KASABANIN ŞERİFİ KASABASINA ÇEKİLİYOR: KAPİTALİZMİN SONU MU?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
"At Martini de bre Hasan, dağlar inlesin?", der Drama Köprüsü. Siz de benim türküdeki eşkıya Hasan gibi kuru sıkı salladığımı düşüneceksiniz? Öyle değil. Nasıl mı? Durun anlatayım.

ZAFER BAYRAMI

30 Ağustos Zafer Bayramınız kutlu olsun. Pazartesi yazımda da belirttiğim gibi Ağustos’un son haftası Türk Tarihi’ndeki büyük zaferlerin bir araya toplandığı bir haftadır. Bunun sebebi kısmen yaz aylarının sefer mevsimi olmasıdır. Savaşın ekonomi politiği ile ilgili olarak ileride yazacağım. Şu an için Allah’tan başta Kurtuluş Savaşı’mız olmak üzere bizlerin huzuru için canlarını veren şehit dedelerimize rahmet diliyorum.  

ABD’NİN İZOLASYONİST POLİTİKASI

Önce Star Gazetesi internet sitesinden bir haber: “Henüz görevinin ikinci yılında ABD Başkanı Donald Trump'ın ülkesini çektiği son anlaşma 24 yıldır yürürlükte olan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) oldu.

Göreve geldiği günden bu yana ABD'yi Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması (TTIP), Paris İklim Anlaşması ve İran'la nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çeken Trump, dün ise 1994'ten bugüne yürürlükte olan ve ABD, Meksika, Kanada arasında serbest ticarete olanak sağlayan NAFTA'yı yürürlükten kaldıracağını duyurdu.” ( http://www.star.com.tr/dunya/trump-ceyrek-asirlik-anlasmayi-yururlukten-kaldiriyor-haber-1379039/ )

Evet, okuduğunuz üzere ABD, II. Dünya Savaşı sonrasında kendi projesi olarak inşa ettiği iktisadi ve siyasi düzeni kendi elleriyle yıkmaktadır. Neydi bu küresel düzen? ABD Dolarının küresel hakimiyeti + serbest dış ticaret + küresel kurumlar (Uluslararası Para Fonu - IMF, Dünya Bankası -WB, Birleşmiş Milletler – UN, NATO, Dünya Ticaret Örgütü – WTO vb. ). Görünen o ki, ABD II. Dünya Savaşı sonrası kurulan ve dünya ekonomisinin (büyük oranda ABD güdümünde olan merkezlerden) kontrol edilmesine dayanan bir siyasi iktisadi düzeni bırakıp yeniden izolasyonist politikaya (bir ülkenin dünya ile iktisadi ve siyasi ilişkilerini sınırlaması ve kendini kısmen veya tamamen dünyaya kapatması) dönmektedir. Bu politika, eğer Kasabanın Şerifi’nin kendi müteahhit kafasından çıkmışsa o zaman anlaşılabilir ancak eğer ABD’nin kurumsal devlet yapısının uzun dönemli strateji değişimini yansıtıyorsa o zaman - tek bir açıklama haricinde - anlamsızdır. Çünkü, ABD’nin içe kapanması ve kendi iç piyasasına yönelik bir kapalı ekonomiye dönüşmesi Trump’ın temsil ettiği geleneksel sektörleri rahatlatabilir, ABD’deki işsizlere istihdam yaratabilir. Ancak dışa kapanma, dış dünyadan gelebilecek etkilere karşı koruma duvarlarını yükseltirken dış dünyada oluşabilecek birçok fırsatın da başkalarına bırakılması anlamına gelmektedir. Eğer, bu, devletin kurumsal strateji değişimini gösteriyorsa, ABD Devleti dış dünyadan gelecek iktisadi tehditlerin dış dünyada oluşabilecek muhtemel fırsatlara göre çok daha ağırlıklı olduğunu gözlemlemektedir. ABD’yi bile tehdit edebilecek büyüklükte dış dünya kaynaklı iktisadi sorun ne olabilir? Büyük ve Küresel bir Kriz.

Yani, ABD Küresel Kapitalizmin muhtemel büyük çöküşünden en az etkilenmek için kendi dünya hegemonyasını sonlandırmayı mı amaçlıyor? Atlantik Merkezli Emperyalist Güç hemen mevkiini ve mevziini terk etmez. Çünkü ABD içindeki birçok lobinin küresel hegemonyadan nemalandığı bilinmektedir. Ancak, bu süreç, ilk önce yavaş yavaş ilerler ve zaman içinde – şimdi olduğu gibi-hızlanarak tamamlanır. ABD küresel hegemonyasından hemen vazgeçmeyecek ve dövüşerek çekilecektir. Orta Doğu’da olan budur, Pasifik’te olan budur, AB ve NATO ile ilişkisinde olan budur ve dahası, benim güzel memleketimle arasında olan da budur.   

KAPİTALİZMİN SONU MU?

“At Martini de bre Hasan, dağlar inlesin?”, der Drama Köprüsü. Siz de benim türküdeki eşkıya Hasan gibi kuru sıkı salladığımı düşüneceksiniz? Öyle değil.  Nasıl mı? Durun anlatayım.

Kapitalist ekonomiler ayakta kalabilmek için sürekli büyümek zorundadır. Bu zorunluluk kısmen sınıfsaldır, (sermaye mallarının ve onu finanse eden mali sektörün sahibi konumunda olan bir avuç azınlığın ve onların oluşturduğu kurumsal – sınıfsal yapının çıkarları doğrultusunda, DMD) kısmen de tekniktir, (sermaye malları üreten sektörlerin diğer bütün sektörler gibi iflas etmemek için belli bir satışın üstüne çıkması, dolayısıyla milli ekonomide her zaman belli bir düzeyin üstünde yatırım yapılması ve sonuç olarak milli ekonominin belli bir düzeyin üstünde büyümek zorunda olması, DMD).  II. Dünya Savaşı sonunda, kapitalist ekonomilerin iki savaş arasında yaşadığı hiper-enflasyon ve Büyük Buhran gibi kazalara bir daha uğramaması için, bir dizi önleme dayanan bir düzen kuruldu. Buna Bretton Woods Sistemi adı verildi. Sistemin temellerini şöyle özetleyebiliriz:  Küresel sabit kur sistemi, ülkelerin hepsinde para politikalarının IMF kanalıyla küresel kontrol altına alınması, doların küresel para olması, kapitalist ülkeler arasında serbest ticaretin Dünya Ticaret Örgütü vasıtasıyla sağlanması ve korunması, uluslararası emek hareketlerinin sınırlandırılması ve emekçi kesimlerin sosyal haklarının budanması, kapitalist ülkelerde siyasi hareketlerin dezenfekte edilip – özellikle sol kökenli siyasi hareketlerin arındırılıp pasifize edilmesi ve sisteme Sosyal Demokrasi adı altında entegre edilmesi- siyasi partilerin iktisadi açıdan aynılaştırılması, ekonominin apolitize hale getirilip borsa teknokratlarının dar alanına hapsedilmesi vb. Böyle bir ortamda, ABD’nin doların dünya parası olmasını fırsat bilip ha babam para basması zaman içinde karşılıksız basılmış dolar hacminde artışa, bunun sonucunda da bütün dünyayı saran spekülatif finans piyasalarının oluşumuna yol açtı. Üretim temelli bir sistem olan Kapitalizm artık git gide tefeci sermayenin hakim olduğu bir kumarhane sistemine dönüşmekteydi. Bugün dünya üzerindeki toplam sermaye stokunun yüzde 80’i finans piyasalarında yüzde 20’si ise üretici sektörlerdedir. Yani üretime sevk edilmeyen / sevk edilemeyen devasa bir sermaye fazlası vardır. Üretim olacak ki, artı değer üretilsin, artı değer olacak ki finans ve hizmetler sektörü yaşasın. Bu temel ilişki artık yıkılmıştır. 

Bu süreç in sonunun ne olacağını öngörmek çok da zor değildi: Birincisi, her ülkede üretken sektör sermayedarları ve emekçi kesimler için artan eşitsizlik ve alım gücü kaybıdır. İkincisi, dünyada gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında yoğunlaşan iktisadi ilişkiler karşısında dünya nüfusunun yarısını kapsayan az gelişmiş - fakir ülkelerin hızla artan refah kaybı, o ülkelerde ortaya çıkan sosyal sorunlardır. Üçüncüsü, sisteme entegre olarak sistemin sağladığı imkânlardan yararlanarak gelişmiş ülkelere alternatif olabilecek bazı gelişmekte olan ülkelerin bir grup olarak ortaya çıkmasıdır, (ABD, AB ve Japonya dünya üzerinde hegemonyasını kaybederken Çin, Rusya, Hindistan, İran, Türkiye, Brezilya ve benzeri ülkelerin yeni güç merkezleri olarak ortaya çıkması, DMD).

Sistem içerisinde muhalif görüşleri ve alternatif politikaları savunan siyasi yapılar kalmadığı için küresel kapitalizmin olumsuz etkilerinden zarar gören kesimlerin iltifatları popülist sağ hareketlere, otoriter ve saldırgan politikalara yönelik olması kaçınılmazdı. Artık ülkelerin her biri, herkesin kazandığı sağ duyulu politikaları değil sadece bir tarafın kazanacağı kör döğüşünü tercih etmektedir. İşte Kasabanın Şerifi’ni – ve benzerlerini- besleyen bataklık budur. Kapitalizm kolay kolay çökmez de, eğer bu sağ duyudan uzak ortam devam ederse – kapitalist sistemin devamı pek mümkün değildir.           

Biz ne yapalım? O da Pazartesi’ye kalsın.

Cuma’nız mübarek olsun…