Vakıf Katılım web

İSTANBUL'UN CAN DAMARI: DARÜLFÜNUN

Mehtap DEMİR 18 Kas 2018

Mehtap DEMİR
Tüm Yazıları
Kırk yaşımı gördüğüm ilk hafta, soğuk bir kasım haftası, elimde kitaplarımla yavaşça, üniversiteye doğru yürüyordum…

İstanbul Üniversitesi Beyazıt yerleşkesi, tüm şehrin kalp atışını, kentin nefes alışını anlatıyor… Fatih, Sultanahmet, Zeyrek, Vefa, Beyazid, Laleli…

Kasım 1933'de eğitime bugünkü anlamda 'Üniversite' olarak başlamıştı…

Oysa ki;

Ayasofya Medresesi ve Zeyrek Medresesi ile başlayan büyük hikayenin, bugünkü tanıklarıyız biz…

Süheyl Ünver'in dediği gibi "Fatih Sultan Mehmed, medreselerine müsbet ilimleri sokmakla büyük bir hamlenin başlangıcını yapmıştır"

Semerkand'dan Venedik'e, dünyanın farklı yerlerindeki sanat ve bilim insanlarını İstanbul'a davet eden Cihan padişahı, 1470 yılında tamamlanan Fatih Külliyesinde Hukuk, Matematik, Astronomi ve Din bilimlerinin öğretilmesine ön ayak oluyordu…

İlim insanları, tarihçiler ve nice edebiyat kalemleri… Sokaklarında yürürken karışınıza çıkacaklarmış gibi hissedersiniz…

"Merdivenli yolların kaç basamaktan oluştuğundan, kemer kavislerinin açı derinliğinden, çatıların hangi kurşun levhalarla kaplandığından söz edebilirim sana; ama şimdiden biliyorum, hiçbir şey söylememiş olacağım sonunda. Zira bir kenti kent yapan şey bunlar değil, kapladığı alanın ölçüleri ile geçmişinde olup bitenler arasındaki ilişkidir" der; İtalyan yazar Italo Calvino…

İşte bu büyük anlatıların kenti İstanbul'un can damarıdır Darülfünun; Fenler evi…

Darülfünun-i Osmanî, Darülfünun-ı Sultani, Darülfünun-ı Şahane ve İstanbul Darülfünunu isimleriyle sıralanır İstanbul Üniversitesi…

Neler görmedi ki bu tarihi çınar…

Hani derler ya, şu duvarların dili olsa da konuşsa,

İşte öyle bir şey…

***

Darülfünun'da bir kadın

Sur İçinde Bozdoğan Kemeri'nin altından gerecek vardığım konak Müzik ve Toplumsal Cinsiyet dersini anlatacağım, kadın araştırmaları merkezinin binasıydı...

Üç katlı konağın merdivenlerinden sınıfa çıktığımda kadın araştırmaları konusunda çalışan pırıl pırıl genç kadınlar, yüksek lisans öğrencilerim, beni bekliyordu…

"Şükufe Nihal" dedim onlara…

Darülfünun'dan mezun olan ilk kadın…

Yani bir üniversiteden mezun olan ilk kadındı…

İlk şiir kitabı Yıldızlar ve Gölgeler 1919 yılında basılmıştı…

Aslında coğrafya mezunuydu ancak roman şiir ve hikaye türünde eserler veriyordu…

Şükufe Nihal'in kalemi "cesur kadın"ın oluşmasında da öncüydü…

1917 yılında Bilgi Yurdu mecmuasında, kadınlık bilinci ile ilgili yazılar yazmış, 1918'de Türk Kadını dergisinde feminizm ve kadının toplumsal konumu üzerinde durmuştu…

En önemlisi de, tüm bunlardan önce 1914'te çıkan Kadınlık dergisindeki rolüydü.

Bab-ı Ali Caddesi Orhan Bey Hanı 8 Numarada hazırlanan Kadınlık dergisi; "Kadınlığın varlığını ve memlekette bir mevkii bulunduğunu müdafaa eder" alt başlığıyla çıkıyordu…

ve Şükufe Nihal diyordu ki: 

" … Ey genç kadın! Acılarla dolu boşluklarda inleyen şu sayıklamalara cevap ver. Bak, zavallılar annesiz, rehbersiz bu korkulu dünyaya daldılar. Zavallıydın, rehbersizdin, fakat artık konumunu öğrendin. Bu milleti bu yıkılmış, yorulmuş milleti ninelerinin o perişan uykusuna dalmadan sen kurtaracaksın. Görevinin önemini  takdir  ederek bütün azminle, ciddiyetinle şu sefalete atıl. Gör ne facialar ne uçurumlar var. Yükselmeden yaşamak aşağılanmaktır. Başındaki taç ya da muhteşem sarı siyah halkalar seni yükseltmez. Biraz düşün yükselmeyi sağlayan gerçek araçları, amaçları bul, bilginin süslenmişiyle bak, ne aydınlık ne saygıdeğer olacaksın…"

Böyle düşünüyor, böyle yazıyordu...

Bugünden bakıldığında dönemin "en cesur kadın" fikrini aşılayabilmiş bir Darülfünun mezunuydu…

Yaşım kırk, aylardan kasım, Dersaadet'te bir semt Vefa, bardağımda birazcık boza,

Satırlarımda Şükufe Nihal…

"Semalara çık, dolaş / Ve bir gün batışında / Cıvılda son besteni"