İBRAHİM KARAGÜL'E AÇIK MEKTUP

Doç. Dr. Can CEYLAN
İbrahim Karagül ile samimi yakınlığım ve tanışmışlığım yoktur.

Yeni Şafak gazetesi yazarlarından İbrahim Karagül, 19 Nisan 2021 târihli yazısında iddialı bir dâvette bulundu. Yazının ne kadar iddialı olduğunu yazının başlığından anlaşılıyor: “Bilge insanlar sahaya inmeli. Çıkın artık ortaya! Ön sıraya yerleşin. Siz olmadan olmaz”

İbrahim Karagül ile samimi yakınlığım ve tanışmışlığım yoktur. Gerçek Hayat dergisinde yazdığım yazılar sebebiyle bir kere Yeni Şafak gazetesinin koridorlarında karşılamıştık. Bir kere de, 15 Temmuz sürecinde Demokrasi Nöbetleri sırasında Kısıklı Meydanı’nda ayaküstü kısa bir konuşmamız olmuştu. İbrahim Karagül’ü yazılarından ve Yeni Şafak gazetesinin genel yayın yönetmenliği yaptığı süreçte, kritik zamanlarda gazetesinin cesur duruş ve tavır sergilemesiyle tanırım. Yazıları derinliklidir ve çok boyutlu ve çok yönlü bir yorum içeriğine sâhiptir.

Ancak 19 Nisan 2021 târihli yazısını okuduğumda aklıma ilk gelen şey, İbrahim Karagül’ün bilge kişilere yaptığı çağrının biraz yersiz olduğu idi. Kendisinin Twitter hesâbına yazdığım yorumda da şu soruyu sordum: “İbrahim Bey, genel yayın yönetmenliği döneminizde kaç bilge kişinin ortaya çıkmasına, ön sıraya yerleşmesine imkân verdiniz?”

İbrahim Karagül yazısında önemli bir tespit yapıp küresel olarak kritik bir dönemeçte olduğumuzu ve millî kaderimizi bu dönemdeki hamlelerimizin belirleyeceğini söylüyor. Başta millî savunma ve teknolojik yatırımlar olmak üzere kısa zamanda aldığımız mesâfenin daha ileriye gitmesi ve güçlenmesi için, sanat, mimâri, felsefe gibi konularda da atılım yapmamız gerektiğini hatırlatıyor. Bunun için bilge kişilerin ön plâna çıkmasını istiyor. Âdeta bir çağrı, bir seferberlik ilânı ortaya koyuyor. Bu düşüncelerinde haklı olduğuna kimse itiraz edemez.

Bu çağrının dikkate alınması ve dikkate alınırken çok yönlü yorumlanması gerektiğini düşünüyorum. İbrahim Karagül gibi medyaya geniş açıdan bakabilen pozisyonda olan bir kişinin bu yazıyı yazması dikkat çekicidir ve ciddiye alınması gerekir.

Çağrının içeriği

İbrahim Karagül, bilgelere hitâben yaptığı çağrıda risk almaları, öne çıkmaları ve çıkarılmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Bunun için de her şeyin devletten beklenmemesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin konforlarını bozmaları gerektiğine işâret etmektedir.

Her şeyi devletten bekleme hastalığımızın nelere mâl olduğunu görüyoruz. Ama bilgelerin öne çıkarılmaları konusunda medyanın çok da verimli çalıştığını söylemek maalesef mümkün değil. Başta Yeni Şafak gazetesinin bağlı bulunduğu medya grubunun diğer yayın organlarına batırılması gereken iğneler bulunmaktadır. İbrahim Karagül, Albayrak medya grubunun bu bilgelerin öne çıkmasına imkân tanıyacak mecrâları oluşturma konusunda üzerine düşen görevi yerine getirdiğini düşünüyor mu? Yoksa bu yazı, hem iğneyi hem de çuvaldızı kendine batırma, bir öz eleştiri yazısı mı? İbrahim Karagül, bu yazısıyla “Sana söylüyorum kızım, sen anla gelinim” sözünü tersinden söyleyip “Bilgelere söylüyorum ama önce biz yapalım” mı demek istiyor?

Bilgelerin imzâsı

İbrahim Karagül, bilgelerin ülkenin gelişmesine imza atmaları gerektiğini söylüyor. Elbette bilge kişilerin dâhil olacağı bir gelişim daha uzun vâdeli ve verimli olacaktır. Ancak bilge olmanın temel özelliklerinden biri de, talepkâr olmak değil, talep edilen makamda olmalarıdır.

Hz. Mevlânâ’nın benzetmesiyle söylersek, kuyumcu malını bağırarak satmaz. O malın değerini bilen kişi, kuyumcuya gider ve alır. Bilge kişiler, bezirgân değildir ki, bilgeliklerini mezata çıkarıp ön sıraya geçme yarışına girsinler!

İbn Sinâ’nın dediği gibi, “İlim ve sanat iltifat görmediği beldeyi terk eder”. Demek ki, bilgeleri meydana çıkarmanın yolu, bilgeliklerini takdir etmek ve onlara iltifat etmektir. Ama bilge kişilerin çağrılması gereken toplantılara yeni yetmeler, popüler isimler çağrılırsa; bilge kişilerin oturması gereken masalarda “star ışığı olanlar” oturursa, bilge kişilere hayattayken değil de, öldükten sonra ya da en iyi ihtimâlle ön sıraya gelemeyecek durumdayken ödül verilirse, hangi bilgeyi ön plâna çıkartabiliriz?!

Bilge kişilerin, gerçek sanatçıların, kendisini bile tekrar etmeyecek kadar her eserinde yaratıcılık ortaya koyan sanatkârların iltifat görmesi gerekir. Ancak bu iltifâtı odasının duvar rengine göre resim ya da hüsn-ü hat eseri alanlardan, sanatçıların açtığı sergilere fotoğraf çektirip gündeme gelmek için paylaşım yapanlardan, okuması yazmasından daha uzun süren kitapları yayınlayanlardan görmek istemezler.

Bilgeler, her konuda konuşup televizyon ekranlarını dolduranlarla yarışa girecek kadar seviyesizleşemezler. Bilgelere değerli olduklarını, onlarla ilgili belgesel hazırlayarak, biyografik kitap yayınlayarak hissettiremeyiz. Bilgeler kendilerine düşen sorumluluğu kendilerini güncel tutarak yerine getirirler. Ama onların emeklerinin ziyan olmaması için onların değerini geç kalmadan anlamamız gerekir. Bu yüzden İbrahim Karagül’ün yaptığı çağrının esas muhatabı bilgeler değil, bilgelere samimi iltifat etmesi gereken devlet erkânı ve cemiyetin ekonomik olarak önde gelen kesimidir.

Bilgelik kültürü

Kültür iyisiyle kötüsüyle bir bütündür. Bir kültürü, medeniyet hâline getiren de iyi taraflarının yaygınlaşıp benimsenecek kadar çoğaltılıp ön plâna çıkartılmasıdır. Bilgelik kültürü de irfâna dayalı bir yapıdır. Bu irfan, medyatik ve popüler olmaktan uzaktır. Zira bilgenin sunacağı şey, talep edenin anlayacağı ve talep edenin elinde değerini bulacağı bir şeydir. Fuarlarda dağıtılan eşantiyonlar gibi, her gelen geçene verilecek şey, bilgelik değildir. Meydan, eşantiyonlarla doluyken, bilgenin o meydana çıkması, kendi bilgeliğine ve bilgelik kültürüne terstir. Bu, bilgeliği ucuzlaştırıcı ve değersizleştirici bir davranış olur. Bilgelere yapılacak çağrı, “Meydana çıkın, öne çıkın” yerine, “Buyrun” demek olmalıdır.

Bilgelik kültürü, bilgelerin kendileri kadar onlara nasıl davranılacağını da ihtiva eder. Bilgeler ödül almak için iş yapan kişiler değil, yaptıkları işin toplumda karşılık görmesini bekleyen kişilerdir. Aksi takdirde bilge olmak yerine, müteahhitlik gibi karşılığını maddî olarak çok kısa sürede alacakları işler yaparlardı. O zaman da ne bilge olurlardı ne de bilgelik olurdu.

Bilgelik yapması beklenen üniversite çevrelerini, akademik etiketiyle değerlendirmek, adının önünde profesör yazana kadar görmezden gelmek, bu çevreleri bir zaman sonra atâlete ve konfora mahkûm etmektir.

Bilgelik, ihtiyarlıktır ama ihtiyarlık, yaşlılık değildir. Bilgenin yaşlanmasını beklemek, söyleyeceği sözün güncel olmasının önüne geçmektir. Eski defterlere gömülüp konuşanlar ise, güncel sorular soranlara güncel cevaplar veremeyeceği için bilgelik de yapamazlar. İbrahim Karagül’ün değindiği “yeni hayat”, bilgeliği güncel olanların iltifat görmesiyle şekillenebilir ve biz de o şekli veren ülkelerden olabiliriz.

Bilgeler, “siz üretin, biz de peşinizden gelelim” sözünün yerine, “biz üretirken siz de bize yol gösterin ve berâber üretelim” sözünü duymayı tercih edeceklerdir. Zira bilgelerin derdi târih boyunca peşlerine birilerini takmak, tâkipçi edinmek ve bu tâkipçilerin sayısını çoğalmak olmamıştır.

Bilgeler slogan üretmediği için, sloganların peşinden giden kalabalıklar tarafından da kolay anlaşılmazlar. Ama sloganların peşinden gidenlerin de bir yere ulaştığı görülmemiştir. Bilgeler peşlerine düşecek kitlelere değil, bir kişi bile olsa, güncel bilgisinin peşine düşenlere ve kendini geleceğe hazırlayanlara hitap ederler. Bunu da dellâllar gibi meydanlara çıkarak yapmazlar. Onlar, kemmiyete değil keyfiyete verdikleri önem ve öncelikle, kendi mecrâlarında yazar, çizer ve konuşurlar. Onlardan faydalanmaya nasibi olanlar da onları bulur, onları okur ve dinlerler. Onlar da kapılarına gideni geri çevirmezler. Ben İbrahim Karagül’ün böyle kişilerin varlıklarından haberdar olduğuna eminim. Haberdar olmasa böyle bir çağrı yapmazdı.