HANİ "28 ŞUBAT" BİTMİŞTİ

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Dün teröre destek veren şeyhler ve "hocaefendiler" olduğu gibi, bugün sübyancı, yarın muhabbet tellalı, başka gün ihâleye fesat karıştıran, daha başka gün kumarhâne işletmecisi olduğunu gizlemek için "şeyh" ve benzeri sıfatı kullanan birçok kişi olacaktır.

Bir önceki (2 Eylül 2020, Gündem oluşturamayan gündeme tâbi olur) yazımda, gündem ile ilgili konuşmanın tehlikeleri, risklerini yazmıştım. Servis edilen konular üzerinden oluşturulan (yapay) gündemin çoğu zaman başkalarının değirmenine su taşımak olduğu fikrimde ısrarcıyım. “Dinî görünümlü grupları anlama kılavuzu” adlı seriye başlayarak kendi gündemimi yazdığım için, gündemdeki konulardan birine değinmekte beis görmüyorum. Yâni benim kendi gündemim olarak yazmaya başladığım ve daha önce, giriş yazısı ve ilk beş madde olmak üzere altı tânesini yazdığım konunun gündem olması, benim kendi gündemimden çıkmama sebep olmayacaktır.

Bu yazı dizisine başlarken, daha önce değişik vesilelerle, 667 sayılı Tekke ve Zâviyeler Kanunu’nun artık kaldırılmasıyla ilgili yazdığım yazıların da hatırlanacağını düşünmüştüm. Bu yazıların ana fikri, 1925 yılında çıkan bu kanun ile tekke ve dergâhların kapatılmasının, toplumsal yapının bir gerçeği olan bu dinî sivil toplum kuruluşlarının, devletin kontrolü olmadan birer yeraltı yapılanmasına dönüştüğünü savunmaktaydı.

Bugünlerde böyle bir yeraltı yapılanmasının başında bulunan bir müptezelin sapıklığı ve sübyancılığı sebebiyle tarikatlar yine hedef tahtası hâline getirildi. Önceden dosyalanıp şimdi servis edilen bu sapıklık yüzünden yine İslâm, yine samimi Müslümanlar ve yine tarikatlar yıpratılıyor. Her kameranın önüne geçenin “online” sohbet veya psikolojik terapi seansı yaptığı, bilinçaltına indiği ülkemizde hep Müslümanlar için “vurun Abalıya” deniyor. Tabi bu saldırıya en çok sevinenler, kendini Atatürk’ün gölgesine gizleyip başka bir müptezellik içinde olan Kemalistler ve diğer İslâm düşmanları.

Aslında bugün sizlere “Dinî görünümlü grupları anlama kılavuzu” adlı yazı dizisinin Madde-6’sını yazacaktım. Bu madde, grubun başındaki kişiye toz kondurulmaması ve mutlak mâsumiyet zırhına büründürülmesi ile alakalıdır. Bu “günâhsızlık kültü” ve “putlaştırma” anlayışının zararlarını daha önce çok gördük ve görüyoruz.

28 Şubatcık!

Ülkemizin sosyo-politik târihinde “28 Şubat Süreci” olarak bilenen süreç, dönemin genel kurmay başkanı tarafından “1000 yıl sürecek” şeklinde savunulmuştu. Kamuoyunun dikkati “başörtüsü” üzerine çekildiği için, bu sorunun çözülmesiyle 28 Şubat sürecinin bittiğini düşündük. Böyle düşünmekte haksız da değiliz. Zira eskiden doğurup büyüttüğü ve askere gönderdiği çocuğunun yemin törenine alınmayan başörtülü teyzelerin kızları artık polis, hakim, savcı, öğretmen oluyor. “Tesettür piyasası” sebebiyle en “modern ve çağdaş” markaların bile üç-dört basamaklı fiyatlarla başörtüsü satması, bana her zaman rahatsızlık vermiş ve 28 Şubat sürecinin hâlâ bitmediğini düşündürmüştür. “Tesettür defileleri”, 28 Şubat Sürecinin bir başarısıdır!

Bir sübyancı veya tecâvüzcü sapığın, önünden geçtiği için adının birlikte anıldığı dinî kurumlar, hâlâ toplumda “zenci” muamelesi görüyorsa ve “bunların hepsi bir” yaftası asılıyorsa, 28 Şubat Süreci değil bitmek, uykuya bile dalmamış, demektir.

Tecâvüz ettiğini inkâr etmeyecek kadar ar damarı patlamış olan terörist uzantıları, paçayı partilerinden istifa ederek kurtarıyorsa, karısına veya sevgilisine şiddet uygulayan ünlü dizi oyuncuları, haber sunucuları, rock müzik yıldızları, “kendini temize çıkarana kadar” mâzeretiyle kamuoyunun unutması sağlanıyor ve kendi câmialarına tek bir toz kondurulmuyorsa, 28 Şubat Süreci’nin kurucuları hâlâ işin başında ve tetikte demektir.

Şeyhin sahtesi olmazmış

“Dinî görünümlü grupları anlama kılavuzu”nu yazmaya başlamamın sebebi, İslâm’ı bir kisve gibi kullanmak isteyenlere karşı takınılacak tutuma, kendi bildiğim kadarıyla destek olmaktı. Şimdi “şeyhin sahtesi olmaz, çünkü İslâm’da şeyhlik ve ruhbanlık yoktur” diyenler bilmelidir ki, her şeyin olduğu gibi şeyhliğin de sahtesi olur. Sahte erkekliğin, sahte kadınlığın, sahte doktorluğun olduğu dünyâda, sahte şeyhliğin olmadığını düşünmek, fazla iyimserlik olur. Ama bu iyimserlik, saflık derecesine çıkarsa, sahte şeyhlerin görünmesi mümkün olmaz.

Dün teröre destek veren şeyhler ve “hocaefendiler” olduğu gibi, bugün sübyancı, yarın muhabbet tellalı, başka gün ihâleye fesat karıştıran, daha başka gün kumarhâne işletmecisi olduğunu gizlemek için “şeyh” ve benzeri sıfatı kullanan birçok kişi olacaktır.

Aynı hikâye, aynı senaryo

28 Şubat Süreci’nin en ateşli günlerinde istediği haracı alamadığı için fırının, pastanenin mutfağına veya deposuna fâre ölüsü koyanlar, bugün yine istediğini alamayınca açığını bildiği veya açık vermesi için önce destekler gibi yapıp sonra da dosyasını hazırladığı müptezellerle benzer oyunu oynamaya kalkıyor. Sosyal medyanın hedefinde olan yirmi yaş altı genç nesil, 28 Şubat Süreci’ni bilmediği için, her paylaşımı “kutsal bilgi” olarak görüp inanmaktadır. Yaşı daha ileri olanlar da, “devran dönecek hevesi”ni canlı tutmak için önlerine atılan her şeye inanmakta ve bâzıları da, 15 Temmuz gecesi darbeye kadeh kaldıranlar gibi, buna benzeyen kurgu haberleri, içkilerine meze yapmaktadır.

Son çırpınış

Elbette “1000 yıl” sürmesi beklenen sürecin birkaç yılda tamâmen yok olması hayalperestlik olur. Ancak bunlar son çırpınışlarıdır. Emekliye ayrılmadan önce son vurgunu yapmak isteyen hırsızlar çetesi gibi davranan bu câmia, “bekledikleri mesih” gelmeyince, kendi köşelerine çekilip ezberlerindeki birkaç marşı söyleyerek avunmaktan başka bir şey yapamayacaktır.