KÖY MANZARALARI

Halil İbrahim İZGİ
Tüm Yazıları
İstanbul'dan Anadolu'ya ilerleyince zaman ve mekan algısı değişiyor. Hiç değişmeyecek sandıklarımız değişirken hemen değişiverecek gibi gördüklerimiz usulca direniyor.

Anadolu’nun şehirleri bayram arifesinde boşalmaya başlıyor.  İstanbul’dan şehirlere gelenler arabalarını evlerin önüne çekerken şehirdekiler de yavaşça köylere doğru yollanıyor. Sonra köyü olanların hepsi köyde bir araya geliyor. Bazıları arife gününden. İşyerlerinde nöbetçi olanlar ertesi günlerde. Şehirden ilçeye giderken yoğunlaşan trafik artık şehirlerin büyüdüğünün işareti.

Bayram günleri tek tük görünen köy minibüslerinin yerini yeni model arabalar almış. Şehre hakim tepede bayram keyfi sürme niyetinde çoğu kişi. Yola devam ediyoruz, öğle ezanlarında menzile ulaşmak niyetimiz.  Çok zaman kalmadı ama yolumuz da fazla değil.  Köyler biraz daha mı yaklaştı yoksa ulaşım imkanlarımız mı bize böyle hissettiriyor bilemiyorum.

İlçeye vardığımızda TOKİ evleri selamlıyor bizi. Bir önceki ilçe kuruyemişle sanayileşmeye çalışırken burada yapı temelli bir kalkınma gözleniyor. Şehirde parasını biriktirip de köyde yaşamak istemeyenler bu ara tercihe kırıyor dümeni. Yollar duble ve herkesin acelesi var. Şehirden köye geçerken hasta nakil aracını görüyoruz, vatandaşa sunulan hizmetlerden sadece biri. Önceden içine girdiğimiz ilçelerin dışına taşınmış yollarla kestirmeden gidiyoruz. Büyükşehir olduktan sonra köyler teknik anlamda mahalle olmuş. Çocukluğumuzun köylerinde bu sefer dikkatimizi çeken sokaklara taşan güzel renkli çiçekler oluyor. Demek ki mutluluk yeşeriyor diye geçiriyorum içimden.

Bayram ziyaretleri sürüyor. Büyüklerin ellerin öpülüyor, küçükler, uzaktan kuzenler birbirleriyle tanışıyorlar. Birbirimize ayna olarak büyüdüğümüzü anlıyoruz. Bir ceviz ağacının altında semaverden kaynayan çayla devam ediyor bayram sohbeti. Çocukluk arkadaşlarından biri dikkatle bakıyor ve “Gözlem yapıyorsun değil mi” diyor.

Köyün ilk bakkallarından biri olan ev reisi çayın köy 1964’te girdiğini söylüyor. Bakkal olduğundan biliyor, öncesinden dağ çayı içilirmiş. Demlendikçe tadı yerine gelen ada çayına benzeyen dağ çayının tadı da güzelmiş ama bildiğimiz çay geldikten sonra hükmü kalmamış. Yaklaşık yirmi sene önce bir fidan olan ceviz şimdi gölgesinde topluyor herkesi. Sonra başka bir kapıya gidiliyor ve bir ceviz ağacı daha var.  O da aynı yaşlarda ama dalına bir salıncak konmuş. Şehirden gelen küçük çocuk salıncağa hevesleniyor ve annesi onu sallıyor. Sonra annesi çocukluğuna gitmek istiyor ve o da biniyor bu zamanda yolculuk yapan araca.

Namaz vakti geçmek üzere ve öğle namazını kılmadığını fark ediyorlar. Seferi olarak mı kılınacak namaz? Yok canım ne kadar yolculuk yaparsanız yapın hiç yol gitmemiş sayılırsınız. Bin yıldır buradayız yaklaşık, üstümüzdeki fazlalık yol yorgunluğu. Geldiğimiz yer ata ocağı.  Emekli olanların dönmek istediği gençlerin kaçıp gitmek istediği med-cezir coğrafyası.  Gelecek bayram Kurban, yakın demek yani. Bazıları kurbanlıklarını alıyor. Yol kenarında haşhaşlar boy vermiş, hasadı bekliyor. Yolun başladığı yerde yine bir yolculuk başlıyor. Düşünce hasatlarından bir kısmı tohumluk olarak zihinlere yeniden saçılıyor.