MERKEZ BANKASI'NIN FAİZ KARARI VE PARA POLİTİKASI

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Bugün gündemdeki iki konu hakkında yazacağım.

İlki MB’nın faiz kararı ve bunun sonuçları olacak. İkincisi ise, Merkez Bankası’nın Para Politikasını yönetme tarzı ile ilgilidir. İlki Türkiye’nin kısa vadeli sorunları ile ilgiliyken ikincisi uzun vadeli sorunlarıyla ilgilidir.

MERKEZ BANKASI’NIN FAİZ KARARI

Türk Ekonomisi sıkıntılı günlerden geçiyor ama bununla birlikte her tehdit fırsat da yaratır. Yeter ki, ortaya çıkan fırsatları doğru değerlendirecek politikaları uygulayalım. Merkez Bankası geçen hafta önemli bir karar aldı ve politika faizini 625 baz puan arttırdı. Bunun sonucunda ilk etki olarak dolar kurunda 50 kuruşluk bir düşüş oldu. Bu bölümde alınan kararın sebepleri, zamanlaması ve sonuçlarını inceleyeceğiz.

FAİZ ARTTIRIMININ SEBEPLERİ

Merkez Bankası’nın yasal görevi öncelikli olarak fiyat istikrarını sağlamaktır. Son dönemde enflasyondaki kontrol edilemez yükseliş Merkez Bankası’nı sıkı bir para politikası uygulama yönünde teşvik etmiştir. Yine Merkez Bankası’nın “dalgalı kur sistemindeki” ikincil önemde görevi de kurdaki dalgalanmalar ekonominin genelini tehdit edici bir yola girmişse buna müdahale etmektir. Her iki sebep de, şu süreçte, Türkiye ekonomisi içinde geçerlidir. Aynı zamanda kurdaki yükseliş ile enflasyon arasında da ciddi ve kuvvetli bir ilişki vardır. Bunun en önemli sebebi de üretimde kullanılan ara girdi, hammadde ve enerji giderlerinin yarısından fazlasının ithal ürünler kaynaklı olmasıdır. Dolayısıyla, her devalüasyon maliyet artışı ve enflasyona yol açmaktadır. Ancak, maliyet artışları tek dönemlik fiyat artışlarına yol açar, fiyatlarda sürekli artış gerçekleşmesi için ise toplam talepte artış olması zorunludur. İşte Merkez Bankası, enflasyon ve kur artışlarını kontrol altına almak için sıkı para politikası uygulamak zorunda kalmıştır. Ama gecikmiştir.

FAİZ ARTTIRIMININ ZAMANLAMASI

İktisat Bilimine göre uygulanacak bir politikanın “yönü” ve “büyüklüğü” kadar o politikanın “zamanlaması” da önemlidir. Merkez Bankası’nın –sebebi ne olursa olsun- kuvvetli bir faiz arttırımı uygulaması altı ay gecikmiştir. Eğer Mart Ayı’nda faizler 300 baz puan arttırılsaydı, kuvvetle muhtemel, Dolar bugün 5 TL civarında, faizler %16-17 bandında enflasyon da %10 civarında gerçekleşebilirdi. Altı aylık gecikmenin faturası Dolar kurunda 120 kuruşluk, enflasyonda %7’lik ve faizlerde de yine %7’lik bir fazlalıktır. Önemli olan hastalık daha yeni ortaya çıkarken erken teşhis ve tedavidir, hastalık ilerledikten sonra tedavi hem daha fazla acıya hem de daha fazla harcamaya yol açacaktır.  

FAİZ ARTTIRIMININ SONUÇLARI

Faiz artırımının sonuçları şöyle sıralanabilir:

(i)                  Faiz artırımı kısa vadede kurdaki yükselişi ve fiyat artışlarını sınırlayacaktır. Nitekim Dolar kurunda 50 kuruşluk bir düşüşe yol açmıştır. Ancak eğer milli ekonomideki toplam talep artışı yavaşlamazsa kurda değer artışının ve enflasyonun yeniden hareketlenmesi kaçınılmazdır.

(ii)                Kredi maliyetleri yükselecektir. Bu ise öncelikle yatırım harcamalarını daha sonra da dayanıklı tüketim mamullerine yapılan harcamaları sınırlandıracaktır. Bunlar içerisinde konut harcamaları ve inşaat sektörünün de ciddi sıkıntılara gireceği öngörülmektedir.

(iii)              Türkiye bu kararla Sultan Abdülmecit’ten bu yana içine girdiği dış borç sarmalından ki, bu uyuşturucu müptelalığına benzer, kurtulamamış aksine bu bağımlılığı kuvvetlendirmiştir. Bu kararın olumlu bir sonuç vermesi için ciddi, tutarlı ve açık bir programla çok sıkı bir maliye politikası uygulanması gerekir. Buna rağmen şu an itibariyle  (Pazar günü saat 14:12) hala daha bir OVP açıklanmamıştır. Sadece OVP yeter mi? Hayır… Üretken sektörlere yatırımı öne çıkaran, ihracata dayalı bir büyümeyi hedefleyen, daha kaliteli ve yüksek katma değerli bir üretimi amaçlayan eğitim, teknoloji, sanayi ve kalkınma politikalarının da bir an önce hayata geçirilmesi, bu işlerin sözde kalmayıp gerçekten uygulanması gerekir.

O kadar atıp tuttuk da esas meseleye değinmedik. Merkez Bankası mevcut yöntemiyle, altı ay gecikerek de olsa, doğru hamleyi yapmıştır. Ancak Merkez Bankası’nın mevcut yöntemi doğru mudur? Şimdi bu soruyu cevaplandıralım.   

MERKEZ BANKASI’NIN ENFLASYON HEDEFLEMESİ HATASI

Bu köşede bugünkü 166’ıncı yazım. 166 yazıdan –bugünkü de dahil- en az yirmi tanesinde enflasyon hedeflemesinin hem gelişmekte olan ülkelerin kalkınma hedefleriyle çeliştiğini hem de dalgalı kur sistemiyle uyumsuz olup bu sistemi felç ettiğini söyledim. “Hoca, bekâra karı boşamak kolay. Sorumluluk mevkiinde olmayıp, gazete köşelerinden sallamak da kolaydır. Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflemesinden vazgeçmesi bugünün işi mi?”, diyenleriniz vardır muhtemelen. Ben de derim ki: “Evet, enflasyon hedeflemesinden vazgeçip parasal hedeflemeye geçmesi bugünün işi değildir. Ta 2008-2009’da bu sürece girmesi gerekirdi. İkinci olarak Merkez Bankası’nın kanununun değişip birincil hedefin fiyat istikrarı değil ekonomik istikrar olarak tanımlanması da gerekirdi. Aynı zamanda, dışarıdan beleşe gelen dolarların betona veya gösteriş tüketimine gömülmeyip yüksek katma değerli mal üretecek bir sanayinin kurulmasında kullanılması gerekirdi.” Pekiyi bunları niye yazıyorum, o zaman? Çünkü mevcut enflasyon hedeflemesi gerçek hayatta gerçekleşmeyecek bazı varsayımlara dayanır. Bu varsayımlar da, dünyada milli devletlerin küresel tefeci kurumların güdümüne girmesini savunan ideolojiyi temel alarak önerilmiştir.

Bugün dünyada egemen iktisat literatürü Yeni Klasik Keynesgil Sentez olarak bilinen uzlaşıyı ve bu uzlaşının temel kuralı olarak Taylor Kuralı’nı kabul eder. Taylor Kuralı, dışa açık bir ekonomide Merkez Bankası’nın sadece politika faizini değiştirerek ekonomideki bütün problemlerle baş edebileceğini savunur. Bunun için bütün piyasalarda tam rekabetin olması, fiyat sisteminin tam olarak çalışması, ülke içinde bölgeler arası gelişmişlik farkının bulunmaması, gelir dağılımının adaletli olması, eğitimde her türlü fırsat eşitliğinin bulunması gibi varsayımlar gereklidir. Bir de bunların üstüne, uzun dönem büyümenin Solow Modelini takip ettiği, yani hükümetin herhangi bir politika uygulayarak daha hızlı bir kalkınma sürecine girmesinin mümkün olmadığının kabulü vardır. O zaman krizler neden oluşur? Seçilmiş politikacıların hatalarından dolayı oluşur. Ne yapmak lazımdır? Ekonomiyi teknokratlara bırakmak, emperyalist düzenin size biçtiği role razı olmak gerekir.

Varsayımlar gerçek dünyada geçersizdir. Savunulan ideolojiyi Türkiye’nin kabul etmesi mümkün değildir. Mevcut sistem faizlerin bir politika unsuru olarak kullanılmasını savunur. Bu ise döviz kurunun kısa dönemde politika faiziyle ters orantılı olarak denge değerinden sapmasına yol açar. Yani Dalgalı Kur Sisteminin avantajlarından yararlanamazsınız. Öte yandan, seçilmiş hükümetin kalkınma politikaları – doğru veya yanlış o ayrı mesele -  küresel egemenlerin –yani tekelci çok uluslu şirketler ve küresel tefeci kurumlar – çizdiği yoldan çıkarsa, bu para sistemi, milli hükümetleri hizaya getirmek için bir manivela görevi üstlenir. Üstüne üstlük enflasyon hedeflemesi ile Merkez Bankası’nın para arzı üzerindeki kontrolü zayıflar, bu da enflasyon üzerindeki kontrolü sıfırlar. Çözüm Parasal Hedefleme’ye geçiştir.

Bu da Cuma’ya kalsın.