HER ŞEY İZMİR MARŞI'YLA ÇÖZÜLSEYDİ…

Ekin GÜN 11 Haz 2018

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
Piri Reis Üniversitesi'nin mezuniyet gününde yaşananları izleyince bir kez daha ikna oldum. Neye ikna olduğumu birazdan anlatacağım. Ama önce yaşananları bir hatırlayalım.

Piri Reis Üniversitesi’nin mezuniyet günü var ve bu güne davetli olarak Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan katılıyor. Klasik bir mezuniyet seremonisinin olduğu anda öğrenciler ve salon “protesto” amaçlı İzmir Marşı’nı söylemeye başlıyorlar, ardından da “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı hep bir ağızdan dillendiriliyor. Daha sonrasında ise Yılmaz ve Arslan salondan ayrılmak zorunda kalıyor.

Gerçekten bunun bir protesto anlamı taşıdığına inansaydım, emin olun bu yazıyı yazmazdım. Ama artık tüm tribünlerde, tüm gece kulüplerinde ve sokakta ideolojik anlam taşıyan bu marşın söylenmesinde insan iyi niyet aramıyor. Bazen bir bar taburesinde, bazen hiç ilgisi alakası olmayan stadyum ve spor salonlarında bazen ise böyle mezuniyet günlerinde bu marş karşımıza çıkıyor. Güya, “biz Atatürkçüyüz, siz değilsiniz” mesajını bu marş üzerinden vererek “modernlik” kasma ayini yapılıyor. Modernlikten ne anladıklarını ya da anlamış oldukları şeyin modernlik değil de faşizm olduğundan haberdarlar mı emin değilim ama göründüğü üzere pek de haberleri yok gibi duruyor.

Mezuniyet gününe gelmiş bir misafiri bu marşı söyleyerek protesto etme amacının ne olduğunu anlamış değilim. Her şeyi bir kenara bırakıp protesto deyip geçebiliriz ama seçime 14 gün kala bu marşla verilen mesaj çok açık. Gerçekten bu mesajın bilinçli bir şekilde verilmiş olduğuna inansaydım, ortada bu kadar net konuşulacak bir şey de olmazdı. Fakat verilen mesaj, “biz moderniz, siz gericisinizden” öteye gitmiyor ne yazık ki. Peki neye göre, kime göre?

Her fırsatta ifade ettiğim gibi ne elitizmde ne de modernlikte herhangi bir şey yok. Ana problem kendilerini elitist ya da modern olarak ifade edenlerin böyle olmamasında saklı. Çünkü kendi fikrinden başka hiçbir düşünceyi kabul etmeyen, tamamen kendi doğrularına dogmatik bir bakış açısıyla sıkı sıkı bağlı olan, modernliği alkol tüketmekte, güzel giyinmekte ya da sahile karşı yemek yemekte gören bir toplulukla imtihanımız henüz bitmiş değil. Mümkün mertebede bitmeyecek. Özgürlükten dem vuranlara “ne zaman özgürlüğünüz kısıtlandı?” diye sorduğunuzda ise alacağınız cevap “hapiste tutuklu gazeteciler var” oluyor en fazla. Onda bile o kişilerin gazetecilik faaliyetlerinden ötürü değil de terör suçlarından dolayı içerde yattıklarını bilmiyorlar. Çünkü okumuyorlar, sorgulamıyorlar, sadece nefret algılarına göre gelişen ezberlere ve klişelere inanmayı almış oldukları pozisyonu kaybetmemek adına kullanıyorlar. Eğer onların algısıyla söylersek gerçekten özgürlüklerin kısıtlandığı bir ülke olsaydı burası, saat 22.00’dan sonra alkol satışının yasak olduğu unutulmaz, tüm market ve bakkallar alkol vermemiş olurdu.

Okullarına ismini veren Piri Reis’i bile ne kadar tanıyorlar, inanın bilmiyorum. Lakin bizim evveliyatımızda olmayacak şekilde gelen bir misafiri kovmak için bu tarz çalışılmış hareketleri tekrar sahneye koymak, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” derken bu davranışlarından ötürü Mustafa Kemal yaşasaydı ilk onun tepki göstereceğini bilememek, özgürlük denen şeyin tahammül demek olduğunu ve herkesin bu tahammül çerçevesinde yaşamanın bir toplum bilinci olduğunu kavrayamamak en asgari insani şartları bile karşılamıyor.

Yoksa… İster bar taburesinde, ister stadyumda, spor salonunda isterse bir mezuniyet gününde, hatta şezlongda dilediğince söyle Kafkasya pardon İzmir Marşı’nı… Savunduğun, benimsediğin, ezberlediğin hatta bazen uğruna kavga ettiğin şeyleri bile bilmedikten sonra ne fayda!

Ali Koç başkan, Fenerbahçe şampiyon! 

Her fırsatta ifade ederim… Ben ne futbolseverim, ne de sporseverim; ben Fenerbahçeliyim.

En kötü zamanda bile Fenerbahçe’yle ilgili haberleri takip eder, takımıma elimden gelen desteği yaparım.

Bu benim için bir tutku adeta, bir aşk.

Çok da göze vurmam, aşkımı içimde yaşarım, birçok kişi hangi takımı tuttuğumu bile bilmez mesela.

Öyle bir aşk ki benim için, sanki dile vurunca bu aşkın kapılacağını hissetmek gibi.

Fenerbahçe’de geçen hafta kongre süreci yaşandı ve Ali Koç başkan oldu.

Türlü spekülâsyonlarda beraberinde geldi tabi.

Açık söyleyeyim… Ali Koç’un kazanmasını içten içe istedim. Çünkü son zamanlarda kulübün kötü yönetilişi ve sportif anlamda yaşanan başarısızlıklar Fenerbahçe taraftarının da sabrını taşırmıştı.

Evet, Aziz Yıldırım bu kulübe çok şey kattı. 20 yılda kattıklarıyla efsane ya da onursal başkan olmayı sonuna kadar hak etti ama bazen zirvede bırakmanın da erdem olduğu kanaatindeyim.

Aziz Yıldırım bedel de ödedi. Hain FETÖ şebekesinin 3 Temmuz kumpasının kurbanı oldu, Fenerbahçe için hapis yattı. Arkasında koskoca 25 milyon Fenerbahçe taraftarı da Yıldırım’ın yanında bir kale gibi durdu.

3 Temmuz şike kumpasında Fenerbahçe’nin başına gelenler başka bir kulübün başına gelmiş olsaydı şayet o kulüp muhtemelen tarihin tozlu raflarına ismini yazdırmıştı.

Ama Fenerbahçe için öyle olmadı, dev bir çınar küllerinden yeniden doğdu adeta.

Bugün aynı kumpas olsa, Aziz Yıldırım’a karşı aynı hainliği yapsalar Fenerbahçe taraftarı yine Yıldırım’ın yanında olur ve gereken tepkiyi gösterir.

Lakin, bazı şeyleri kabul edemiyorum. Aziz Yıldırım’a karşı çıkan herkesin “hain” olarak lanse edilmesini de doğru bulmuyorum.

Sonuçta bu bir seçim, kim kazanırsa o başkan olur, bu kadar basit.

Mesele camia olarak kenetlenip Fenerbahçe’yi en iyi yerlere taşımak olmalı.

Aziz Yıldırım’ın da bu süreçte Fenerbahçe’nin ve taraftarın yanında olacağına inanıyorum.

Her şey için teşekkürler Aziz Başkan.

Ve…

Tebrikler Ali Koç.

Bedelli muamması… 

Hükümet kanadından “bedelli askerlikle” ilgili son bir iki aydır açıklamalar yapılıyor.

Bazen bedelli askerliğin çıkacağı söyleniyor, bazen ise gündemde olmadığı.

Ama son zamanlarda Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklamış olduğu üzere seçimden sonra bedelliyle ilgili çalışmanın yapılacağı kesinleşmiş gibi duruyor.

O kadar belirsizliğin üstüne yapılması da bence doğru olur.

Çünkü 5 milyona yakın kişi bedelliyi bekliyor ve bu konunun hiç değilse belirsizliğe mahkûm edilmemesi şart. Ayrıca bu konu istismara da açık hale gelmemeli.

O nedenle hükümet bence artık bedelliyle ilgili söz vermiş gibi oldu, bu sözün de yerine getirilmesi gerekiyor.

Seçimlerle ilgili 2 soru 

BİR: Nereye gitsem ya da nereden geçsem parti marşlarının ve anonslarının söylendiği parti arabalarına denk geliyorum. Evde bile durduğumda bangır bangır ses sanki evin içindeymiş gibi yankılanıyor. Hayatımda hiç bu parti arabalarında çalan müziğe bakıp da oyunu değiştiren kimse görmedim. Acaba bu müzikli parti arabalarını bir dahaki seçimlerde kullanmasak mı?

İKİ: Açıkçası çok bilmiyorum. Çünkü partilerin seçim beyannamelerinin hepsini okumadım. Sokak hayvanları ya da genel olarak hayvanlarla ilgili proje üreten ya da vaadi olan bir parti var mı? Merak ediyorum, eğer varsa gelecek hafta köşemde yayınlayacağım.

Bu haftanın favori Spotify şarkılarım 

-         Teoman - Bugün

-         Şebnem Ferah – Küllerinden

-         Sting – Shape of My Heart

-         Cecilia Krull – My Life Is Going On

-         Bebe – Tu Silencio