HAYATIN ANLAMI NEDİR?

Dr. İlhami FINDIKÇI
İnsan olarak hayatımızın anlamıyla buluşmaya ihtiyacımız var.

‘Hayatın anlamı nedir?’ sorusuna verilecek cevap, dünyadaki insan sayısı kadar çeşitlenebilir. Kendi gerçeğinin peşine düşen insan, bu gerçeğe yüklediği anlam üzerinden hayatı kavramaya çalışır. Yani varlığa yüklediğimiz mana, hayatımızı inşa etmemizi sağlar.

İnsan olarak hayatımızın anlamıyla buluşmaya ihtiyacımız var. Bu ihtiyacımız giderilmediğinde yahut eksik kaldığında psikolojik uyumumuz ve dengemiz bozulur. Çünkü dünya; dağları, ovaları, nehirleri, okyanusları, yer altı ve yer üstü görünür zenginlikleri kadar görünmez anlam zenginliğini de içermektedir. Bu durum uçsuz bucaksız evren için de geçerlidir. Yani varlık, bilim yoluyla ölçülüp deneyimlenen, görünen somut maddi yönü ve sezgilerle hissedilen görünmez anlam yönüyle bir bütündür. Dolayısıyla varlığın maddi yönü, mana yönüne muhtaçtır.

Şimdi asıl soruya gelelim: Kendi gerçeğimize ulaşma yolculuğunun ilk kilometre taşı olan hayatın anlamına ilişkin algılarımız, nasıl gelişir ve yerleşir? Psikolojik sağlığımız için hayatımızın anlam arayışını, hangi kaynaklardan devşiririz ve besleriz?

Psikolojinin en önemli isimlerinden, Bireysel Psikoloji yaklaşımının kurucusu, Avusturyalı ünlü psikiyatrist Alfred Adler’in (1870-1937), bu sorulara cevap olabilecek çalışmaları büyük ilgi görmüştür. Hekim olduktan sonra psikoloji alanında araştırmalara başlayan Adler; 1921’de Viyana’da ilk çocuk rehberliği kliniğini kurmuş, çalışmalarında ve eserlerinde bireyi çevresiyle ilişkileri içerisinde ele almak gerektiğini savunmuş, psikolojik sorunların çözümlenmesinde toplumsal değerlerin ve hayatın anlamına yönelik algıların önemini vurgulamıştır.

VARLIKLA İLİŞKİMİZ

Yaşamayı bir sanata benzeten Adler’e göre insan; (Yaşamın Anlamı ve Amacı, Çev.: Kamuran Şipal, Say Yay., İstanbul) anlamlı ilişkiler dünyasında yer alır ve gerçeği, ona yüklediği anlam penceresinden algılar. Hayatın anlamına yönelik bu algılama, üç aşamada gerçekleşir:

* İnsan, yaşadığı dünyanın çizdiği sınırlar çerçevesinde kendini geliştirmek zorundadır.

* İnsanın sınırlı bir gücü olduğundan amaçlarına erişmek için diğerlerine ve toplumsal yaşama ihtiyacı vardır.

* İnsanın sevgiye, ait olmaya ve aile kurmaya ihtiyacı vardır.

            Şu halde hayatın anlamına ilişkin sağlıklı bir algının oluşması için sürekli bir öğrenme etkinliği ve kendimizi geliştirme çabası içinde olmamız gerekir. Aynı şekilde diğer insanlarla uyumlu bir sosyal ilişki yumağı içinde, toplumun bir ferdi olmanın sorumluluğuna sahip olmamız ve nihayet kendimizi ait hissettiğimiz, sevginin hâkim olduğu bir aile ortamı içinde, sezgi, duygu ve gönül dünyamızın potansiyelini kullanmamız gerekli ve önemlidir. Aile; insanın yaşam deneyimlerinin temellerinin atıldığı ve hayatın anlamına ilişkin ilk algılarımızın filizlendiği yerdir. Yetişkinlerin, çocukların duygusal yaşamında belirleyici model olmaları bundandır.

            Yıllardır beraber olduğumuz bireyler, aileler ve aile şirketlerinden öğrendiklerimizden hareketle insanların yaşadıkları sorunların, sayamayacağımız kadar çeşitli olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu sorunların özünde ve çözümünde hayata yüklediğimiz anlam ve varlıkla ilişkimizdeki uyum ya da uyumsuzluk yer alır.

‘BEN MERKEZLİ’ ANLAM

Genel olarak iletişim sorunları, davranış kusurları ve anti sosyal davranışları olan, sosyal yaşamdan kendi içine doğru çekilen yahut öç alırcasına insanlarla mücadele içinde bir hayat süren kısacası uyumu bozulmuş bireylerin; hayata yükledikleri anlamda sıkıntı vardır. Ve bu sıkıntının kaynağında genel olarak yaşama yüklenen anlamın kişisel ve bireyci bir nitelik taşıması yer alır.

Sadece kendi amaçlarına ulaşmaktan haz duymak, bütün ilişkilerini kendi kazançları için organize etmek, sosyal ilişkilerini kişisel üstünlüğüne hizmet için kullanmak, kendisini her ilişkinin merkezinde görmek, paylaşmada zorlanmak, sadece kendi alın terine saygı duymak, kendisinin dışındaki sözlere kulağını kapatmak, her şeye kendi görüş açısından ve çıkarından bakmak, hep en iyisi olduğunu düşünmek ve sadece kendisini dinlemek…

Tüm bu davranışlar, hayata yüklenen ‘ben merkezli’ anlamın yol açtığı uyumsuzluğun belirtileridir. Evet, hayatın anlamını, evrensel değerlerden soyutlayarak ötekini dışlayan ve sadece kendine hizmet eden bir algı düzeyinde yaşayan bireyin dengesi bozuluyor. Hayata ben merkezli bir anlam yükleyen bireyi ayakta tutan; maddi varlık, şöhret, üstün olma, bilinme gibi kişisel hedeflerdir.

Sadece kendisi için zafer kazanma peşinde koşanlar, belki geçici hazlarla mutlu olabilirler ama hayatın gerçek anlamıyla buluşamadıklarından dolayı gerçek yaşama sevincine erişemezler. Psikolojik uyumları bozulur ve mutsuz olurlar.

Oysaki kendi hayatımıza anlam yüklemenin ve uyumlu bir birey olabilmemizin yolu, başkaları için var olabilmekten, diğerini de düşünebilmekten ve iyilik üretmekten geçer. Adler’in ifade ettiği gibi ‘Hayatın anlamı toplum için çalışmaktır’. Çünkü insan sosyal bir varlıktır ve diğer insanlarla ilişki içinde olmaya, bağ kurmaya ihtiyacı vardır. İnanç sistemimizin getirdiği insanın insan üzerindeki hakkının, bütün hakların üzerinde tutulmasının, insanlık tarihinin birikimi olan demokrasinin bu denli önemli olmasının nedeni de budur.

Hayatın içini sadece kendimize hizmet edecek amaçlarla doldurmak, her türlü ilişkimizi, işimizi, doğrudan ve dolaylı olarak kendimize dönük sonuçlar için kullanmak, bizi hayatın gerçek anlamından uzaklaştıracaktır.