Vakıf Katılım web

GÜVENLİ BÖLGE OYUNLARI

Abdullah AĞAR 26 Tem 2019

Abdullah AĞAR
Tüm Yazıları
ABD'li Temsilci James Jeffrey Türkiye'de iken Centcom K. Or.Gen. Kenneth McKenzie ve Jeffrey'le eşgüdüm diplomat William Roebuck, işlediği terör suçlarından dolayı Türkiye'nin başına 4 milyon ödül koyduğu ve şu anda Suriye'nin kuzeyinde ABD adına proxy terör yapılanması YPG'yi güden elebaşı ile görüştü.

UZUNCA BİR KISA DURUM ÖZETİ

YİNE, YENİ BİR; “Oyalama, Avutma, Yanıltma, Şaşırtma, Aldatma, Kandırma, Geciktirme, Engelleme...” DURUMU MU?

ABD’li Temsilci James Jeffrey Türkiye’de iken Centcom K. Or.Gen. Kenneth McKenzie ve Jeffrey’le eşgüdüm diplomat William Roebuck, işlediği terör suçlarından dolayı Türkiye’nin başına 4 milyon ödül koyduğu ve şu anda Suriye’nin kuzeyinde ABD adına proxy terör yapılanması YPG’yi güden elebaşı ile görüştü.
Bunu; 
- ABD’nin çok ata oynama temel refleksi yine istim üstünde. Bu hem Türkiye’yi hem de YPG/PKK’yı, hatta diğer örgüt ve devletleri kendi hedef ve menfaatleri doğrultusunda çoklu eksende kullanma isteğinin bir parçası gözüyle,
- Türkiye’nin duyarlılığını, hassasiyetlerini, reflekslerini, tepkilerini ölçme refleksiyle, 
- Türkiye’ye; “Alış artık (!)” göndermesiyle,
- YPG/PKK’ya özgüven (arkandayım mesajı) verme çabasıyla,
- Türkiye’nin olası Menbiç ve Fırat’ın doğusu harekâtına karşı askeri ve diplomatik bir mesaj verme isteğiyle… değerlendirebilirsiniz.
Ama şunu da düşünmelisiniz:
ABD bütün bunları yaparken hiçbir şekilde kural, değer ve ilke tanımıyor.
Türkiye’nin kavramsal değerlerine karşı herhangi bir hassasiyet üretmiyor.

***  
James Jeffrey Ankara’ya gelmeden önce katılmış olduğu Aspen Security Forum’da da; “ABD tarafından da terörist kabul edilen PKK ile YPG’nin bağını, YPG-PYD’nin bir PKK türevi olduğunu bildiklerini, ama yine de (!) YPG’nin müttefikleri olduğunu” ifade etmişti. 
Bilenen ve ikrar edilen bu terör bağına rağmen ABD’nin bu terör örgütünü müttefik olarak kabul etmesi, menfaatleri uğruna ABD’nin hiçbir ilke, değer ve ölçü tanımadığı anlamına, daha da ötesi ABD adına büyük bir karambole karşılık gelir.
Sonuçta normlara, ilkelere, değerlere, ölçülere bağlılık elle tutulur bir kazanç değildir, ama orta ve uzun vadede son derece önemli etkiler üreteceği de bilinir.
Belli ki ABD’liler orta ve uzun vadeyi çok önemsemiyorlar.
Öte tarafıyla ABD’li bu karar verici ve uygulayıcılar ikrar ettikleri PKK ve türevleri ile doğrusal-dolaylı-asimetrik bağ-ilişkileri nedeniyle büyük bir suç ve dahi kendi yasalarını hiçe sayarak daha büyük bir suç işlemiyorlar mı? 
Kod Mazlum Kobani başta, Irak ve Türkiye’den transfer 13.000 dağ kadrosu PKK’lı teröristi içinde barındırdığı bile bile YPG/PYD/DSG ile iş yapmayı, onu müttefik olarak kabul etmeyi; ABD adına muhakeme edecek, irdeleyebilecek, sonuçlarını öngörebilecek, dava/dert edinip-hesabını sorabilecek bir İÇ MEKANİZMANIN olmadığı da belli bir gerçek. Aynı ABD’nin kendi çıkarlarının terörist olarak tanımladığı yapılarla, bırakın doğrusal ve yakın ilişkiyi, uzak-aracılı-dolaylı hatta bilmeden bağ kuran ‘BAŞKA’ tüm kişi-kurum ve devletleri nasıl cezalandırmaya kalktığı, baskı altına aldığı ve yaptırım uyguladığı da bir başka gerçek. Ama ‘kendi ikrarlarıyla sabit’ terörle bağ kuranlar kendi “İÇ” yapıları, ABD menfaatleri zannıyla KENDİ UYGULAYICI-KARAR VERİCİLERİ olunca durum, demek ki çok değişik! 
Bu koşullarda ve günümüz konjonktüründe ABD temel karinesinin; ‘aklını/gücünü güdenlerin’ MENFAATLERİ olduğu da, artık öğrendiğimiz bir gerçek. 
Tabi bu fiili durum, uygulamalar ve stratejiler bu kadar doğrusal ve bu kadar basit değil. Sonuçta çok eksenli-aktörlü-devletli-örgütlü-kapsamlı-katmanlı-kavramlı-zamanlı ve alanlı asimetrik ve doğrusal bir muameleden bahsediyoruz. Örneğin; bilinçli ve sistematik bir şekilde estirilen rüzgarlar ‘ve ver mehterlerle’ Türkiye’nin nasıl Neo-Osmanlıcı/Halifeci/Sünnici/İhvancı ve Radikalizm üreten yapı ve kavramlarla nasıl iltisaklandırıldığını, tuzaklara nasıl itildiğini, tuzak süreçlerinin nasıl gerekçelendirildiğini, Ortadoğu’nun düşmanlıklarına ‘bir taraf ve sorunun bir parçası olarak’ nasıl çekildiğini, buralardan nasıl ötekileştirildiğini ve yalnızlaştırıldığını, nasıl otokrat-diktatör-baskıcı olarak tanımlandığını, sosyolojik birlikteliğin ve toplumsal bağların buralardan nasıl zayıflatıldığını, siyasetin nasıl kırılganlaştırıldığını ve nasıl operasyonlara maruz kaldığını, geçmiş ve gelecekteki dış etkilerin buralardan nasıl gerekçelendirildiğini de anlamak gerek. 
Türkiye’nin bu kısa dönem kronolojisinde;  
- Hendeklerle bölünmeye,
- Darbeyle yıkılmaya,
- Terörle boğulmaya,
- Darbe sonrası dağlarda, FK’nında ve ZDH’nda ordusu bozguna uğratılmaya,
- Neo-Osmanlıcı-Otokrat-Sünnici-İhvancı istenç-ilgi-itham ve yaftalar eşliğinde oluşan eleştiri ve gerekçelerle diğer milli güç unsurlarına yapılan diğer saldırılarla nasıl dibe tam itilmeye kalkıldığına dair can alıcı bir fotoğrafı var.
FETÖ’nün küresel uygulayıcısı olduğu Dinler Arası Diyalog ve Ilımlı İslam daha hiç anlaşılmadığı için de, bu kavramsal tehdit deşifre edilmekten ve köken mücadele yapılabilmekten çok çok uzak. 
Bütün bunlar ve benzer uygulamalarla dizayna maruz kalan Ortadoğu’da geleceğe dair başka başka bozgunların ve düşmanlıkların alt yapısının oluşturulduğu ve kilometre taşlarının döşenmesi ise bir başka gerçek. 
Öte yanıyla ABD’nin bu tutumu, oluşturduğu örnek ve etkilerle, bölgede pek çok güç ve etki odağının ilkesizlikleri-ölçüsüzlükleri ve kurnazlıkları benimsemesine yol açıyor. 
Yani bir de böylesine büyük bir derinleşen tehdit söz konusu.

***
Öncelikle bu durum Suriye ve Irak’ın parçalanma ve diğer devlet ve toplumsal katmanlarda düşmanlaşma ve istikrarsızlaşma risklerini arttırıyor. Yani bugün işgal türevi DAEŞ TÖ. ve DAEŞ türevi YPG-PKK denen TÖ’nün coğrafyadaki yıkıcı ve bölücü etkisini genişletip derinleştirmenin ve onu himaye etmenin öngörülen ve öngörülemeyen pek çok sonucu oluştu ve oluşuyor.
Peki bu kaos ve travma ABD’nin içine yarıyor mu?
Bazı klik, güç ve menfaat odakları bu durumun ABD’nin işine yaradığını iddia edebilir.
Ama jeopolitik fotoğraf artık öyle demiyor. 
Özellikle sorunun öngörülemeyenler kısmı ile ilgili ABD’nin ve ABD aklını güdenlerin çok iyi bir noktada olduklarını zannetmiyorum. Sonuçta bugün ABD’de pragmatist felsefe altına gizlenmiş son derece güçlü oportünist bir materyalizm söz konusu.
Ve bu jeopolitiğin derinliğiyle karşılaştırılamayacak bir sığlık.
Sanırım bu da yeni yeni fark edilmeye başlandı. Ve karşılaşılan durum çok da istenildiği gibi değil belli ki. Yoksa Trump Beyaz Saray’da topladığı Türkiye’nin şiddetle cezalandırılmasını isteyen Cumhuriyetçi senatörlere karşılaştığı küresel riskleri bağlı; “Tüm bölgenin daha geniş sorunlarına bakın ve DİĞER BÜYÜK ÜLKELERLE NELER OLUYOR bunlara bakın. FARKLI BİR DURUMA DÜŞEBİLİRSİNİZ. Dünyadaki müttefikliklerimizi geliştirmeye çalışıyoruz” gibi bir cümleyi NEDEN SARF ETSİN?
Hatta çok üzgün olduğunu belirterek; “Keşke halen bu jetleri Türkiye’ye satabilsem” neden desin? Bunun sadece Lockheed Martin’in kazanacağı parayla ilgili olduğunu düşünmek aptalca olur. LM şimdiden 400 milyar doların üzerinde sipariş toplamış, Trump bu jeopolitik türbülansta sadece paraya mı bakar? 
Belli ki artık Trump da esip gürleyemeyeceğini, vurup geçemeyeceği bir noktaya geldiğinin farkında.
Belki de Trump’ın ABD adına en büyük şanssızlığı 1. ve 2. Dünya Savaşlarının geliştirip pişirdiği, tecrübe-bilgi-pratik ve teori sahibi jeo-politik ve strateji uzmanlarından mahrum oluşu.
Giriştiği bu jeopolitik oyunda en azından onların öngörü ve muhakemelerine başvurabilirdi.
Yapmadı.
O yüzden James Jeffrey’in görüşmeleri ve performansı son derece önemli.

***
Tam bu noktada şimdi tekrar değinmekte fayda var.
Suriye büyük bir hızla ve uluslararası hukuka aykırı şekilde ‘iyisiyle’ siyasi yapı değişikliğine, ‘kötüsüyle’ bölünmeye/derinleşen ve genişleyen bir savaşa doğru gidiyor. ABD ise bu süreci ve süreci icra ettiği aparat terör örgütünü süslü cümle ve görüntülerle ve gerçeklerle bağdaşmayan gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışıyor ama bu öyle kolayına yapılabilecek bir şey de değil.
Yani “Ben yaptım oldu” olmuyor!
Ya da bu mızrak bu çuvala bir türlü sığmıyor. ABD’nin gününü ve gündelik menfaatleri bugün kurtarıyor, bu doğru, ama geleceği bulanıklaştırarak, bilinmez öngörülemez bir karanlıkta üretiyor. Yani bu bilinmezlikte, doğma ve hayallerle süslü Armegedon ya da Melheme-i Kübra, öyle kurguladıkları gibi filan gitmeyebilir. Böylesine büyük bir bozgun, umdukları zaferle bitecek kontrollü bir savaş üretmeyebilir. 
Kısaca sadece küresel eziciliği ve gücü ABD’nin bu süreci istediği gibi sonuçlandırmasına yetmeyebilir. İnsanlık dayatmalara boyun eğebilir, ama Tanrı biraz (!) kural tanımazdır, ABD’nin dayatmalarına çok da itaat etmeyebilir! 
Öte yanıyla ABD Türkiye’yi şu an küçümseyebilir, göz ardı edebilir, ama Türkiye gibi ağır gemilerin gidişi, duruşu ve kavramsal-kimyasal istikrarı ve tercihleri son derece önemlidir.
Ve sonuç üreticidir.
Hele hele jeopolitik ve stratejik tercih ve eğilimler değişmeye başlamışsa!
*
Şu an ne Suriye, ne Irak ordusunun, ne de Peşmerge ve Haşdi Şabi bileşenlerinin YPG-PKK ile uğraşabilecek ne bir kapasitesi, ne de niyeti var.
Coğrafyada YPG-PKK’yı boğabilecek tek güç Türkiye!
Onun da ABD tarafından oyalanmak, avutulmak, yanıltılmak, şaşırtılmak, aldatılmak, kandırılmak, geciktirilmek ve engellenmek gibi bir sorunu var. 
Örnek mi?
22 Temmuz’da VoA’da Yıldız Yazıcıoğlu’nun ABD heyetinin ve Türk Dış İşlerinin Ankara’da yaptığı görüşmeyi kaleme aldığı “ABD Tarafı Menbiç Konusuna Farklı Yaklaşım mı Getiriyor?” başlıklı yazıda; “Türkiye’nin uzun süredir uygulanmasını talep ettiği ve geçen yıl haziran ayında ortaya çıkmış Menbiç Yol Haritası konusunda da Washington’un farklı görüşleri olduğu öne sürüldü. ABD'nin söz konusu yol haritasında öngörüldüğü üzere Menbiç’in PYD-YPG unsurlarınca boşaltılması konusunda Ankara’ya herhangi bir tarih vermediği veya yakın geleceğe ilişkin bir vaatte bulunmadığı da iddia edildi” ifadeleri yer aldı.
Bu durumda 4 Haziran 2018’de Çavuşoğlu ve Pompeo arasında onaylanan ve 90 günde tamamlanacağı ifade edilen Menbiç Yol Haritası’nı ve devamında Fırat’ın doğusunda da uygulanacağında mutabık kalınan gaybi (!) bu modeli nereye koyarsınız? Sadece bu değil, yapılan açıklamalar ve mutabakatlara dayalı Cumhurbaşkanı Erdoğan başta, Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlarının yaptığı sayısız açıklamayı ve ABD ile beraberce icra edilen 100’e yakın zırhlı-motorlu ‘koordineli bağımsız’ ve ‘müşterek’ devriyeyi nereye koyarsınız? Aradan değil 3, tam 13 ay geçmiş, Menbiç yol haritası uygulanmamış ve şimdi siz bambaşka bir kabul etmeyişle karşı karşıyasınız.
Hafıza testi de bu her halde!
Sn. Yazıcıoğlu’nun teknik bir yaklaşımla “iddia edildi” şeklinde ifade ettiği bu konu, iddia edildiği gibiyse, birilerinin Türkiye’yi Menbiç’te fena halde oyaladığı, aldattığı, kandırdığı, şaşırttığı bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Hoş, bu durum konuyu takip edenler için çok da şaşırtıcı değil.
Sonuçta anlaşılıyor ve biliniyor.
Belki de “yaşanacak yeni süreç benzer ya da farklı mı gelişecek” diye sormak gerekiyor. 
Çünkü aynı Menbiç benzeri bir durum (süreç) karşımızda duruyor.

***
MSB, 23 Temmuz’da yaptığı açıklamada; “Bakan Akar ile ABD Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey arasındaki görüşmede mutabık kalındığı üzere; her iki ülkenin askeri yetkilileri arasında, Suriye kuzeyinde koordineli bir şekilde tesis edilmesi planlanan Güvenli Bölgeye yönelik müşterek çalışma bugün MSB/Ankara'da icra edildi. Türk ve Amerikan askeri yetkilileri arasında gerçekleşen görüşmelerin önümüzdeki günlerde devam etmesi planlandı” dendi.
Geniş açıklamada ise; “Fırat'ın doğusunda ‘güvenli bölge’ tesisi ile DEAŞ'la mücadele başta olmak üzere Suriye'de son dönemde yaşanan gelişmelerin ele alındığı belirtildi ve bu kapsamda Bakan Akar tarafından; Fırat'ın doğusunda Türkiye ve ABD'nin koordineli bir şekilde birlikte 'güvenli bölge' tesisi, PKK/YPG terör örgütü unsurlarının güvenli bölgeden çıkarılması, ayrıca, bölgedeki mevzii ve tahkimatın imha edilmesi ve ağır silahlarının toplanması, yerinden edilen Suriyeli kardeşlerimizin evlerine dönmeleri için gerekli şartların oluşturulması, Türkiye'nin mücadelesinin Kürt ve Arap kardeşlerimiz ve diğer etnik/dini gruplarla olmayıp, DEAŞ ve PKK/YPG'li teröristlerle olduğu, ABD'li bazı sivil, asker üst düzey yetkililerin, PKK/YPG terör örgütü elebaşları ile Suriye'de yaptıkları görüşmelerden rahatsızlık duyulduğu ifade edilmiştir" ifadeleri yer aldı.

***
Fırat’ın doğusundaki olası süreci Menbiç örneğinin gölgesinde okur isek Türkiye-ABD ilişkilerinde sayısız kere rastlanan bu bildik durum Fırat’ın doğusunda da aynı şekilde tecelli edecek midir?
Ya da başka bir ifadeyle Türkiye buna, bu kez izin verecek midir?
Ya da bu “Güvenli Bölge” havucuyla, uzadıkça uzayan süreçler eşliğinde Türkiye yine-yeni ve bir kez daha oyalanacak, avutulacak, yanıltılacak, şaşırtılacak, aldatılacak, kandırılacak, geciktirilecek, engellenecek midir?
Ya da sığ bir derinlikte minik bir güvenli bölgeyle dolaylı (ya da doğrusal) YPG/DSG’nin meşruiyeti kabul edilsin mi istenecektir?
Bu noktada Türkiye’nin ortaya koyacağı akıl, kararlılık, mukavemet ve olası etki son derece önem kazanmış durumda.
Öte yanıyla bu etkinin İran krizinin istim üstünde olduğu şu güncede, zamanlaması son derece önemli!

***
Ümit ederim milletin bu dar gününde son derece büyük bir bedelle sınıra yığdığı on binlerce evladından oluşan yığınak ve bu yığınağın Türkiye tezinin kabulüne dair üreteceği caydırıcılık, olmazsa üreteceği saha etkisi, ABD’nin yeni bir oyununa gelip mundar olmaz.
Bu sadece ülkemiz için değil, coğrafyanın istikrarı ve insanlığın umudu adına son derece önemlidir.
Yoksa insanlık ve Türkiye teröre, yıkıma ve bozgunculuğa karşı büyük bir mağlubiyet alır.