KÜLTÜR, TURİZMİN EŞANTİYONU MU?!

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "kültürel iktidar" konusundaki çıkışıyla alevlenen kültür konusu, şu anda tıpkı bakanlığın adındaki durumdadır.

24 Haziran seçimleriyle uygulanmaya başlayan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ile bakanlıklar başta olmak üzere, devletin yürütme erki de yeniden yapılanma süreci yaşamaktadır. Bakanlık sayıları bir önceki hükûmet sistemindeki bakanlık sayılarına kıyasla azaldı. Bâzı bakanlıklar kaldırılırken, bâzı bakanlıklar birleştirildi. Bu uygulama, icraatın kolaylaşması ve hızlanması için gerekliydi. Zâten Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemine geçişteki temel sâik de bürokrasinin azaltılmasıyla karar alma ve uygulamanın hızlanmasıydı.

Yeniden yapılanma sürecinin bir süre daha devam edeceği öngörülüyor. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin yönetim şemasındaki makamlara atamalar hâlâ devam ediyor.

Öne Çıkan Örnekler

Bu atamalardan en öne çıkan örneklerin başında Millî Eğitim Bakanlığı’na Prof.Dr. Zeki Selçuk’un atanması olmuştur. Verdiği beyanlardan anlaşılıyor ki, işini bilen ve projeleri olan bir bakanımız var. Allah onun şahsında millî eğitim câmiâmızın ve memleketimizin yolunu açık etsin.

Yeni kabinedeki isimlerin medya ve kamuoyundaki imajları, “kadro” kavramının ön plâna çıkarıldığına işâret etmektedir. Yönetici kadronun işinin ehli ve birikimli isimlerden oluşması da gösteriyor ki, ülke olarak yepyeni icraatlara şâhit olacağız. Bunun diğer bir örneği de, Millî Savunma Bakanlığı makamında, ülkemizin en uzun vâdeli ve en masraflı sorunu olan terörle mücâdelede etkin ve yetkin bir isim olan Hulusi Akar’ın bulunmasıdır.

Peki ya Kültür ve Turizm Bakanlığı!

Prof.Dr. Talat Sait Halman’ın 1971’de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kültür bakanı olmasıyla siyâsî bir makam hâline gelen “kültür”, ülkemizin hem en temel, hem de en gerilerde kalan konularının başında gelmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kültürel iktidar” konusundaki çıkışıyla alevlenen kültür konusu, şu anda tıpkı bakanlığın adındaki durumdadır. Adı, “Kültür ve Turizm Bakanlığı” olan bir makama, turizm konusunda tecrübeli bir ismin getirilmesi, ülkemizin en önemli gelir ve tanıtım kaynaklarından biri için bir şanstır. İç ve dış turizm olarak hem yerel hem de küresel eylem sahasına sâhip olan bu bakanlığımızın yeni dönemdeki icraatları da, kabinenin diğer bakanlıkları gibi, büyük bir beklenti oluşturmuş durumdadır.

Türkiye’nin ilk sivil cumhurbaşkanı olan rahmetli Turgut Özal zamânında başlayan “turizm atılımı”, tam bir turizm patlaması şeklinde gerçekleşmiştir. Günümüzde gelinen seviye, hizmet sektöründe dünya standardını bizim belirlememiz şeklindedir. Örneğin dünyânın en çok turist çeken şehirlerinden biri olan Barselona’daki beş yıldızlı otel sayısı, İstanbul’daki beş yıldızlı otel sayısından (92 otel) azdır. Türkiye’nin nüfûsu kadar turist çeken İspanya’daki beş yıldızlı otel sayısı da Antalya’daki beş yıldızlı otel sayısından azdır.

Peki bu kadar güçlü turistik donanım ile kültürel yazılım arasında bir denge var mıdır? Yâni turizme verdiğimiz önemi, kültüre de veriyor muyuz? Turizm alanında dünyâdaki iktidârımız, kültür alanında kendi ülkemizde karşılık buluyor mu?

 Kültür, sâdece turizmin konusu mu?!

Kültür ve Turizm Bakanlığı adı altında tanıtımını yapmanın imkânsız olduğu “Kültür” (büyük ‘K’ ile) konusunda tüm sorumluluğu bu bakanlığın üstüne yıkmış gibiyiz. Sanki diğer bakanlıkların ve kamu ya da özel kuruluşların bu konuda hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi bir manzara vardır.

“Kültür” adı altında herkes bir şeyler yapıyor. Maalesef “kültürel faaliyet” adı altında çok büyük yanlışlıklar da yapılıyor. Ve ne yazık ki tüm suç, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın üstüne kalıyor. Mesela, nargile kafelerde ya da sünnet düğünlerinde “semâzen döndürme saçmalığı”nı bakanlığın engellemesi bekleniyor. Bu gibi, rezâlet seviyesindeki yanlışlıkların sivil bir sorumlulukla, vatandaşlar eliyle engellenmesi bile bir “kültür meselesi”dir. Mesele, bu kadar ciddi boyuttayken, kültürü âdeta turizmin mezesi ya da eşantiyonu hâline getirerek çözüm bulamayız.

Bakanlıktan bir yetkili olsaydı keşke!

28 Temmuz 2018 Cumartesi günü, hem târihimiz hem de kültürümüz açısından önemli bir gündü. 28 Temmuz, Sultan III. Selim’in o zamânın hâin ve isyancıları tarafından katledilerek şehit edilmesinin 210. Sene-yi devriyesiydi. Sanatkâr kişiliyle ön plâna çıkan ve Osmanlı’nın 28. pâdişahı olan Sultan III. Selim’in vefatının yıldönümünde Lâleli Câmii’nde bulunan türbesinde bir araya gelen sanat ve kültür dünyâmızın nezih insanları arasında maalesef Kültür ve Turizm Bakanlığımızdan ya da İl Kültür ve Turizm Müdürlüğümüzden hiçbir yetkili yoktu.

Usta bir neyzen ve tanbûrî olmasının yanında, “İlhâmî” mahlasıyla yazdığı şiirlerinin toplandığı bir divan sâhibi olan Sultan III. Selim, ayrıca bugün Polatlı’da bulunan Topçu ve Füze Okulu’nun da kurucusudur. İstanbul’da 1. Ordu Komutanlığı’nın bulunduğu Selimiye Kışlası da, onun bize bıraktığı miraslardan biridir.

Gönül istedi ki, 28 Temmuz Cumartesi günü, Sultan III. Selim’e yakışan bir program yapılsın ve Lâleli Câmii’nin etrâfı protokol sebebiyle trafiğe kapatılsın. Gönül isterdi ki, öğle namazının ardından türbede yapılan duâlarla sınırlı olan kısa program, daha uzun olsun ve Galata Mevlevîhânesi’nde ya da Yenikapı Mevlevîhânesi’nde icra edilecek ve bestesi Sultan III. Selim’e âit olan Sûzidilâra Mevlevî Âyin-i Şerif, TRT Kültür kanalından canlı yayınlansın. Gönül ister ki, 28 Temmuz günü her yıl, “ikinci bir 17 Aralık Şeb- Arus” gibi gündeme gelsin.

Kültürel iktidar için elimizin altında bunca birikimimiz varken, bunları değerlendirmekte aceleci olmamız gerekmektedir, çünkü fazlasıyla zaman kaybettik. Bu kayıp sebebiyle, “Kültür”ün ne olduğunu bile bilemez, tanıyamaz ve anlayamaz hâle geldik. Bu yanlıştan ve ihmâlden dönüldüğü takdirde, kısa sürede büyük mesâfeler alınacağından kimsenin şüphesi olmamalıdır. İcraat erkinin hızlanıyor olması, kültürel bir farkındalıkla birleştiğinde, bu sonuçlar da kendiliğinden gelecektir..