HİKÂYENİZ VAR MI?

Dr. İlhami FINDIKÇI
Bir insan olarak nasıl bir hikâyemiz var acaba? Tanıştığımız aile şirketi sahiplerinde, liderlerde ve özellikle işe alınacak yönetici adaylarında öncelikle aradığımız özellik kişinin bir hikâyesinin olup olmadığıdır.

Elbette herkesin hayatının bir geçmişi ve hikâyesi vardır. Ama sözünü ettiğimiz; yaşamında bir fark üreten, başkalarının ihtiyaçlarını keşfeden ve bu uğurda çaba gösteren, dünyaya bir şeyler verme derdinde olan, çevresindekilere rehberlik eden, eser üreten, marka bir kişilik. Zira hakkıyla bir yerlere gelen herkes bir markadır ve her markanın bir hikâyesi vardır.

Marka olmak, herhangi bir ürün ya da hizmette olduğu gibi zorlama ile yahut bilinme derdi ile ulaşılan bir sonuç değildir. Ürün ya da hizmetin, insanlara gerçekten katma değer sağlaması gerekir. Bir markayı tercih etmemiz için onun, bizi yakalamış, benzerlerinden farklılaşmış, bu farkı zihnimize yerleştirmiş olması, beğenimizi kazanacak bir içerik, düşünce, şekil, renk yahut bir duygu yüklemiş olması gereklidir.

Peki, düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımızla biz, insanlara ne yüklüyoruz acaba? Kişiliğimizin derinlerindeki potansiyeli nasıl bir çaba ile ortaya koyuyoruz?

Amaç Bilinmek Değil

Hikâyesi olan örneklerin bazıları ömürlerinde ciddi bir mal varlığı edinmiş, zengin olmuş ve yüzlerce insana aş kapısı olmuş, bazıları dünya ölçüsünde bir sanat eseri üretmiş, kimi yıllarca uğraşarak bilimsel bir keşif yapmış, kimi yazdığı kitaplarla milyonların gönlüne dokunmuş. Kimi temsil ettiği inanç sistemiyle insanlığa güzel bir istikamet vermiş, kimi ömrünü yaşlılara yardıma adamış, kimi mücadele azmi ve liderlik gücüyle toplumları biçare olmaktan kurtararak özgürlüklerine kavuşturmuş.

Yüzlercesini sayabileceğimiz bilinen bu örneklerin dışında sessiz bir hayat yaşayarak çevresine ışık olmuş kişiler daha da fazladır. Tüm bu örneklerin ortak özelliği, bilinmek ya da tanınmak derdinin dışında onları farklı kılan bir hikâyelerinin olmasıdır. Kişisel derinliklerini ve performanslarını, kendilerine değil insanlığa harcamış, adanmış kişilikler...  

Ancak bir gerçek var ki tüketimle karakterize olan bugünün dünyası, insanların kendilerine özel bir hikâye yazma imkânını giderek daraltıyor. Bırakın bir fark üretmeyi, hikâye yazmayı ve bir marka olmayı, hayata tutunmakta, kendisine bağışlanmış hayatın hakkını vermekte, daha da önemlisi kendisini yönetmekte zorlanan insanlar çığ gibi artıyor.

 Çünkü teknoloji dünyasının insanlığa sunduğu hıza ve ihtişama rağmen insani değerlerin giderek aşındığı dünyamız, her geçen gün ruhsal bir fakirliğin pençesine yuvarlanıyor. Ve insanı insan yapan bazı temel kavramlar sessizce aramızdan ayrılıyor. Kelime hazinemizden eksilmekle kalmayan bu kavramlar, düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımızı da terk ediyor. İşte bu terkler, bizi sıradanlaştırıyor ve kendi özel farkımızı üretmemizi engelliyor. Mesela; feraset, merhamet, şefkat, mutmain olmak, ihtimam, tefekkür, ahlak, adalet… Bu kavramlar ve daha nicesi bizi terk ediyor.

Mesele Kendimizi Bilmektir

Hal böyleyken ne yapılabilir ki demek ve geride durmak, çağın hastalığına kapılmaktır. Düşünür Epiktetos’un dediği gibi; “Allah’ın bize verdiği en büyük nimet, sahip olduğumuz ama farkında olmadığımız özelliklerimizi, kendimizde keşfetme kudretidir.” Bu ise aktif bir çalışma ve aralıksız bir mücadeleye bağlıdır.

Sıradanlığın, standartlaşmanın, bireyselliğin dalga dalga yayıldığı yeryüzünde, insan olarak bizi terk eden güzellikleri yeniden yakalamanın, derinliğimizi ortaya koymanın ve kendimizi bilmenin çabasına ihtiyacımız var. Mesele sadece başarılı olmak, verimli olmak, bir makama gelmek, çok para kazanmak değildir. Mesele evde, iş ortamında, toplumda benlik zırhından kurtulmak ve hizmetkâr olmayı becerecek bir ruh halini yakalamaktır.

Hikâyemizi oluşturacak asıl mesele hayal etmek, hedefler koymak hem ısrarcı ve mücadeleci hem de sabırlı olmak, tüm bunlar için de çok çalışmaktır. Gerektiğinde risk almak, soru sormak, güzel bir iletişim dilini yakalamak bunun için en uygun rehberi bulmaktır mesele. Mesele bilimsel duruşu yitirmeden ahlakı ve temel insani değerleri yeniden hayatımızın merkezine yerleştirmektir.