KAPİTALİZM, EMPERYALİZM VE BATI

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Bugün Batılı kimliği ve kapitalizm ilişkisini inceleyeceğim.

İki yazıdır Batı uygarlığı ve onun temelleri üzerinde duruyorum. Batı diye kavramsallaştırırken aslında farklı kesimlerin Batı ile kastettikleri de farklı olmaktadır. Örneğin bir Amerikalı için Batı ABD’nin Batı’sı ve oradaki kovboylar anlamına gelirken antropologlar için Batı, Hindistan’ın batısında bulunan bütün Asya, Afrika ve Avrupa ülkelerini kapsamaktadır. Bu da antropologlara göre Araplar, İranlılar, Türkler ve Rusların da Batı uygarlığının bir parçası olduğu anlamına gelir. Ben burada popüler olarak kullanılan manasıyla Avrupa ve Avrupa etkisi altındaki ülkeleri kasteden bir kavram olarak Batı’yı ele alıyorum. Öte yandan Batılıların çoğunluğuna göre Batı uygarlığı Yunan ve Roma köklerinden büyümüş ve Yahudi – Hristiyan itikadı ile şekillenmiştir. Bense, Cuma günkü yazımda, bugünkü Batı diye bildiğimiz şeyin (ki bütün Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika, Japonya ve Avustralya bu tanımın içine girer) temelinin ne Roma ve Yunan mirası ne de Hristiyan – Musevi itikadı olmadığını söylemiştim. Bana göre, bugün Batı denince hepimizin aklına gelen Batı’nın temelini kapitalist üretim biçimi oluşturmaktadır. Bizim dizilerde Hristiyanlık namına bildiğimiz her şey Hristiyanlığın orijinalini değil ama yüzyıllar içinde Batıda yaşayan pagan Arilerin Hristiyanlık yorumu ve bunun kapitalizmin tornasından geçerek şekil almış son halidir. Son dönemde teknolojik gelişmenin sağladığı imkânlarla gelişen küreselleşme hem kapitalizmin hem de emperyalizmin yeniden dönüşmesine yol açmıştır. Bugün Batılı kimliği ve kapitalizm ilişkisini inceleyeceğim.

Kapitalist Üretim Biçimi, Sanayi Şehirleri ve Değişen Toplumsal Yapı

Kapitalizmin diğer üretim biçimlerinden kendisini ayıran birkaç özellik vardır. Bunlar içinde en önemlisi “kapitalizmin makineleşmiş üretim sistemi” olmasıdır. Bununla birlikte kapitalizmin bir başka özelliği “üretimin ihtiyacı karşılamak için değil pazar için yapılması” olarak tanımlanır. Diğer iki özellikle bağlantılı olan üçüncü özellik de “bir kapitalist ekonominin sürekli büyümek zorunda” olmasıdır.

Makineleşmiş üretim sistemi ile kasıt insan eliyle yapılan bir üretim faktörü olan sermayenin üretimin temel faktörü haline gelmesidir. Daha önceki üretim sistemlerinde üretim faktörleri insan eliyle üretilmiyordu. Bu faktörler toprak, emek, doğal enerji kaynakları idi. Dolayısıyla tarım ekonomisi içinde bulunda toplumların kaçınılmaz biçimde kaderci olması gerekir. Çünkü insanın gücü doğa ile sınırlanmıştı. Öte yandan kapitalist sistemle birlikte hem insan doğaya hükmeder, adeta onu ehlileştirirken, aynı zamanda zenginleşme için doğaya olan bağlılığından da kurtulmaya başladı. İnsanın bu şekilde doğaya hükmetmesi ise, sonuçta, insanın Tanrı inancını bırakması, kendisini Tanrı yerine koyması ile sonuçlanacaktır.

Üretimin pazar için yapılması da kapitalizmi geleneksel üretim biçimlerinden ayırır. Geleneksel üretim biçimlerinde üretimin amacı ilk önce ihtiyacı karşılamaktır. İhtiyaç fazlası üretim olursa, o zaman, bu fazla pazarda satılır. Öte yandan kapitalist üretimin amacı, ihtiyacı gidermek değil, ürettiğini pazarda satarak para ve sermayeye dönüştürmektedir. Geleneksel toplumlarda ki, bunlar kapalı tarım toplumlarıydı, insanlar yaşamları için gerekli olan hemen hemen tüm ihtiyaçları kendileri üretirlerdi. Öte yandan kapitalist üretim biçiminde insanlar tek bir ürünün üretiminde uzmanlaşmakta, dolayısıyla yaşamları için gerekli olan ihtiyaçlarını başkalarından temin etmek zorundaydılar. Bu da, her ürünün piyasada satılır hale gelmesini, insanların yaşamak için para kazanmak zorunda olmasını ve dolayısıyla üretimin pazarda satış amacıyla yapılmasına yol açtı.

Yukarıda iki özelliğe ek üçüncü bir özellik olarak “bir kapitalist ekonominin sürekli büyümek zorunda” olmasından bahsettim. Her ürünün olduğu gibi makinelerin / sermayenin de Pazar için üretildiğini düşünürsek, makine / sermaye üreten sektörün her sene en azından belli bir miktarda satış yapması gerekir. Bunun için de her sene diğer sektörlerin makine sektöründen yeni makine satın alması, yani yatırım yapması gerekir. Bu ise, kapitalist ekonominin her sene üretim kapasitesini arttırmak zorunda olduğu anlamına gelir. Üretim kapasitesi arttıkça, bu üretilen malı satın alacak milli gelirin de artması zorunludur. Eğer milli gelir büyüyemezse kapitalist ekonomide çarklar durur.

Sanayi devrimi, bugün bildiğimiz anlamda kapitalizmin gelişmesinin başlangıcıdır. Aynı zamanda, sanayi devrimi, bugün bildiğimiz anlamda metropollerin gelişmesinin de başlangıcını teşkil eder. Sanayi ekonomisi yüzbinlerce işçinin dar bir alan olan fabrikalarda, yine yüzbinlerce beyaz yakalının da iş merkezleri ve plazalarda, her gün düzenli olarak ve çok yoğun bir şekilde çalışması anlamına gelir. İş merkezleri ve plazalar şehrin çekirdeğini oluşturmaktaydı. Öte yandan bu çalışanların milyonlarcasının çok dar bir alana sıkıştığı yerleşim merkezleri de modern şehirlerin çekirdek etrafındaki iç halkasını oluşturuyordu. Dış halka ise mavi yakalıların çalıştığı fabrikalardan ve üretim tesislerinden müteşekkildi.

Bu arı kovanını andıran şehirlerin taşranın geleneksel geniş ailesini ortadan kaldırdı. Hem erkeğin hem de kadının çalıştığı çekirdek aileler oluştu. Tarım toplumunda önemseyen kitlesel eğitim, kitlesel sağlık ve kitlesel eğlence kapitalist toplumun sanayi şehirlerinde bir zorunluluk haline geldi. Zaman içinde, kapitalist ekonominin sınırları içinde asayişin sağlanması için kurulan ulus devletler, kendi sınırları içindeki bütün vatandaşları, tıpkı şehirlerde olduğu gibi şekillendirmeye ve standartlaştırmaya başladı. İşte modern siyasetteki millet ve milliyetçilik kavramları da böyle doğdu.

Sanayi ekonomisinin başarılı olması için işbölümü ve uzmanlaşma çok önemli bir yer tutar. İnsanlar kendi hayatlarını çok özel bir işin yine özel bir alanında uzmanlaşmaları yoluyla kazanırlar. Bu ise bireyi kendi işiyle özdeşleştirir ve toplumsal – tarihsel – geleneksel mirasına yabancılaştırır. Bu sosyolojik yabancılaşmadır. Aynı zamanda, ürettiği malın bütününü değil sadece çok küçük bir parçasını ürettiği için ürettiği mala da yabancılaştırır.  Bu da Marksist anlamda kullanılan yabancılaşmadır.  

Yabancılaşma bireyciliği, hayatta kalma kaygısını, başarı ve servete odaklı materyalist dünya görüşünü, toplumda yaygınlaştırır. Geleneksel aile hayatı, değer ve normların toplumdaki önemi azalır. Böyle bir toplumda bireyler, sadece kendi çıkarını düşünen ve bunu elde etmek için duygusuz ve acımasız birer robota dönüşürler. 

Böyle bir ekonomik gelişimin gerçekleştiği ülkeler bugün Batı uygarlığının içinde kabul edilirler. Batılı insanın ayırt edici kimliği, işte sanayi şehirlerinde yaşamın standartlarının belirlediği bu şartlar içinde oluşmuştur. Batılı bireyler şehir yaşamının getirdiği kurallara harfiyen uyan, disiplinli, çalışkan, özel ilişkilerinde saygılı bireylerdir. Ancak bu iyi hasletlerine rağmen yardım severlik ve paylaşımdan uzak, dayanışma içinde olmayan, diğer insanlara karşı acımasız ve duyarsız kişilerdir. Adeta milyonlarca insan bir arada yaşamakta ve aynı zamanda her biri de tek başına yaşamaktadır. Onların iyi ve kötü hasletleri de kapitalist sanayi toplumunun o bireylere dayattığı kurallar bütününün sonuçlarıdır.

Pekiyi kapitalist sistem işlemezse ne olur? Geleneksel toplumların erdemleri, değer ve normlarından kopmuş ve sanayi toplumunun baskısı ile (zorunlu olarak) uymak zorunda oldukları kuralları da hükmü olmayınca, insanlar en ilkel dürtüleriyle hareket ederler. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık, ayrımcılık ve savaş taraftarlığı… Aslında bugün Batı toplumlarında yaşanan, gözlenen ve bizleri de etkileyen budur.

Neyse, çok uzattım… Başka bir gün devam etmek niyetiyle bu seferlik yeter…