​HÜZÜNLÜ KASIM'DA FUARA SEYAHAT

Ömer EROĞAN 04 Ara 2017

Ömer EROĞAN
Tüm Yazıları
İki hafta önce bir Cumartesi günü, öğleden sonra TÜYAP Sergi alanındaki, kitap fuarına gitmek istedik.

İki hafta önce bir Cumartesi günü, öğleden sonra TÜYAP Sergi alanındaki, kitap fuarına gitmek istedik.. İstanbul’un merkezinden Beylikdüzü mevkiine iki saati aşkın bir sürede varabildik. Herhalde bu kadar uzun süreli bir otomobil yolculuğu neticesi, mesela Edirne’ye gidip tarihi eserler temaşa edilebilir veya Bolu’ya erişilip temiz dağ havası alınabilirdi. Neyse ki, aracı kullanan Şafak kardeşimizin esprili ve olgun sohbeti bizlerin trafik işkencesini çok daha az hissetmemizi sağladı.

Zorlukla da olsa sergi alanının salonlarına eriştiğimizde neredeyse mahşeri bir kalabalıkla karşılaştık. Bu tarz kapalı alanlardaki binlerce voltluk statik elektrik ve devamlı hareket halindeki yoğun kalabalığa rağmen havada ki huzurun etkisi oldukça şaşırtıcı idi. Dışarıdaki hüzünlü Kasım havası yerine içeride bayram sevinci yaşanıyordu adeta…  

Fuarı gezerken pek çok insanla karşılaşıp sohbet etme imkanımız oldu. İşte karşılaştığım bazı muhteremler ile yaptığımız kısa sohbetler: 

Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Tarih Bölümü  mensubu – Yazar Prof. Dr. Vahdettin Engin: 

Bir merhabanın ardından ilk sorumuz son kitabının içeriğini oluyor hayliyle. 

Lütfen son kitabınızın içeriğini biraz izah edebilir misiniz? 

Evet son kitabım Arzu Hanım’ın Babaannesinin amcası Sultan II. Abdülhamit ile ilgili bir kitap. Sultan II. Abdülhamit’in doğumundan başlayarak o yaşadığı süreci hem sosyal hayatı anlamında hem de siyasi gelişmeler anlamında ele aldım. Yani aşağı yukarı Padişahın doğumundan ölümüne kadar olan bir süreci anlattım. Çoğunlukla da sağlıklı kaynaklar kullanarak.. Yani arşiv belgeleri, dönemin gazete haberleri veya diğer basılı kaynaklar. Bunların tamamı güvenilir kaynaklar. Böyle bir çalışma hazırladım. Çünkü bunun bir ihtiyaç olduğunuda düşünüyorum. II. Abdülhamit hakkında biliyorsunuz bir çok şey söyleniyor.. 

Ben de tam o noktaya gelecektim sizi kesmek istemedim.. 

Belki de herkes kendi ideolojik düşüncesine göre bir II.Abdülhamit figürü ortaya koyuyor. 

Evet ideolojik olabilir, okuyucu gözüyle baktığımız zaman naçizane düşüncemiz tevatürlere dayalı bir takım düşünceler ortalıkta geziniyor, bunlar pek sağlıklı temellere dayanmıyor , hatta bugünün şartlarından dünü değerlendirip mebzul görüşler belirtiliyor ve sonuçta yüz yıl öncesinin tarihi şahsiyetleri ya olduğu yerden daha yukarı ve ya olduğu yerden daha aşağı  konulması ısrarı gibi çarpık bir bilgilendirme süreci bitmeden ve tükenmeden devam ediyor. 

Evet, bunun biraz aşılması için, tam anlamıyla Abdülhamid kimdir? Bunu ortaya koymaya çalıştım, bir de hakkını vermeye çalıştım yani II. Abdülhamid doğrusuyla yanlışıyla budur. öyle olunca işte bu kitap ortaya çıktı. 

Büyük eksiklik Türkiye’de..

Gerçekten bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Ha birde uzun yıllardır II.Abdülhamid dönemi çalışmalarım var, kamuoyunda böyle bir tanınmışlığım var. Dolayısıyla bunu benim yapmam gerektiğini düşünerek de aslında böyle bir çalışma ortaya koydum. Bir de II.Abdülhamid ile İttihat Terakki arasında aslında bir düşmanlık değil de aslında bunlarında birbirinin bir devamı olduğunu kısmen bur da vurgulamaya çalıştım. Şunu düşünüyorum, bir tarihçi olarak II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra 23 Temmuz 1908, şimdi orada çok enerjik genç bir nesil var, şimdi o nesil iktidara geldi, bir taraftan da tecrübeli Padişah var, bunlar beraber hareket etme imkanını bulup da ortaya bir sinerji çıkarabilselerdi ülke için çok olumlu yerlere gitmesi ihtimali vardı. Fakat 31 Mart olayı bunu bozdu.. Yani 31 Mart olayı gerçekleşmeseydi belki de o enerjik, genç vatansever kadrolarla II. Abdülhamid’in tecrübesi bir araya gelip ülkeyi çok olumlu noktalara getirebilmeleri söz konusuydu, ama 31 Mart olayından sonra bu mümkün değildi tabii.

31 Mart olayını da dış kaynaklı bir.. Provokatif bir girişim olarak da değerlendirmeliyiz...

Kesinlikle öyle ,geri planda Büyük Britanya’nın o dönem yönetimi’nin  olayı kışkırtması da vardır.. 

Son günlerde Sultan Reşat Han ile ilgili bir toplantı esnasında maatteessüf talihsiz beyanlar oldu ki , Sultan Reşat erkek kardeşinin kızı Naciye Sultanın Enver Paşa ile izdivacına vesile olan kişidir… Bu  açıdan da çok açıklayıcı oldu.. 

Ona da değinelim hakkaten, bu beyanda maalesef ortaya konulan bir takım rakamlar var, hiç biri doğru değil.. Bu kadar hata yapabiliyor ise bu maalesef Türkiye için de pek olumlu yerlere gitmiyoruz demektir. En azından bir takım çevreler açısından. Halbuki biz tarihimizi doğru bilmeliyiz ki, geçmişte yaşananları şöyle bir enine boyuna doğrusuyla değerlendireceğiz. Sonra bugünümüzü anlayacağız ve ona göre gelecek inşa edeceğiz kendimize. Ha şimdi, baştan yanılttığımız zaman insanları zaten kendinize bir gelecek inşa edemezsiniz.

Şüphesiz.. O yüzden işte bu tarz yanlış yönlendirmeler insanları… Talihsiz oldu .. Çok talihsizdi. İşin ilginç yanı şimdiye kadar pek rastlamadığımız, belki kamuoyunun çok dikkatini çekmedi ama aynı cenahtan Sayın Cumhurbaşkanı’nın da hemen takip eden bir iki gün içerisinde çok daha değişik bir açıklaması oldu .. 

Evet, şimdi muhtemelen şöyle olduğunu düşünüyorum Sayın Cumhurbaşkanı yıllar içinde geçirdiği tecrübeler neticesinde , aslında doğru tarihe sahip çıkmanın önemli olduğunun farkına vardı ve dolayısıyla gerek Mustafa Kemal Paşa olsun, gerek Enver Paşa olsun o dönemde ülkelerine çok önemli hizmetler etmiş insanları kötülemekle bir yere varılamayacağını gördü dolayısıyla bir sahiplenme.. O tarz ben okudum meseleyi yani..

Cumhurbaşkanının beyanı da öyle oldu… Az önce satır arasında belirttiğiniz dönemin en büyük emperyal gücü yönetiminin provokatif eylemi neticesi olanların devamı var tabii ki o yönetimler her daim pek rahat durmuyorlar, yani bu anlamsız fikri bölünmüşlük, mesnetsiz yerel fikir çatışmasının kökünde de büyük ihtimal bir takım dezenformasyonlar söz konusu.. 

Tabi yüzde yüz . Nasıl 31 Mart olayının arkasındaki yabancıların Türkiye’de düzeni bozmak, Türkiye’yi bir kaos ortamına itme çabaları varsa, bunlar sonradan da hep yaşandı. Milli mücadele yıllarını hatırlayalım değil mi? Sevr anlaşmasını hatırlayalım. Türkiye diye küçücük bir yer bize bıraktılar, yani lütfedip bıraktılar. O milli mücadele yapılmasaydı belki onu bile muhafaza edemeyecektik. Bunlar işte dışarıdan gelen bir takım baskıların neticesi, karşılandığı zaman siz burda galip geliyorsunuz ama o baskılara direnemediğiniz zaman ne oluyor, ülke büyük zarar görüyor. Maalesef.. Şimdi bunu idrak edildiği andan itibaren hem toplumsal barışı sağlama açısından hem de işte bütünlük sağlamak açısından tarihi değerlerimize sahip çıkacağız. Onların hataları olabilir, bir takım hatalar yapmışlardır, hepsinin hatası olabilir, ama esas olarak biz onlara hatasıyla, sevabıyla sahip çıktığımızda o zaman işte meseleleri bir bütün olarak görme imkanımız oluyor. 

Bugün de dışarıdan öyle saldırılar oluyor. Bugün de toplumsal anlamda hem bir iç barış açısından, hem de o gerginliklerin ortadan kalkması açısından o tarihi değerlerimiz bize çok önemli avantaj sağlıyor.. Sizler sayesinde de toplumumuz daha aydınlanmaya başlıyor yeni yeni inşallah.

Evet teşekkür ederim tarihçi olarak görevimiz. 

Ben teşekkür ediyorum, bu kısa görüşmede epey derin ve geniş bir konuyu çok güzel özetle ve çok anlaşılabilen bir lisanı üslupla veciz bir şekilde anlattınız müteşekkirim.