GÖZÜNÜZ AYDIN (1)

Sezai ŞENGÖNÜL 25 Şub 2023

Sezai ŞENGÖNÜL
Tüm Yazıları
Neredeyse 20 yıldır yazıp, çiziyorum...

Neredeyse 20 yıldır yazıp, çiziyorum... İlk kez bir yazıyı yazmak için bu kadar isteksizim. Geçtiğimiz hafta sonuna kadar deprem bölgelerinde kısmen bulundum. Aşağı yukarı yedi gün kaldım. Daha çokça da memleketim olan Osmaniye ve şu an evimizin olduğu Kahramanmaraş il sınırları içerisinde...

Gördüklerimi, eminim sizler de gördünüz. Ben, belki biraz daha yerinde yaşadım, gördüm. Daha bir hissederek belki. Aile halkası hariç, köyümüzde, obamızda selam sabah verdiğimiz insanların da kayıpları çok oldu. Bizim oralarda; 'Azrail' bir şekilde ucundan bucağından birçok aileye bu depremler dolayısıyla dokundu. Kıyısından köşesinden, bazen de tam göbeğinden.

Ve çok acımasızca hatta. Bir kız yeğenimin ve eşinin cesedi ancak 11. günde bulunabildi. O güne kadar enkaza gelen çeşitli kurum, kuruluşların arama ekip yetkilileri sadece 'enkazdan ses geliyor mu' diye bakmışlar, dinleme yapmışlardı. Akabinde de, 'burada ses, seda yok' diyerek gitmişler, 'öncelik ses gelen yerlere yardım etmek' mantığını gütmüşlerdi. Onlar da belki haklıydılar. O anlar için dakikalar, saniyeler 'can can' diye atıyordu. Üstelik yeterli ekip ve ekipmanda yoktu ilk anlarda. Özellikle de ilk iki gün!

Hasılı ilk 10 gün boyunca yeğenin bulunduğu o enkazlar öylece kalmıştı. Gelen giden ama insan derdine, acısına çözüm olamayacak düzeydeki kimi sortilerle... İstanbul da oturan iki başka yeğenim de Hatay'a gitmişti, ben o vakitler Kahramanmaraş da bulunuyordum. İşte biraz onların çabalarıyla bir dozer bulunarak, sağlıklı bir enkaz çalışması yapılabilmişti. Deprem takviminin on birinci gününde. Kayıp olan bir kız yeğenimin ve eşinin cesedine de haliyle ulaşılmış oldu. O enkazın başında dura dura, didine didine, sağı solu araya araya. Hele de o ilk günlerde aile fertlerinden bazıları yağmur çamur, soğuk, ayaz demeden en az 3, 4 gün boyunca günlük üç beş dakikalık ihtiyaç molaları haricinde hiçbir yere ayrılmadı ve enkazın başında çaresizce didinip, durdular. Aç, susuz, çadırsız kendi arabalarının içinde. Şu anda da hasta oldular!

Ha, o yeğenimin cesedi bulunduğunda orada bulunan diğer insanlar, diğer yeğenlerime hitaben ne demişler biliyor musunuz? 'Hadi gözünüz aydın, sizin ki çıktı!' Biliyorum, size hiç mantıklı gelmez bu cümle. Fakat acı gerçek oydu o ruh halini yaşayanlar açısından. İnsanlar yaşadıklarının etkisiyle olsa gerek, yakınlarının sağ çıkmasına değil de, yakınlarının cesetlerinin bulunmasına sevinecek kadar kendilerinden geçmiş bir hali yaşıyorlardı süreçte. Bu diyalogu bizzat enkazın başındaki o yeğenlerimden biri aktardı...

Dahası, beteri de var mı peki? Var. 'Arya' ismini taşıyan yeğenimin 5 yaşındaki kız çocuğunun cesedi halen ortada yok mesela. Depremin 15. gününde bile. Enkaz çalışmalarının (delil, insan arama vb.)  dün itibarıyla neredeyse sonuna kadar gelindi. Yani enkazların bodrum kat, otopark kısmına bakılıyor. Üst katlarda bir emare, iz, ceset yok. O enkazdan çıkan cesetlerin parçaları ve kimliksizler var sadece. Bugün itibarıyla kimin kim olduğu dahi bilinemeyecek hale gelmiş olan tanınamaz parçalar! Onlardan da DNA testi yapılacakmış, sonra da eşleşirse 'öldü' teşhisi konulacak! Anlayacağınız mezarı bile olmayacak o minik yavrunun ve bazılarının. O minik yavru, kimliksiz olan diğerleri için halen bu DNA süreci takip ediliyor şu an...

Bunlar fiili bildiğim birkaç örnekti. Başkaları da, daha ne acılar yaşadı hepsini henüz tam olarak bilmiyoruz. Yani acı, gürül gürül akıyor hepimizin içinde. Öncelikle o ateşin düştüğü yerlerdeki insanların yakınlarında, sonra da milletimizde. Biraz da bize akrabalık bağı olan üç beş milletin bazı mensuplarında, belki bir de bizi seven Müslümanların yaşadığı coğrafyalardan vefakar kimi merhametli insanlarında. Belki...

Aslında gezdiğim yerlerde o izleri de gördüm. Sevenleri var bu ülkenin. Hem de hatırı sayılır oranda. Hatta benim de ofisinde görev aldığım İBB'ye bağlı 'Uluslararası Gençlik Ofisi'nin bazı öğrencileri de buna dahil! Daha depremin ikinci günü beni arayıp; "Hocam, benim gözüme uyku girmiyor, bir şeyler yapmak istiyorum, ben şu an yemek bile yiyemiyorum, ne yapabilirim' diyen, sonra da İstanbul da bir belediyenin yardım ekibine dahil olup bir hafta gece gündüz çalışan Azerbaycanlı 'Eski Türk Dili' alanında yüksek lisans yapan öğrencimiz Z. Gülieva, yine Kahramanmaraş, Hatay ve Gaziantep'e daha depremin ikinci veya üçüncü günü giderek oralarda, kar kış, soğuk, ayaz dinlemeden günlerce gönüllü olarak kurtarma veya lojistik destek birimlerinde çalışan, annesini babasını Pakistan'da meydana gelen bir depremde kaybeden, Tıp Fakültesi öğrencisi  A. Ali, Keşmir'den 'Uluslararası İlişkiler' alanında yüksek lisans yapmak için Türkiye'ye gelen D. Shoukat ve iki hafta boyunca İstanbul'da bir yardım kuruluşunda gece gündüz demeden Uygur Türklerinden gelen yardımları paketleyen, deprem yerlerine ulaştırmada lojistik destek sağlayan yüksek lisans öğrencisi A. Karahan bunlardan bazıları, benim bildiklerim.

Uygur Türkleri Kahramanmaraş da kalabalık bir ekiple de gözüme ilişti. Sanırım 30, 40 kişi kadar vardılar. Yemekhane kurmuşlar, yemek yapıp dağıtıyorlardı. Eminim daha başkaları da olmuştur. Türkiye'nin bu zor günlerinde yanında olan, zerre kadar da olsa katkı sağlayan bu kardeşlerimize, ismini bilmediğim diğer tüm arkadaşlara da bu vesile ile teşekkür ediyorum.

"Sezar'ın hakkı Sezar'a" bağlamında başka bir teşekkür de; Özellikle; İBB Gençlik ve Spor Müdürlüğü'ne bağlı olarak çalışan tüm arkadaşlara. Onlar da bu işte ilk günden beri sanki 'bir lokomotif' vazifesi gördüler. Çalışma videolarını, bölgeye yardım amaçlı gönüllü temini, deprem bölgelerine sevk konularındaki gayretlerini vb. çalışmaları bizzat gözlemledim. Gece, gündüz demeden gayret sarf ettiler, o işlere vakit ayırdılar. Dahası alanda, memlekette bazı yerlerde de karşıma çıktı bu gayretler. Şahidim. O yüzden de yazıyorum. 

Osmaniye, Kahramanmaraş, Kadirli belediyeleri de keza öyle idi. Fakat onlar depremin olduğu bölgelerin belediye başkanlıkları idi. Üstelik, ağır yaralı olmalarına rağmen iyi çalışıyorlardı. Türkiye’nin her yerinden, yurt dışından da yardımlar destekler geldi ama İstanbul bu anlamda 'merkez üssü' oldu bana kalırsa. Hem de 'kozmopolit' siyasi yapısına rağmen. Yarın da bu yazının devamı niteliğinde yazacağım. Sağlıcakla kalın...