EKREM KAFTANCIOĞLU

Ekin GÜN 07 Nis 2019

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
2014 yerel seçim sonuçları ilk açıklandığında AK Parti Yalova'yı bir oy farkla kazanmıştı. Daha sonra yapılan itirazlar neticesinde Yalova Belediye Başkanlığı'nı CHP'li Vefa Salman altı oy farkla kazandı.

Türkiye’de en güvenli ve en şeffaf işleyen kurumların başında YSK geliyor. Yapılan hataların, oy kaydırmaların, hatta varsa şaibelerin ortaya çıkması bile YSK’nın çok iyi işleyen bir kurum olduğunu kanıtlar. Keza tüm sayımlarda her partiden kişilerin orada bulunması tüm kararların ortak bir kabulle ortaya çıktığını gösterir.

Bugün aynı süreç İstanbul’da işliyor. Sayımlar devam ederken kazanan ne Binali Yıldırım ne de Ekrem İmamoğlu. Mazbata verilene kadar da bu gerçek değişmeyecek. Kim kazanırsa kazansın hiçbir partinin o saatten sonra itiraz etme şansı yok, çünkü tüm sayımlar her partiden kişilerin önünde yapılıyor.

ANITKABİR DEFTERİNE İMZA ATMAK KİMİN AKLI?

Bu seçimde CHP’nin İstanbul’da uyguladığı strateji alışkın olduğumuz klasik CHP kampanyasından uzaktı. Ekrem İmamoğlu seçim dönemi boyunca Kemal Kılıçdaroğlu ile yan yana gözükmemeye çalıştı. Yapmış olduğu vatandaş ziyaretlerinde CHP’nin adını anmadı, parti kimliğinden daha çok kendi kartvizitini öne sürdü.

CHP’nin İstanbul’da bir miting bile gerçekleştirmemesi bence bir stratejinin ürünüydü. Öyle ya, İmamoğlu’nun söylemlerinde tüm kesimlere hitap eden, kapsayıcı, yapmış olduğu hizmetlerden ötürü AK Parti’ye teşekkür eden, AK Parti seçmenlerini incitmeyen bir dil hâkimdi.

O dilin bozulması çok uzun sürmedi. 1 Nisan sabahından itibaren İmamoğlu klasik CHP’li çizgisine gelen bir anlayışın içine savruldu. Daha kesin sonuçlar açıklanmadan Anıtkabir defterine hali hazırda bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal’ın unvanını kullanarak imza attı, “İBB’den dosyalar kaçırılıyor” diyerek elinde kanıt olmadan iftiraya varan açıklamalar yaptı, “mazbatamı verin” diyerek yangından mal kaçırmaya girişti.

Seçim dönemi öncesi kendisine yumuşak dil kullanmaya iten strateji bir anda şahinleşti. Acaba bu sertleşen stratejinin sahibi seçim dönemi boyunca hep arka planda duran ama varlığıyla kendini hissettiren CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu muydu?

CHP İSTANBUL İL BAŞKANLIĞI’NIN ROLÜ

Canan Kaftancıoğlu il başkanlığına aday olduğunda kimse seçilmesine şans tanımıyordu. Çünkü her ne kadar “demokratik bir yarış olsun” dese de Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilk etapta gönlü o dönemki il başkanı Cemal Canpolat’tan yanaydı. Ayrıca Kaftancıoğlu’nun 1915’i anarak “soykırımı” savunması, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını militarist bulması, Ortodoks solcuların hâkimiyetindeki Birleşik Haziran Hareketi’nin sekretarya üyeliğinde bulunması CHP’li taban tarafından çokça eleştirildi.

Tüm bu dezavantajlı pozisyona rağmen genel merkezin adayı Canpolat’ı yenerek il başkanı oldu. O dönemde Canan Kaftancıoğlu’nu destekleyenler arasında en güçlü kişi “CHP sosyal demokrasinin önündeki en büyük engeldir, kapatılmalıdır” diyen bir önceki il başkanı Oğuz Kaan Salıcı’dan başkası değildi.

Sevilay Yılman’ın 17 Ocak 2018 tarihinde Habertürk’te yazdığı yazının bir bölümünü hatırlatmakta fayda var: “Salıcı’yla ilgili genel merkez nezdinde de epeyce bir sıkıntı olduğunu biliyordum. Mesela partinin dış ilişkiler komisyonundaki görevini kullanarak başta ABD Büyükelçisi olmak üzere sık sık AB üyesi ülkelerin büyükelçileri ve konsoloslarıyla bir araya gelmesi ve bu görüşmelerden grup başkanlarını yahut partinin diğer yetkili kurullarını haberdar etmemesi gibi...”

İL TEŞKİLATININ ÖNEMİ

Hatırlayın, Cumhurbaşkanı Erdoğan 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda kendisine şans veren ne medya platformu ne de iş dünyası vardı. O dönemde Refah Partisi’nin başarısı Erdoğan’ın başını çektiği teşkilatlanmadaki örgütlenmeden geldi. Girilmedik sokak, çalınmadık kapı bırakmadılar. Refah Partisi’nin “marjinal” görüntüsünü yıkarak kitlesel bir hareketin önünü açtılar ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandılar.

Yine hatırlayın, Canan Kaftancıoğlu seçim dönemi başlamadan partisinin il başkanlığından ayrılmak istedi ama kısa sürede fikrini değiştirdi ve devam etti. 1994 yılındaki Refah Partisi’nin yaptığını yapamazlardı, çünkü zaten CHP’nin halk nezdindeki algısı hep antipatikti. Bu durum daha da antipatik olmaktan başka bir işe yaramazdı. Kaftancıoğlu, Refah Partisi’nin stratejisinden yola çıkarak tam tersini uyguladı; kendisini geri çekti ya da “çektirildi”, halkın önüne çıkmadı ama hep arka planda İmamoğlu’nu yönlendiren o oldu.

Şimdi ABD ve AB büyükelçileriyle yakın teması CHP genel merkezi tarafından iddia edilen Oğuz Kaan Salıcı’nın desteklediği Canan Kaftancıoğlu’nun bu seçim stratejisindeki rolü ne?

HDP’yle CHP’yi yakınlaştıran ve adeta “emanet oylarla” diye başlayan süreçle CHP seçmenini HDP’ye oy vermeye alıştıran ve HDP’siz bir CHP’nin olmayacağının önünü açan akıl nereden geliyor?

Seçim sonuçlandığında ve İmamoğlu lehine bir sonuç çıkarsa “Nurettin Sözen dönemi gibi olacak” tarzı kolaycılığa kaçan bir yorumdan ziyade bunu düşünmek daha mantıklı olacaktır.

Oldu ya, Binali Yıldırım lehine bir sonuç çıkarsa yukarıdaki bilgilerin ışığında “sandıkta kazandık ama masada hakkımızı yediler” algısını üretip dünya ülkelerini göreve kim çağıracaktır?

Yorum sizin.