan kendini kurtaramamaktadır.

Öğretmen ve öğrencinin, “öğrenen” ortak paydasında buluştuğu bir eğitim anlayışı, eğitimde kopmasını istediğimiz kıyâmetin ön şartlarından biridir. Öğretmenin hep veren olarak“1”; öğrencinin ise hep alan olarak “0” kabul edildiği bir eğitim-öğretim sistemiyle geldiğimiz nokta ortadadır. Gelinen vahim noktanın savunulacak bir yeri kalmamıştır. Böyle bir sistem içinde fizikî ve araçsal şartların iyileştirilmesi için yapılan yatırımlar, kısa sürede kaynak isrâfına dönmektedir. Bu yatırımlar, geçici iyimserlik oluştursa da, kısa sürede hiçbir yapıcı amaç, hedef ve gâye ortaya çıkarmamaktadır.

Gözlerimi kaparım, eğitim-öğretim yaparım

Öğretim kademelerimizin her biri, öğrenciyi bir sonraki kademeye hazırlayan ama hayâta ve sokaktaki günlük hayâta hazırlamayan kurum durumundadır. Bu kurumların, herhangi bir hammaddeden ticâri ürün üreten fabrikalardan farkı, bant sisteminin somut hâlde olmamasıdır. Ama o fabrikasyon üretim tarzının bant sistemi, soyut hâlde her okulumuzda vardır. Sonuçta da tek tip, yaratıcılığı köreltilmiş, başkalarının karar verdiği hedeflere ulaşmaya çalışan, gerçeklikten kopmuş endüstriyel insan modeli ortaya çıkmaktadır.

Yerel Müfredatlar

Ülkemiz, doğu ve batı uçları arasında 72 dakika saat farkı bulunan bu büyük ülkedir. Dolayısıyla ders müfredâtını tek bir merkezden belirlemenin artık savunulacak bir yeri kalmamıştır. Müfredat çeşitliliği konusunda bölgesel şartlar dikkate alınmalıdır. Hatta okulların açılış ve kapanış târihleri bile bu şartlar dikkate alınarak takvime bağlanmalıdır.

“Eğitim” yerine “Maarif”

Hazır kıyâmeti koparmışken, Millî Eğitim Bakanlığı’nın adını da insanı “eğen ve büken” değil, irfan sâhibi yapan bir sisteme sâhip Millî Maarif Bakanlığı olarak değiştirirsek, bu kıyâmetin adını da koymuş oluruz.