İLETİŞİMDE İLMİ SİYASET

Ümit G. CEYLAN 11 Kas 2021

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
İletişim tek taraflı olmaz. Bir iletişim kuran, bir de kendisiyle iletişim kurulan vardır.

İletişim tek taraflı olmaz. Bir iletişim kuran, bir de kendisiyle iletişim kurulan vardır. İletişimin de bir ilmi ve bir siyaseti vardır. Belki de daha güzel bir kavramla iletişimin sırları da diyebiliriz. Genel olarak iletişimin sırları, iletişim kurmanın püf noktalarını belirler. Muhatabımız, kadın olsun, erkek olsun, çocuk, genç, orta yaşlı ya da ileri yaşlı olsun, bunun dışında karşınızdakinin, inancı, kültürü, sosyal statüsü, aile, iş ve toplum içindeki sorumluluğu, hayattan beklentileri, ruh hali gibi bütün değerleri dikkati alarak iletişim kurarız.

İletişimde empati

İletişim kurmak en başta muhatabımızı anlamak, kendimizi onun yerine koymak kadar, kendimizi de muhatabımızın anlamasını sağlayacaktır. İnsanlarla iletişime iyi niyet, empati, hoşgörülü olma, güzel nitelikleri övmeyle başlayabiliriz. Kendimizden bahsederken mümkün mertebe mütevâzi olmalıyız. Kibir ve gurur yapmadan belki de hatalarımızı ve yanlışlarımızı paylaşabiliriz. Hayat tecrübemizi, doğru düşünme mantığına nasıl ulaştığımızı da izah edebiliriz. Özellikle karşımızdaki kişinin iyi tarafından tutarak, karşılıklı eksiklerimizi düzeltebileceğimizi, problemleri birlikte çözebileceğimizi vurgulayarak iletişimimizi perçinleyebiliriz. İnsanlara empatiyle yaklaşırken kendimiz de yıpratmamalıyız. Empatiyi sempati haline getirerek kendimize haksızlık etmemeliyiz. Bir denge içinde iletişimi geliştirmeliyiz. Çok sevecen, olumlu, yapıcı biri olmak nedense karşı taraftan kolay kullanılabilir, manipüle edilebilir, kolay lokma gibi görülebilir. Kırmaktan korkan insanlar en çok kendini kırıp, dökerler. Bu da hatalıdır. Hep acı çeken taraf olmak zorunda değiliz. Empatiye evet ama sınırlarımızı da çizmeliyiz. Birileri sınırlarını aştı mı onu uyarmalı ve sınırlarını hatırlatmalıyız. Hayır demesini bilmeliyiz.

İletişim bilgeliğe götürmeli

İletişim sadece, yazıyla sözle olmaz, göz göze gelerek, dokunarak, jest ve mimikleri olduğu kadar, elinden tutarak, bir ihtiyacını gidererek de olur. Asıl mesele muhatabımız neye önem veriyor, zaafları nedir, hangi noktalarda birleşiyoruz, nerede ve hangi değerde buluşmalıyız, aynı frekansta mıyız buna bakmak lazım. İnsan var sizin açtığınız kucakları görür, anlar ve sizi dualarına alır. Ama insan var değil kollarınızı, cebinizi de açsanız bir süre sonra sizi terk eder. Bizim derdimiz bu durumda insana odaklanmak değildir. Gereğini yaptıktan sonra Hakk’a teslim olmaktır. Bilgelik bilinci insanı olduğu gibi kabul etmek ama yanlışlıklarla da mücadele etmek demektir. Her insanın bir püf noktası vardır. Biz insanların püf noktası tatlı dili ve güler yüzüdür. Tatlı dil ile çözülemeyecek hiçbir şey yoktur. Bazen öyle acı sözleri balla yedirerek söylersiniz ki ne zaman sonra, o kişi ağzındaki bal tadını hala hatırlar. Sorsanız, ‘o kişi size ne demişti’ diye ‘bal demişti’ der. Yani tebessüm ederek söylenecek herhangi bir konu normalde karşıdakinin canını sıkacak bile olsa iyi niyet, sevgi ve doğrulukla söylenirse sıkıntı yaşanmaz. Ama en güzel sözleri söver gibi kızgın bir surat ifadesi ve bağırmayla söylerseniz bu da doğru mesaj oluşturmaz. İletişimde tebliğ etmek de böyle bir şeydir. İnsanların türlü huylarını düzeltmek, idare etmek, yönetebilmek ve eğitebilmek için bir ilim kullanılmalıdır. Bilgelik yumuşaklıkla karşı tarafı anladığını hissettirerek onun için yapabileceği bir şeyin olup olmadığını göstermektir.

Sonuçta

Hani insanız ya en nihayet aradığımız şey huzurdur. Huzurla gelen iki cihan saadetidir. Yanında huzur bulduğun ailendir, çocuklarıdır, dostlarındır, sevdiklerindir. Bu da kalbi iletişimdir.

ŞEFİKA GASPIRALI

"Dilde, fikirde, işte birlik" şiarının baş mirasçısı, Rusya Müslümanları içinde milli mücadelede öncü, Türk kadın hareketinin Türk dünyasındaki temsilcisi olan Ceditçi Şefika Gaspıralı'nın başarı hikâyesinin anlatılacağı bu değerli seminere tüm İstanbullular davetlidir. Akademisyen Şule Ertürk Anıklı tarafından anlatılacak olan ve bu coğrafyada Türk kadınlarının yeniden doğuşuna dair onlarca, yüzlerce ışıktan biri olan Gaspıralı’nın azmi ve inancıyla, heyecanımızı diri tutmak için orada olacağız. Üsküdar Belediyesi iş birliğindeki seminer, Divan Edebiyatı Vakfı Kadın Araştırmaları Enstitüsü Bacılar Divanı etkinliği olarak saat 16.00’da başlayacaktır. Bilhassa genç hanımlarımızı bekliyoruz. 

ADIMLARIM

Taş binalar soğuk geceyi örtemiyor. Yüreğimin en kuytu yerleri köşe başlarında uğulduyor. Titrek adımlarım insanların rüyalarında; kimine göre o benim, kimine göre de içimdeki korkuların sahibi çocuğum. Balkonda bir kadın. Üzerinde ince bir sabahlık, sisli bakışları üzerimde, nefesiyle adımlarımı sayıyor. Hızlanıyorum telaşlı olursam, uyanır şu kaldırımda yatan adam! Yavaşlıyorum. Bir el ensemde sanki. Ürperiyorum yine. Ne kadar sevgisiz, ilgisiz, kayıtsız ve terk edilmiş bir sokak bu böyle. Kaldırımlar eğilmiş caddeye doğru, bir ihtiyar gibi. Ezilmiş, üzerinden geçilmiş yılların izlerini taşıyan Arnavut kaldırımlar. Kendime bir hikâyeyi hatırlatıyorum sokağın ıssızlığında. Bir enişte varmış yıllar evvel bana anlatılan. Taşları döşermiş arkası dönük tramvay yoluna. Yaklaşırken tramvay bağırırmış; “tramvay geliyor dan dan, çekilin yoldan”. Sonra düşünüyorum, taş yürekli insanlar iki kaldırım taşı arasında boynunu ürkek uzatan bir kır çiçeğini görmezden gelir. O da koklanmak ister. Belki de bu yüzden ayaklarım hep titrer, adımlarımı sayarak atarım. Gece fecre yaklaşırken vicdanlar uyanır, kedi miyavlar, köpek havlar, martı çığlığına karışır kalbimin atışları. Titrek adımlarım nihayet bir sahil kahvesinde son bulur. Simit sıcak çayla ne güzel gider. Biraz ısınırsam titremem geçer. O zaman şu gecenin ağırlığı üzerimden düşer. Biraz sonra gelecek olan iki insan benimle burada buluşur. Pişmanlıklar, dualarda aklanır. İnsan huzuru ararsa, geceden geçer gündüze kavuşur. Titrek adımları bir kandil ışığında dinlenir. İşte insan budur inan.

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE TÜRK KADINI VE ANADOLU KADINLARI MÜDAFAA-İ VATAN CEMİYETİ

DR. ÖĞR. ÜYESİ DİLARA USLU

Türk milleti, birlik olmayı öteden beri organizasyon kurmayı tarihi boyunca en iyi şekilde sergilemiştir. Türk kadını da pek tabii ki bu organizasyon ruhuna sahiptir. Hem Osmanlı Devleti hem de Cumhuriyet Türkiye’si için dönüm noktası olan II. Meşrutiyet döneminden bakacak olursak hayır ve yardımlaşma derneklerinden, eğitim, kültür, sanat ile ilgili derneklere, ekonomik amaçlı derneklerden, devleti ve orduyu destekleme derneklerine kadar birçok alanda kadın dernekleri faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu derneklerin bazıları şu şekildedir: Cemiyet-i Hayriye-i Nisvaniye, Cemiyet-i İmdadiye, Teali Nisvan Cemiyeti, Türk Kadınları Biçki Yurdu, Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-i Nisvan Cemiyeti, Mekteb-i Sultani, İnas Cemiyeti, Hilal-i Ahmer Hanımlar Merkezi, Hıdmet-i Nisvan Cemiyet-i Hayriyesi gibi daha birçok cemiyet varlık göstermiştir. Bu dernekler vasıtasıyla kolektif çalışma bilincinin kadınlar arasında gelişmesinde etkili olduğunu söylemek gerekir. Bu cemiyetler, Mondros Mütarekesi sonrasında Milli Mücadele döneminde kadınların kuracağı cemiyetler için “birlikten kuvvet doğar” düşüncesinin gelişmesinde önemli bir örnek teşkil edecektir.

Mondros Mütarekesi’nin 30 Ekim 1918’de imzalanmasından sonra ise Türk tarihinde yeni bir sürecin adımlarının atılacağı dönem başlayacaktır. Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelmiş önce Pera Palas Oteli’nde daha sonra da kiraladığı Şişli’deki evinde kalmıştır. Şişli’deki bu ev aynı zamanda en yakın silah arkadaşları ile buluşup vatanın gidişatı için ne yapabiliriz sorusuna çözüm arayışlarını konuştukları yerdir. Mustafa Kemal Paşa arkadaşları ile Şişli’de planlama yaparken ülkenin batısında ilk cemiyet kurulacak ve 30 Kasım 1918’de Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti faaliyetlerine başlayacaktır. Bu cemiyeti ard arda Anadolu’nun başka bölgelerinde kurulan cemiyetler izleyecektir. Kadınların oldukça aktif olarak yer aldığı bu cemiyetlerin çoğu Milli Mücadele’nin alt yapı hazırlığı gibi olmuş, Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları Anadolu’ya geçtiklerinde bunların çoğunun kurulmasından memnun olarak sayılarının daha da artmasını işgallere karşı seslerini çıkarmalarını teşvik edeceklerdir. İşte bu müdafaa-i hukuk cemiyetlerinin içerisinde kadınların organize ettiği askere yardım kampanyaları yapılacaktır. Adı üstünde Milli Mücadele topyekün bir mücadeledir. Anadolu’da kurulmuş olan bu cemiyetler Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde, Sivas Kongresi’nde tek çatı altında toplanmıştır. Asker-sivil, kadın-erkek demeden herkesin taşın altına elini koyduğu günlerdir. 

Cumhuriyetin ilanı öncesinde ise topyekün bir mücadele veren bir Türk milleti vardır. Mustafa Kemal Paşa’nın ve onun silah arkadaşlarının liderliğinde, eli silah tutan erkeklerin cephede savaştığı bu mücadelede, hem cepheye mermi taşımak, hem de askerin elbise, ayakkabı gibi ihtiyaçlarının hazırlanmasında canla başla çalışan kadınlarımız olduğu gibi işgallere karşı bir duruş sergilemek için bulundukları bölgede teşkilatlandıklarını görmekteyiz. Farklı yerlerde kurulan müdafaa-i hukuk cemiyetlerinin hanımlar şubesi olduğu gibi kadınların kurduğu cemiyetler de varlık göstermiştir.

5 Kasım 1919'da Sivas'ta Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti adıyla kurulmuş olan cemiyet, kadınların bu dönemde kurduğu cemiyetlerden biridir. Kurucuları dönemin Sivas Valisi Reşit Pasa'nın eşi Melek Hanım ve arkadaşlarıdır. Cemiyetin kuruluş amacı açıklanırken tüm İslâm kadınlarının, derneğin doğal üyesi olduğu kabul edilmiştir. Ordu için para ve kıyafet yardımı için kampanyalar düzenlemiş, zaman zaman da İtilaf devletlerinin temsilcilerine protesto telgrafları çekerek haksız işgallere karşı seslerini çıkarmışlardır.

28 Kasım 1919’da düzenlediği genel toplantıda Cemiyetin başkanı Melek Reşit Hanım maksatlarını şu cümlelerle açıklamıştır: “….Bizim için ya istiklâl ya ölüm! Bunu düşünerek “Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti” namı ile sırf seslerimizi, memleketimizi parçalamak isteyenlere işittirmek için delâletinizle bir cemiyet teşkil etmeye karar verdik.” Yine aynı toplantıda Darüleytam Müdiresi Makbule Hanım ise konuşmasında şunları ifade etmiştir: “Muhterem Hanımefendiler! İnsanın doğduğu ve yaşadığı yere vatan derler, değil mi? Bir insan tasavvur eder misiniz ki bu kelime söylendiği zaman kalbi titremesin?... Bugün için en mühim düşüncelerimiz vatan kaygısı, en büyük vazifemiz istiklâlimizi muhafaza etmek, vatanımızı kurtarmak, düşman eline teslim etmemektir… Fakat zannetmeyiniz ki bu vazife yalnız erkeklere aittir. Hayır Hanımefendiler! Vatan, sevgili vatan, erkeklerin olduğu kadar da bizimdir. Biz de vatanın anasıyız…”

Kuruluşu 9 Aralık 1919’da onaylanan bu cemiyetin tüzüğünün birinci maddesinde Merkezi Sivas’ta olmak üzere Anadolu’nun belli bölgelerinde Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti’nin şubelerinin kurulacağı belirtilmiştir. Amasya, Kayseri, Niğde, Erzincan, Burdur, Pınarhisar, Konya, Denizli, Kastamonu ve Kangal'da cemiyetin şubeleri açılmıştır. Cemiyet cephede savaşan askerlere, göçe maruz kalan kişilere, kimsesizlere, asker ve şehit ailelerine yardım toplama işini üstlenmiştir. Yayınladıkları duyurularla askerler için kıyafet toplantılarda ise yardım için para toplamışlar, bu paralar ihtiyacı olan yerlere ulaştırılmıştır.

İşte Osmanlı Devleti döneminde kadınların kurduğu cemiyetlerin hazırladığı alt yapı Milli Mücadele döneminde vatanın kurtarılmasında “biz de varız” diyen bir anlayışla topyekün mücadeledeki yerlerini almalarında etkili olmuştur.

İKLİM KRİZİ ADI ALTINDA

Ortada bir iklim krizi varsa bu kapitalist sistemin yarattığı hırsların bileşiminden oluşan bir çıktıdır. Geçen hafta Glasgow iklim zirvesinin görüntüsü, oraya giden liderlere baktığımda ‘bu problemi bir çırpıda çözemeyeceğiz ama bu problemi demokrasi getirerek çözeceğiz’ der gibi duruyorlardı. Eyvah! dedim.

Alman Frankfurter Algemeine Gazetesi, gelişmekte olan ülkeler (!) küresel sıcaklık artışına sebep olan nedenlerden diğerler ülkelerden daha az sorumlu değiller, demiş. Yani bu şu demek fosil yakıtlı otomobilleri bir süre sonra kullanamayacaklar. Dolayısıyla elektrikli araba almak zorunda kalacaklar. Elektrikli arabayı nerden alacak Afrikalılar başta olmak üzere. Karşılığında ne verecekler?!

Bu iklim krizinin ana maddesinin ne olduğunu size söyleyeyim: Su.

Bunun bir ötesi su savaşlarıdır. Allah göstermesin ancak ülkelerden geçen herhangi bir ırmak veya su kaynaklarını insanlığın ortak ihtiyacıdır diye daha önce atılmış olan imzayı önünüze dayayabilirler. Allah’tan Türkiye iki seneye kadar TOGG’u çıkararak bu tuzağa düşmeyecektir. Öte yandan iklim krizinin sebebi sanayisi en gelişmiş ülkeler olmasına rağmen az gelişmiş diye nitelendirdikleri ülkeleri de aynı korteje almaları bana masum görünmüyor.

ARTI EKSİ

Artı

Güncellenmeliyiz

Öyle bir yaşamımız var ki zaman hızla ilerliyor, adeta kendimizi otobanda süratle giden bir otomobilde buluyoruz. Bütün mesele temel sorumluluklarımızla birlikte günümüzü güncelleyecek irade göstermektir. Elbette ayrıntılar olacak ama ayrıntılar temel sorumluluktan uzaklaşmadan değişebilir, geliştirilebilir. Gerisi gelir zaten. Plan program dâhilinde yapılması gerekenler için kararlılık gösterilirse amaç hâsıl olur. Yoksa yük yük üstüne biner, problem haline gelir ve müzminleşir. Bazen yürüdüğümüz yol taşlı dikenli olabilir ama asıl olan menzile varmaktır. İnancımızı ve ümidimizi kaybetmemektir. Başarısızlık, bizi yolumuzdan alıkoyamaz. Çalışmanın ve azmin önünde hiçbir engel kaim olamaz. Dikkat ederseniz onca kurt kuş, börtü böcek rızkını nasıl temin ediyor, biraz taakkul, biraz tefekkür, elbette şükür gerek. Yere atılan bir ceviz tanesini uzaktan ve gökyüzündeki karga görebiliyor. Yere inip onu yüksekten yere bırakarak cevizin kabuğunu kırmayı başarıyor. Serçecikler pencereye ufaladığımız ekmek kırıntılarını görebiliyor. Bu sadece görme yeteneği değil, koklama ve daha nice bilmediğimiz duyu hücreleri onun yiyeceği ve içeceği rızkını bulmasını sağlıyor. Elbette onu ve bizi yaratan bir güç var. Nimeti görmesi için rızkını yaklaştıran Haliki mutlak var. Bize düşen bu muhteşem inanca sahip olmaktır. İnanç, ümit, şükür pozitiflik demektir. Bunu idrak etmek gerekir.

Eksi

Keyfiyet ve kemiyet

Kazandıklarımızın ve harcadıklarımızın, bir değeri ve bir bereketi vardır. Bazen beş liranın çok değeri ve bereketi vardır. Bazen elli liranın beş lira kadar değeri olmaz. Kazandığın para ya da mal hayhuya gider. Esas olan hak etmektir, helal haram bilmektir. Dikkat etmişsinizdir ve aynı zamanda da rahatsız olmuşsunuzdur. Örneğin markette alışveriş yapıyorsunuz elli lira, elli iki kuruş tutan bir meblağı, kasiyer elli iki kuruşu elli beş kuruşa yuvarlamaktadır. Oysa marketler etiketleme yaparken, opsiyonlu davrandığı gibi, üç kuruşa tenezzül etmemelidir. Bunu yapmaya ne hakkı vardır, ne de haddi vardır. Bu düpedüz gasptır. Haksızlıktır ve ahlaksızlıktır. Bir yerde haram işlendi mi biriktirilen paranın ve malın hayrı olmaz. Böyle durumlarda, Anadolu'da fitil fitil burnundan gelir derler.

MOZAİK

Atatürk Kültür Merkezi’nin açılışında sahneye konan Sinan Operası’nın ardından geçtiğimiz hafta salı günü Mozaik adlı bir konser sahneye konuldu. Cumhurbaşkanlığı klasik Türk müziğinin sazende ve hanendelerinin yer aldığı ve Anadolu’yu konu alan bir müzik ziyafeti olarak adlandırılan bu konserden sonradan haberim oldu. Anadolu Haber ajansının da yaptığı habere göre edindiğim bilgiden Karacaoğlan’dan, Yunus Emre’nin mayaladığı kültürden  Sema ve Semah zikirlerinden örnekler, Mehteran takımının ve çeşitli yörelerden Folklor sunumları sergilenmiş. Konser çok beğenilmiş ve ayakta alkışlanmış. Konseri izlemeye Kültür ve Turizm bakanı Mehmet Nuri Ersoy ve bakan yardımcısı Özgül Özkan Yavuz da katılmışlar. Konseri izleyip anlatanlar, çok etkilendiklerine dair hissiyatlarından, bana umarım konserin tekrarı olur dedirtti. Tabii konserin ana ekseni Anadolu kültürü olunca ‘yerel ve milli’ sloganımızı da göz önünde bulundurursak eksik bulduğum tarafını dile getirmem gerekir. Anadolu mozaiği dediğimiz zaman Ermenilerin, Süryanilerin, Rumların, Kürt ve Arapların da müziğinin dile getirilmesi gerekirdi. Yerel unsurlar da bu topraklarda Türklerin kurduğu medeniyetin şemsiyesi altında kültürlerini, başta dillerini ve dinlerini koruyarak bugüne kadar gelmişlerdir. Anadolu’yu hatta İstanbul’u dâhil onlarsız düşünemeyiz. Bu nedenle Mozaik tekrarlanacak olursa bu ayrıntıyı dikkate almak gerektiğinin altını çizmek isterim.