MAGAZİN YAZISI

Ekin GÜN 01 Eki 2018

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
Basında Çağla Şıkel'in aylık kazancının 200 bin lirayı bulduğu yönünde haberler çıkınca Şıkel buna tepki göstererek, "Kimler ne paralar kazanıyor. Ben köpek gibi çalışıyorum. 20 senedir bu mesleğin içindeyim. Kimse 'Çağla nasıl bu kadar para kazanıyor?' diyemez." demiş.

Vallahi hak verdim. Çünkü kimin ne kadar para kazandığı yasalara aykırı bir durum olmadıkça kimseyi zerre kadar ilgilendirmez. Her ne kadar durum böyle olsa da aklıma Manchester United Teknik Direktörü Jose Mourinho’nun bir maç sonrası muhabirin “takım yorgun muydu?” sorusuna verdiği cevap geldi:

“Yorgun mu? Günde 15 saat çalışıp ayda birkaç yüz Euro’yla evine dönen baba yorgun olur, biz değil.”

Mourinho’nun Manchester takımından aldığı para yıllık 17 milyon Euro. Bu da yaklaşık Türk parasıyla aylık 9 milyon TL yapıyor. Yani Çağla Şıkel’in aylık kazancının aşağı yukarı 45 katı kadar falan. Gerçi Çağla Şıkel’in “köpek” gibi çalıştığına ve bu parayı hak ettiğine ilişkin Ayşe Özyılmazel ilginç bir “bakış açısı” geliştirmiş, onu da izninizle okuyup konumuza dönelim:

“Her gün Çağla'nın Instagram hikayelerine bakarken ben yoruluyorum. Sabah kalkıyor, çocuklarıyla ilgileniyor, çekime gidiyor, Youtube'a videolar hazırlıyor, sunuculuk yapıyor, defilelere çıkıyor. Tabii ki o kadar kazanacak.”

Vallahi Ayşe Özyılmazel de haklı. Çünkü ülkede çocuklarıyla ilgilenip, market ve pazar alışverişi yapan, ev işleriyle uğraşan bir de üstüne üstlük 8-10 saatlik gibi mesailerde çalışan kadın hiç yok! Herhalde o kadınlar Youtube’a video hazırlayamadıkları için o kadar para kazanamıyorlar. E olsun canım, aldıkları asgari ücretin birazcık fazlasıyla idare etsinler, hem onlar da Instagram’a hikaye atsalar Ayşe Özyılmazel daha fazla yorulur bakmaktan ne gereği var!

Aslında bu konuyla ilgili bol alkışlı, biraz da “helal olsun” sosunu fazla kaçıran bir yazıda Cengiz Semercioğlu’ndan gelmiş ama onu es geçiyorum. Çünkü o 2016 yılında yazdığı “Rüzgar, Sinan Çetin’in oğlu olmasaydı...” başlıklı yazısı sebebiyle dikkate alınacak biri değil, kendisini okuyucularına havale ediyorum.
Sözün özü… Çağla Şıkel değil 200 bin lira, isterse aylık 200 milyon lira kazansın, zerre umurumda değil. Hakkıyla çalıştıktan sonra anasının ak sütü kadar helal olsun. Mesele market ve pazarda fiyatlar fahiş şekilde artarken, kur operasyonlarını fırsat bilen fırsatçılar piyasayı istila etmek için pusuya yatarken asgari ücretle geçinen dört kişilik ailelerin gözünün içine bu tarz haberleri sokmak pek de ahlaki olmasa gerek. Şıkel’in kazandığından ziyade bu kazancı üzerinden Şıkel’e “destek” amaçlı yorum yapanları pistten alalım mümkünse…

***

Gelelim bana… Şimdi içinizde “neden magazin ağırlıklı böyle bir yazı yazdın?” diye soranlarınız olacaktır. E siz de haklısınız, lakin her gün ekran ekran dolaşan bir de bu yetmezmiş gibi haftanın beş günü köşesinden ülkeye yön verdiğini düşünen yirmi tane kelle zaten ülkeye “deva” oluyor. Biraz da biz başka konulara eğilelim yahu, çok mu?

Cemil İpekçi ve AK Parti 

Özel hayatı hiç beni ilgilendirmez. Bugüne kadar kimsenin ne cinsel yönelimi beni ilgilendirdi ne de ırkı, dili, mezhebi. Bunları siyaset malzemesi yapanlardan uzak durdum, uzak durmaya da devam edeceğim. Çünkü fikirle yenemeyenin bu tarz ötekileştirmelerle itibarsızlaştırmaya çalışması zaten o kişinin akıl ve fikir yoksunluğunu ifade eder. Bakın ne demiş İpekçi:
“Başta iki kez Ak Parti'ye oy vermiştim, alternatif yoktu çünkü. Sonra Gezi'de gönlüm kırıldı, kestim. Ama bugün bakınca Tayyip Bey'in en azından daha iki yıl bu ülkenin başında olması lazım diyorum. Çünkü geri kalan liderlere bakınca hiçbirinin bu ülkeyi ayağa kaldıramayacağını görüyorum. Daha beter yerin dibine götürebilirler. Yani kısacası şu anda oy vermiyorum ama başka bir lider de göremiyorum, keşke görebilsem. O yüzden yetmez ama evet.”

***

2016 yılındaki Başbakan değişiminden sonra Başkan Erdoğan’ı yerden yere vurmak isteyip de vuramayanlar ya da meramını karınlarından konuşarak anlatan AKP’li fırıldaklar var ya hani…
Onların yanında Cemil İpekçi bir milyon kez adam kere adamdır.
En azından kendi mahallesinden dışlanmayı göze alıp kendi fikirlerini özgürce söylemesi bakımından duruşu takdire şayandır.

Kadıköy’i tırtıllar mı istila etti?

Ben İstanbullu değilim, Kadıköylüyüm. Herhalde dünyaya bir daha gelsem yine Kadıköylü olmak isterdim. Çünkü Kadıköy’ü çok seviyorum, nadir ruhumu bulduğum yerlerden biri. Kadıköy’ün o sokaklarında bile kaybolmak bana inanılmaz bir zevk veriyor.
Uzun zamandır Kadıköy’ün sokaklarına iş yoğunluğumdan ötürü gidemiyorum. Pek fazla konu olmadı ama Kadıköy’ü tırtılların bastığına yönelik söylentiler var. Bunu ilk duyduğumda “hadi canım saçmalamayın” deyip geçtim ama daha sonra konu ciddi bir hale gelmeye başlayınca, bir bakıyım dedim.
Kadıköy’de ağaçlarda, kafe masalarında, sokaklarda, yerde ve gökte her yerde tırtıllar var. Bu konu sosyal medyada pek fazla gündem olmadı ama Kadıköy sakinlerinin rahatsızlığını biliyorum. Aynı konu AK Partili bir belediyenin ilçesinde olsaydı bas bas bağıracak tipler sırf CHP’li belediye zor duruma düşmesin diye konudan bahsetmiyor. Açıkçası Kadıköy Belediyesi bu tırtıl sorunuyla nasıl mücadele ediyor bilmiyorum. Biraz araştırdım, ilaçlama yaptıklarını söylüyorlar ama anlaşılan o ki yeterli değil. Konuyla ilgili rahatsızlıklarını söyleyemeyen Kadıköylü hemşerilerime ise Ayna’dan “Tırtıl” parçasını ithaf ediyorum: “Sormadın ne diye niye böyle kederli suskunum ben / Anlasana be canım tek bir derdim sen”
---