GÜNEYDOĞU KOKULARI

Yaşar İÇEN 20 Eyl 2018

Yaşar İÇEN
Güneydoğu, bereketli topraklarından yayılan kendine has mis gibi kokular ile kışa merhaba demeye hazırlanıyor... 

Bulguru, mercimeği, pirinci, salçası, isotu, sumakı, kavurması, çeşit çeşit peynirleri, kurutmalıkları, baharatları, çerezleri...
Güneydoğu hem bol lezzetli hem de besin değeri açısından birbirinden zengin ürün yelpazesini kışa açtı. 

Kurutmalık sebzelerin evlerin balkonlarında takırdayarak salındığı, gelen mis gibi isot kokusunun aldığımız derin soluklar ile ruhumuzu yatıştırdığı, biber ve domates salçalarının güneş ışığı ile lezzet bulduğu, kaynayan peynirin Maraş Dondurması misali uzayıp şekil aldığı, komşuların birbirine destek amaçlı keyifli sohbetler eşliğinde saatlerce çalışarak sabahladığı...

Aslında bu sohbetler bir nevi terapi de olur komşulara. Gelin, damat, kayınvalide, eş, evlat, akraba derken herkes sorunlarını anlatır. Kimi zaman çözüm önerileri aranırken kimi zamanda sadece ah vahlar eşliğinde dinlenen kişinin içini boşaltıp rahatlaması sağlanır.

Buyurun size farkında olmadan ücretsiz toplu terapi!

Kültürümüzün en güzel yansımalarından biridir sonbaharda başlayan erzak hazırlıkları. Yaz tatili vesilesiyle memleketi Güneydoğu’ya gelenler ana ocağından dönüşte eş-dost-akrabanın hazırladığı gıdaları karınca misali evine götürürken kendini kışa hazır hissederek güven hazzını da yaşar gururla. 

Gurbetçilerin evine dönüşte yüklendikleri gıdaların karın doyurmanın yanı sıra çok önemli bir misyonu daha var aslında. 
Komşunun tabağına koyulup gönderilen her kuru dolmada, misafirlere ikram edilen her çerezde, mis kokulu isot-salça-baharatlar ile yapılan her çiğköftede, kuru fasulyeye eşlik etmesi için pişirilen süt kokulu her Karacadağ pirincinde memleketimiz ve emeği geçen yüreğimizdeki insanları yad ederek ruhumuzda fazlasıyla doyar.

Otobüs terminalleri gıda göçü ile yılın en bereketli günlerini yaşarken, bagajları indirip kaldıran muavinlerden de helallik istemek gerekiyor sanırım. 

Kimi aile kendine ve akrabasına kış için erzak hazırlığı yaparken bir yandan da bu işin amatörce ticaretini yapar. Kulaktan kulağa yayılarak genişleyen satış ağı ile kendi elleriyle hazırladığı gıdaların satışını yapan ve bu şekilde aile bütçesine katkı sunan pek çok ev kadını var. 
Beş kilo Zeynep teyzeye, üç kilo ablamın komşusuna, on kilo yeğenimin öğretmenine diye diye bu ağ her yıl daha da genişler. 

Türkiye’nin pek çok ili ürün çeşitliliği açısından çok zengin olmakla birlikte bilhassa Güneydoğu Anadolu bu konuda çok şanslı. 
Sebze, meyve, tahıl, baklagiller, et ürünleri, süt ürünleri... Kısaca yok yok demek gerekiyor.

Gıda sektöründe bunca şansa rağmen gelin görün ki bu ürünlerin ülke ve dünya pazarına açılması maalesef istenen seviyede olmadı henüz. 

Gastronomi üzerine bölgenin büyük ağırlık vermesi gerekirken, bölge halkının el emeği ürünlerine profesyonel destekler sunarak kalkınmanın arttırılması gerekirken, üretilen ürünlerin dış pazarlarda yer bulması için bölge idarecilerinin girişimlerinin olması gerekirken elle tutulur hiçbir yol alınmadı maalesef.

Her şehir ve her bölge sanayici olmak zorunda değil! Olmazda. Hepimiz teknoloji ve sanayi peşinde koşarken akşam eve gelince tencerede kaynayan yemeğe can veren gıda sektörü olmazsa karnımız nasıl doyacak? 
Bu noktada durup düşünmek gerekiyor. 

Televizyon izlemeyince, bilgisayar ve telefon almayınca hayatını kaybeden insanı şimdiye kadar duymamakla birlikte, dünya üzerinde her yıl çok yüksek rakamlarda insan açlıktan ölüyor!

İnsanoğlu açlığını gidermek için çalışır! Açlık kavramının içerisinde pek çok başlık var elbette fakat insanoğlunun en büyük ve mutlaka giderilmesi gereken açlığı midesinin içini doldurmaktan yanadır. 

Güneydoğu illerine yönelik acil olarak “tarladan mutfağa gıda sektörü projeleri” geliştirilmek zorunda. İlla büyük fabrikalara gerek yok. Küçük imalathanelerde ev usulü üretimlerden ortaya çıkan Güneydoğu markaları, neden dünyaya açılmasın ki?

Bölgenin tanıtımından söz etmişken beni rahatsız eden bir konuyu daha dile getirmek istiyorum. 
Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa başta olmak üzere bölgenin tüm illeri tarihi mekanlar açısından çok zengin. 
Çoğu UNESCO Kültür Mirasları listesinde yer alıyor.
Bu mekanların objeleri neden yaygın satış unsuru haline getirilmiyor? 
Anahtarlık, magnet, tişört, lamba, küre, kalem, bardak vs vs vs…
Yok yok yok!

Bırakın bölgeye turizm amaçlı gelenleri daha bölgede yaşayan bizlerin evinde dahi bu objeler yok. Bizler dahi bölgemizde bulunan tarihi zenginliklerimizi bilmiyoruz ve farkında değiliz.