İSLAMİ FİNANS SİSTEMİ

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Altın ve gümüş paraların kullanıldığı Orta Çağ ve Yeni Çağ'da İslam fakihleri ve tüccarları riba yasağına girmeyecek alternatif finansman araçları geliştirmişlerdi.

İslam’da faiz meselesi üzerine iki yazı yazdım. Ancak bu yazı dizisini Katılım Bankacılığı ile tamamlamak gerekliydi. İlk önce hemen duruşumu söyleyeyim: İslami bankacılık veya katılım bankacılığı hem teşvik edilmesi gereken ve önemli bir talebi – İslam kurallarına uygun yaşamak isteyen vatandaşların talebini - karşılayan sektördür hem de klasik bankacılığa göre belli alanlarda farklı alternatifler geliştirebilecek bir alandır. Bu yüzden ben, katılım bankalarının gelişmesini ve yaygınlaşmasını da desteklemekteyim. Ancak, temelde modern bankacılığın da, özellikle arkasında altın olmayan kâğıt paraların kullanıldığı günümüzde, İslam’ın riba yasağına dâhil edilemeyeceğini düşünmekteyim.

Altın ve gümüş paraların kullanıldığı Orta Çağ ve Yeni Çağ’da İslam fakihleri ve tüccarları riba yasağına girmeyecek alternatif finansman araçları geliştirmişlerdi. Bunlardan ilk ikisi doğrudan işletme ve yatırım finansmanı amacıyla tasarlanmıştır. Sonraki ikisi ise hem işletme ve yatırım finansmanı hem de tüketimin finansmanı için kullanılabilir. Bu araçlar bizim tarihimizde para vakıfları tarafından aktif olarak kullanılmıştır.

TEMEL FAİZSİZ FİNANS İŞLEMLERİ

Burada dört temel finans işlemini anlatacağım: Müşareke, mudaraba, murabaha ve icâre.

Müşareke:

Bu aslında bildiğimiz basit ortaklığı tanımlamaktadır. İki veya daha fazla ortak kaynaklarını (mali veya reel) bir araya getirerek önceden tanımlanmış oranlarda kâr ve zarar paylaşımını kabul ederler. Müşareke işlemini bankacılıkta kullanırsanız, banka doğrudan sizin işletmenize veya yatırımıza ortak olacaktır.

Mudaraba

Bu da bir ortaklık şeklidir. Şöyle ki, bir taraf sermaye ile ortaklığa katılır, diğer taraf da emeği ve girişim yeteneğiyle. Bankacılık söz konusu olduğunda mudaraba özellikle küçük şahıs şirketlerine bankanın arz ettiği sermaye kadar ortak olması, şirketin sahibinin de ortaklığa emek ve girişim yeteneğiyle katkıda bulunması söz konusudur. Burada bazı fâkihlerin kredi veren tarafın, yani bankanın, kâr ve zarar halinde payının farklı olması gerektiğini vurguladığını söylememiz icap eder. Şöyle ki, banka ortaklığın kâr etmesi durumunda daha düşük bir kâr payı alması gerekirken, zarar etmesi durumunda zarara daha büyük bir payla katılması gerekir. Çünkü burada borçlunun harcadığı emek ve girişim faaliyeti borçlunun zararından düşülmelidir.

Bu iki finansal işlem de doğrudan tüketim kredisi için kullanılamaz. Ancak İslam toplumları belli ellerde biriken servetlerin atıl kalmaması ve ihtiyaç sahiplerini kredi ile rahatlatmak amacı ile tüketimin finansmanını sağlayacak araçlar da geliştirmiştir.

Murabaha

İki taraftan biri bir metaı belli bir değerle ikinci taraftan satın alır daha sonra da aynı metaı birinci tarafa örneğin yüzde 10 hizmet bedelini düşerek geri satar. Burada birinci taraf banka olurken, ikinci taraf da borçlu olmaktadır. Bu işlemi vadeli anlaşmalarla da yapabilirsiniz. Örneğin Ali Katılım Bankasına giderek bir kibriti bir sene sonra 110 TL bedelle satın alma anlaşması yapar. Aynı anda, aynı kibriti bugün 100 TL bedelle bankaya satar. Bu işlem pratikte aynı metaın farklı zamanlarda alınıp satılması işlemlerinden oluşan sentetik bir faizli kredi anlaşmasıdır. Pratikte banka Ali’ye yüzde 10 faizle 100 TL kredi vermiştir. Özellikle Hanefi fakihleri bu işleme cevaz vermiştir. Bugün İslami finans sisteminde en çok kullanılan araç murabahadır diyebiliriz. Bu aracın farklı türleri de geliştirilmiştir.

İcare

Aslında bildiğimiz finansal kiralama işlemidir. Genelde gayr-ı menkul ve dayanıklı tüketim malı alımlarında kullanılır. Örneğin banka Veli’ye bir otomobil alımında ortak olur. Otomobilin, diyelim ki yüzde 30’u bankanın mülkiyetindedir. Banka ile yapılan anlaşmada, diyelim ki banka her ay için otomobildeki kendi payını Veli’ye kiralar. Kira bedeli de normal piyasa kirasının üstünde olur. Bu yolla Veli Banka’nın yüzde 30 payını alana kadar kirayı ödemeye devam eder. Bu işlem de, pratikte ipotekli borç senediyle aynı sonucu doğuran bir kredi işlemidir.

FAİZSİZ İŞLEMLERDE GETİRİ NEDEN FAİZLE HEMEN HEMEN AYNIDIR?

Bazı öğrencilerim bana sık sık bu soruyu sormaktadır. Aslında İslam’da genel olarak yatırım kredilerinde elde edilen kâr paylarının faize yakınsaması çok doğaldır. Bu özellikle mudaraba için geçerlidir. Aynı şekilde İcare’de geçerli olan kira oranlarının da faize yakınsaması çok doğaldır. Bunun sebebi, İktisatta bilinen en eski kurallardan birine dayanır. Uzun dönemde rekabetçi bir ekonomide David Ricardo’ya göre, kâr ve kira oranları faiz oranına yakınsamak zorundadır. Çünkü hepsini belirleyen ana etken sermayenin üretkenliğidir. Sermayenin üretkenliği ise finansal etkenlere değil ama temelde üretim teknolojisi ve sermaye miktarına bağlıdır. Teknıoloji geliştikçe sermayenin üretkenliği artar, sermaye miktarı arttıkça da azalır. Buna 16’ıncı yüzyıl ekonomisinden bir örnek verebiliriz. Osmanlı Devleti’nde İslami usulle bankacılık yapan para vakıflarında murabaha veya muamele-i şerriye olarak tanımlanan kredi nemaları altın para üzerinden yıllık yüzde 9 ilâ yüzde 11 arası değişmekteydi. Aynı dönemde bildiğimiz faizli kredi veren İtalya’daki Medici Bankası altın para üzerinden yıllık yüzde 4,5 faiz almaktaydı. Soralım: Bir para vakfı İslam fıkhında dört artı bir mezhebin ortak hükümle riba olarak tanımladığı faizli bankacılık yapan Medici Bankası’nın faizinin iki katından fazla nema ile nasıl kredi verebilir? Osmanlı’nın teknolojisi çok mu ileri idi? Hayır, bu nema farkını açıklamaz. Para vakıflarını yönetenler dini hükümleri önemsemiyorlar mıydı? Hayır, bu da söz konusu değildir. Burada tek açıklama vardır: Osmanlı’da yetersiz sermaye birikimi ve yetersiz tasarruflar sebebi ile sermaye çok pahalı idi. İtalya’da ise tersi geçerli idi. Aslında bugünkü temel sorunumuz da aynıdır: yetersiz sermaye birikimi…   

İSLAM’DA BİR PİYASA TANIMI VAR MIDIR?

Yukarıda bahsettiğim finansal işlemlerde açıklanmamış bir nokta vardır: Bu işlemlerin hemen hemen hepsi iki taraf arasında pazarlık sonucu oluşan fiyatlardan alım ve satım sözleşmelerine dayanır. Pekiyi, İslam fakihlerine göre bu fiyatlar nerede ve nasıl belirlenir? Hristiyan papazlarının daha İslam’dan evvel tanımladığı “adil fiyat” gibi kavramlar İslam fakihlerince kullanılmaz. Fiyat alıcı ve satıcının üzerinde anlaştığı fiyattır. Rekabetçi fiyat ve onu belirleyen etkenler üzerine hiçbir şey söylenmemiştir. Onun içindir ki, tekelcilerin fahiş kârlarını (İstifçi ve karaborsacılar müstesna) İslâm fakihleri caiz görmektedir. Eğer piyasa fiyatı tanımlanmazsa, bu işlemlerin hiç birinin gerçekçi bir tanımı da olamaz. Günümüzde, pratikte işlemler akdedilirken piyasa fiyatları temel alınmaktadır.

SONUÇ

Bu köprünün altından daha çok su akar. Ama üç yazıda elde ettiğimiz sonuçlar açıktır. İslam’da riba yasağı, klasik metinlerde altın ve gümüş para için ve takasa dayalı ticaret için geçerlidir. Bu yazıda gördüğünüz temel işlemler de, riba yasağını aşmak için geliştirilmiş yöntemlerdir. Ancak, bugün ne altın para vardır, ne de altına dayalı kâğıt para… Bu durumda, bankacılık sisteminin İslam’daki yeri hakkında iktisatçılar ve ilahiyatçıların ortak bir komisyonunda bu sorunlar ele alınmalı ve doğru düzgün çözümler üretilmelidir. Bu konuda ülkemizde öncülük etmesi gereken kurumlar da bulunmaktadır. Umarız önerimiz dikkate alınır…

Hayırlı Cumalar…