MERHAMET DUYGU DEBİSİ

Sezai ŞENGÖNÜL
Tüm Yazıları
Mesela ben iyi bildiğim, gözlemlediğim temel sebeplerden bazılarını yazacağım.

İşin temeli evlerimizin içinden başlıyor. Ne dersek diyelim. Kök yaşantımızın akisleri bazı olumsuzluklar. Kültür, gelenek dediğimiz hususlar da buna dahil.

Ne yaparsak yapalım aşamıyoruz. Paneller, konferanslar, protestolar, bilinçlendirici diğer etkinlikler de cabası. Hatta bu işin kökü eğitim de desek! Bunlar tam olarak derdimize bir türlü derman olmuyor. Belki kısmen ‘pansuman’ niteliği taşıyor. Ama yara, kısa süre sonra gene mikrop kapıyor, gene acı veriyor. Bu konuda yerimizde ‘patinaj’ yapıp duruyoruz. ‘Yahu bunlar yetersiz, daha sert önlemler alınmalı; Avrupa ve batı da şöyle şöyle yasalar, yaptırımlar var, oradan alınıp yeni düzenlemeler yapılsa‘’ vb. diyenlerde olur. Onları da geçin. Çünkü onların durumu bizden daha kötü istatistiki verilere baktığımızda. Açın, kendi gözlerinizle görün. Taciz, tecavüz, kadına şiddet, cinayet had safhada medet umacağımız o yerlerde de. Hem de ilk sıralarda hangi ülkeler var dersiniz. Fransa, Kanada, Almanya, Amerika, Romanya gibi ülkeler. Haliyle, ‘Kelin merhemi olsa kendi kafasına sürerdi’ misali oralardan alacağımız pek bir şey yok. Belki rötuş mahiyetinde istisnai şeyler hariç.

Kendimize has bir şeyler bulmalı, yapmalıyız bu konuda. Ortak toplumsal aklımızla, fikrimizle. Ortak siyasi bir akıl ile. Bu konuda ortak bir 'akıl fikir havuzu’ oluşturarak. Bu işe okkalı bir neşter vurarak. Samimi olarak. Bir kadın öldürüldüğünde ya da bir çocuk öldürüldüğünde 3-5 hafta bağırıp, çağırıp, üzülüp ardından da başka gündemlere gömülüp gitmenin daha ötesinde.

Mesela ben iyi bildiğim, gözlemlediğim temel sebeplerden bazılarını yazacağım. Arıza ilk buralardan çıkıyor bana kalırsa. Buralardan başlayabiliriz belki. Anadolu'nun orta ölçekli bir kasabasında doğdum, büyüdüm. Her ne kadar ömrüm gurbette geçse de, dogduğum yerlerdeki bahsedeceğim konuya dair kültürü, biliyor ve unutmuyorum. Keza Anadolu’nun birçok başka yerinde de durum pek farklı değil. İç açıcı değil. Güneydoğu da hiç…

Buralarda evlerde iş yükü bunaltacak derecede anne ve kızlar üstünde, baskı gene aynı şekilde. Erkekler rahatça, gezer, tozar. Yer, içer. Hatta ‘erkektir, çapkınlık da yapar’ anlayışı da kol gezer bazı yerlerde. Lakin iş kadına, kıza geldiğinde bir perdenin arkasından sokağa bile baksa, sadece kız olduğu için merak edilir, nereye neden baktığı. Ve ona hemen denir, ‘çekil kız perdenin, pencerenin önünden, nereye bakıyorsun öyle, kapat o perdeyi’. Vesaire. Hepimizin bildiği güncel örnek olduğu için verdim. Bakışı bile yasaklanır belki. Böyle daha nice insan olanı incitici cümleler...  Halbuki aynı yaşlarda bir erkek çocuğu ise doya doya seyreder perdenin, pencerenin arkasını, önünü, caddeyi, sokağı. Bakışları özgürdür. Erkek ya! Aynı yaşta bir erkekle bir kız bir yere gitse, erkek çocuğu o kadar merak edilmez ama kız çocuğuna aynı olayda, ‘üvey evlat’ muamelesi yapılır. Duygusallığı bir yana sanki onda erkeğin aklı yokmuşçasına. Kişiliği yokmuş, karakteri yokmuşçasına!  Sürekli gözler onun üzerinde gezinir, tepinir durur. Bu durum kadının, kız çocuklarının duygusallığına ithaftan öte bir güvensizlik bana kalırsa. Başka hastalıklı bir psikoloji. İşte temel arızalı psikolojiden biri bu olsa gerek.

Ee hepimiz biliriz; evde bu kadar gözlem altında tutulan ve iş yükü de üzerinde olan kadınlar, kızlar neredeyse kendilerini eve ve aile fertlerine adamış olurlar değil mi? Doğru düzgün gezip, tozamazlar. İstediklerini yapamazlar. Sıradan bir istekleri dahi olsa. Sonuçta onlarda erkekler gibi nefis taşırlar. Peki onlara karşı yapılan bu muamelenin kaynağı nedir? Ya da erkeklere yapılmayan o muamelenin. İyice düşünün bir. İnsanice. Merhametlice. Adaletlice. İş böyle olunca o kız çocukları bir an önce bu baskılardan kurtulmak için evliliği bir yol, bir kuruluş olarak görüyorlar. ‘Aman evleneyim, bir evim olsun, hiç olmazsa nefes alırım biraz’ diye düşünerek çoğu zaman önlerine çıkan ilk fırsatı ganimet olarak bilip, evliliğe adımını atanlar azımsanmayacak kadar çok!

Hem de gözleri daha tam açılmamış iken. Bu yüzden nefes almak için gittikleri o ev, bu sefer onlar için kabus olur bazen. Nikahtaki keramet de kuş olur uçar, gider, ne hikmetse! Ve nedamet alır yerini. Ya da nefesleri orada kesilir. Bazen bizler bile yetişemeyiz bazılarına tekrar nefes alıp vermeleri için.

Maalesef şahsi tespit ve gözlemlerimden bir-iki tanesi bu tür toplumsal ve nahoş davranışlarımız. Haliyle kadınlarımız, kızlarımız aslında içsel bir sevgiyi kendi öz ailelerinde bile tam olarak hissedemiyorlar, yaşayamıyorlar, bulamıyorlar.

Veremiyoruz. 'Verdik' diyenlerimizin çoğunun sevgisi de bana kalırsa‚ 'kör ve topal‘ bir sevgi. Sadece sanıyorlar. Bu sebeple, ağlasalar da gidiyorlar kadınlarımız, kızlarımız bin-bir umut ile kendi hayallerinin ardından. Çoğu zaman verdikleri o kararın nasıl bir şey olduğunu anladıkları, gözlerinin açıldığı vakitte ise yukarıda işaret ettiğim gibi iş işten çoktan geçmiş oluyor. Heyhat! Karşı karşıya kaldıkları tek şey ise; pahalı bir bedel! O vakit başlıyor işte problemleri. Acıları, çaresizlikleri ve hiç istenmedik olaylar. Daha bir katmerli olarak. Biliyorum ki, psikolojik baskı ve korkudan dolayı birçok kız çocuğu samimi şekilde meselelerini abileri ve babaları ile dahi konuşamıyor, dertlerine çözüm üretemiyor. Paylaşamıyorlar bile… 

Onlara tam olarak güven veren, bir baba-anne olamıyoruz bence. Buruk, kırık birazda soluk bir sevgi veriyoruz sanki onlara. Annesi var nasılsa, dertlerini onunla konuşur, çözer diyoruz biraz da. Fakat annenin sevgisi, ilgisi ayrı. Daha duygusalca onun ki. Daha annece... Babanın ki ayrı. Daha akılcı ve sonra duygusal. Neden her iki sevgiyi de anneye yüklemeyi düşünürüz mesela onu da anlamış değilim. Bildiğim kadarıyla bu tür boşluklar da çokça var aile yapımızda. İçtenliğimizi, şefkatimizi daha bir hissettiremiyoruz. Nedense erkek evladımız gibi onları daha bir candan sevemiyoruz. Bunu da onlar hissediyor. Hissettiriyoruz zaman zaman. Acı, yapmamamız gereken bir davranış olsa bile.

Bu yüzden, bu günlerde yaşadığımız, gözlemlediğimiz o acı olaylarda aile fertleri olarak herkesin, ayrı bir suçu, vebali var belki de. O suçu işleyen caninin işlediği ‘suçun‘ yanında. Haa problem sadece kadınlarımızda, kızlarımızda mı? Değil! Ama bu kadar gaddarca davranılan, öldürülen, dövülen bir erkeği kaç kere, kaç yerde gördünüz, gözünüze kaç kere çarptı? İstisnalar hariç. Bulamazsınız, yoktur. Lakin sürekli dövülen, öldürülen, kadınlar, kızlar gözümüze batıyor. Cinsiyet ayrımcılığı da yapıyor değilim. Bu da biline. Her şey ortada.  Hepinizin gözü var.  Vicdanı var. Madalyonun bu meselede göze batan yüzü kadınlarımız, kızlarımız.  Madalyonun arka yüzünü çevirdiğimizde tabii ki erkek faktörü karşımıza çıkıyor.  Ama o kadar zulmü gören her ne olursa olsun bir erkek değil. O kızın, kadının evlendiği kişi de bir ailede yetişiyor. Aynı şekilde onu da adam akıllı yetiştiremiyoruz. Bundan da şikayetçiyim. O kişinin (erkeğin) kadına bakış açısı da genelde, ne kadar yüksek eğitim almış olsa bile, ailesinden gördüğü, yaşadığı, gözlemlediğinin ötesine pek geçmiyor. İstisnalar hariç. Hani derler ya ‘otu çek köküne bak’ diye. Haliyle evde yetişme tarzı, davranış şekli ileri de evlenecek her iki ayrı kişinin hayatını da direkt etkileyen bir faktör. Bu yüzden; annesinin genç kızına ve oğluna aktaracağı, katacağı şeyler farklı olur. Aynı şekilde baba sıfatıyla bir babanın, kızı ve oğluna aktaracağı nasihatler, önerilerde farklılık taşır. O yüzden ailedeki eğitim temel faktördür.

Anne, baba eğitimli ise ne ala. Yoksa iş daha da vahim. Hele de evde çocuklarla ilgilenen genelde anne olduğu için, anne cahil veya kendini yetiştirememiş biri ise o zaman durum daha da vahim! Diyeceğim o ki; kız çocuklarımıza babalar, anneler ve erkek kardeşler olarak hakikaten biraz daha içtenlik ve şefkatle yaklaşıp, ileriye dönük hayatlarında işlerine yarayacak, ‘kulaklarına küpe olacak’ nasihatleri zamanında çok geç olmadan, kesinlikle vermeliyiz. 

Gelecekte hayatlarını birleştirerek, yuva kuracak o evlatlarımıza aile içinde el birliği ile verilen sevgi ve güven sayesinde onlar daha da güçlü olacaklar. Kendilerini ezdirmeyecekler aynı şekilde karşılarındakini de yok saymayacaklar. ‘Dediğim dedik, çaldığım düdük’ diyemeyecekler. Ardından da karşılaşacakları problemleri daha kolay aşacaklar. Daha bir özgüvenli olacaklar. Ayrıca ‘gelinlikle gelen kefenle çıkar’ zihniyetini de sorgulamak lazım. O zihniyeti de yeniden yapılandırmak lazım. Böyle bir şeyin olmadığını üstüne basa basa anlatmak lazım. Herkesin anası, bacısı, kızı var. Her can kıymetli. Kimsenin kimsenin canına kastetme hakkı yok. Hele de son yıllarda, günlerde, ‘sevgi’ adına böyle garip bir gerekçe ile bir canilik yapmaya!

Artı, sadece ‘kaş, göz, güzel yüz, ya da yakışıklılık, boy-bos, endam’ sevdasıyla, yalnızca bunları esas alarak birisiyle evlenmek isteyenlere geçmişte yaşanan bu acı olaylardan örnekleri de ders çıkarması açısından hatırlatmak. Gerekli olduğunda. Herkese değil tabi... Evlenilecek, sevecek insanda başkaca, adam akıllı hayati kriterlerinde olması gerektiği hususunu bilinç altlarına kazımak kesinlikle şart.  Özellikle evlilik ve sonrası yaşam için olmazsa olmazlardan birinin ‘merhamet duygu' debisinin yüksekliği olduğu hususunun altı 'kırmızı' ile çizilmeli, evlilik ve sonrası yaşamda bunun ne denli hayati olduğu da tüm genç kız, kadın ve erkeklerimize iyi anlatılmalıdır. Ve, bu konuda özellikle de kadınların, kızların çok seçici davranmalarını sağlamak şarttır artık. Daha çok ezilen kesim oldukları ve şiddete çokça maruz kaldıkları için...

Günümüz itibariyle artık bu ‘pozitif ayrımcılığı’ hayatın en önemli kararlarından birisi olan evliliklerde kesinlikle göz ardı etmemeli. Her aile ferdi bu konuda üstüne düşeni fazlasıyla yapmalı. Aksi halde hayatımız zindana dönebilir. Çünkü toplum ile beraber en çok huzursuzluk aileye sirayet ediyor. Ateş düştüğü yeri daha çok yakıyor. Sonra hiçbir kadının ya da erkeğin sadece bu sıfatlardan (erkek, kadın) dolayı bir imtiyazının olmadığı bilincini de aşılamak lazım. Velhasılı altını bir kez daha çiziyorum; kimse bunu düşünmek istemesede, temenni etmesede ‘hayat bu, ne olur ne olmaz’ diyerek; evlenirken bu merhamet olgusunu asla göz ardı etmeyin, hatta birini severken. Ve bunun faydasını umuyorum ki, hem bireysel hem de toplumsal bazda hep birlikte görürüz.

Bayram öncesi daha güzel bir konuyu yazmak isterdim lakin insan olarak içim el vermedi. Geçen hafta basından takip ettiğim, kadınlara yönelik cinayetleri daha doğrusu canilikleri görüp, detaylarını okuyunca içim daraldı, konuyu es' geçemedim. Bu arada önümüzdeki hafta sonu ‘Kurban Bayramı’ ben de izinde olacağım bir süre. Bir kaç hafta için yazılarıma da ara vereceğim. Bu vesileyle şimdiden herkese, koronavirüs tedbirlerini de göz ardı etmeden olabildiğince iyi bir bayram temenni ediyorum. Sağlıcakla kalın.