MAHREMİYET

Cemalnur SARGUT 26 Tem 2018

Cemalnur SARGUT
Tüm Yazıları
Tasavvufta her tür ilişkinin edeple alakası vardır.

Edep, her yerde Allah’ı görebilmek, her şeyi yerli yerine koyabilmek ve haddini bilmek demektir. Bu yönden insan iki türlü edebe sahip olur, birincisi kalbi edep, ikincisi dışarıya karşı kullandığı şekli edep. Kalbi edep hadiseler karşısında kalbin susması, itirazı terk etmesi demektir. Dışarıya karşı edebin bir parçası da mahremiyettir. Yani insanın birçok kişiyle birçok şeyi paylaşması çok olağandır çünkü paylaşılmayan ne bilgi ne ilim ne hizmet tek başına netice vermez. Halk ile paylaşılması gereken şeylerdir bunlar. Ancak bunun dışında, ailevi ilişkilerine gerekse de Allah’la olan ilişkisine mahrem edip dışarıya sunmaması lazım. Çünkü bu bilgi sizden çıkarsa yani mahremiyetten çıktığı anda o zaman özelliğini kaybeder. Sanki eşini şikayet ettikten sonra gece ona çok sevgi gösteren kadının yalancılığı gibi olur. Dolayısıyla Allah’la ilişki de böyledir. Allah’la ilişkide gördüğün, anladığın, bildiğin her şeyi dışarı anlattığın takdirde Allah’la olan yakınlığın haremi olma zevkini kaybedersin. Dolayısıyla kendini sakınmak vücudunu sakınmak varlığını sakınmak ve iyi bir Müslüman olarak dışarıya karşı İslam şeriatını ve tasavvufunu uygulayan biri olarak hareket edebilmek için kendi hata ve yanlışlarımızı da düzeltene kadar gizli tutmak zorundayız. Peygamber efendimize biri zina yaptım diye gelmiş. Yapmadın demişler. Peygamber efendimiz üç kere yapmadın diye tekrar etmişler. Sonunda Peygamber Efendimiz adama, iki tane şahidin var mı diye sormuş. Demek ki dışarıya vurulan her hadise kamu davasına giriyor ve hata ile yanlışlarda aşikar olup başkalarına yanlış örnek oluyor. Bu yüzden kendi hatalarında, güzel taraflarını aşırı güzelliklerini de sakınmak ve saklamak lazım. Çünkü o da aksi takdirde çok büyük nazariyete sebebiyet verir ve nazar haktır.

Mahremiyet edebin bir parçasıdır. Yani insanın kendi haddini bilmesi kendini hem gördüklerini bilmesi ama kendinden de emin olmaması daima korkuyla ümit arasında yaşaması bunlar mahremiyetin edep kısmına girer. Mahremiyet insanı hayaya getirir. Dolayısıyla da insan başkalarına karşı nasıl davranacağını nasıl hakiki edebe sahip olacağını ve Allah’la nasıl muamele edeceğini haya ile öğrenir. Çünkü kendini sakınır hayada. Çünkü yanlış yapmama gayreti içine girer. O bakımdan bu üçü birbirinin sac ayağı gibidir birbirine yapışmıştır.

Günümüzde moda denilen şey maalesef çok tesirli oluyor. Sosyal medyada, örfümüzün, adetlerimizin mahrem saydığı çok şey aşikar oldu. Bunun insan vücudunda iki olumsuz etkisi oluyor; birincisi nazarı çekmek gibi biri de devamlı aleyhte konuşmaları arttırmak gibi. Televizyonda batılı ünlü bir şarkıcı ününe ün katmak için henüz yatağında ölmüş babasıyla özçekim yapıyor. Babam acı çekiyordu nihayet öldü, acılarından kurtuldu, diyor. İnanamadım bu habere. Bu olaylar zaman içinde normalmiş gibi kanıksanıyor ve mahremiyet diye bir şey kalmıyor ortada. Herkesin kendi hayatını gösterme merakı; zenginliğini markalarını ve hayatının ne kadar rahat ve mutlu olduğunu gösterme çabası insanı ruhen anormalliğe doğru sürükler. Onun için de insanın hiçbir mahremiyeti kalmadığı zaman o artık değer verilir bir insan olmaktan çıkar. Ne Allah indinde değerlidir ne kul indinde değerlidir.  Çocuklarımızın da küçücükken her yerde resimlerini koyarak onların hasta olmaları nazarını çekiyoruz. Kim ne derse desin bu hastalık yapan bir şeydir.

Bu patolojik durumlar normal haline geldi, normalleşti. Daha gittikçe hangi durumları göreceğiz. Allah korusun insanın en özel en mahrem hallerini de mi sosyal medyada yayımlayacaklar. Maalesef medyada buna alet oluyor.  Hiç kimse başkalarının en mahrem detaylarına kadar öğrenmek zorunda değil ki. En süfli, en bayağı durumları insanlar neden izlesin ki. Bizim meselemiz daima insanı iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa götüren örneklerin ortaya çıkmasına sebep olmalıdır.

Çocuklarımıza ve gençlerimize güzel değerlerimiz, yaşayarak ve örneklerle medyada ve kendi yaşantımızda bizzat uygulayarak gösterdiğimizde mahremiyeti korumanın güzelliğini anlayacaklardır. Empoze ederek değil değerlerle gençleri donatarak iman, irfan, ahlak, ihsan bunların manalarını çok detaylı verip bunlarla donatırsak bir faydası olacaktır. Yetişen yeni nesli her güzel başarılarında, davranışlarında taltif etmek onlara özgüven aşılayacaktır. Çocuklarımıza ve gençlerimize bir şeyin ne kadar gizli kalırsa o derecede değerli olacağını yaşatmalıyız. Onlara ideal edinmelerini sağlamalıyız. Böylelikle ideal edinmiş insanlar kendilerini sürekli afişe etmekten uzak dururlar.