MÜKEMMEL ROBOTLAR!

ERAY YAĞANAK 03 May 2021

ERAY YAĞANAK
Tüm Yazıları
Kavramlar bize "yol" açar. Onlar zihnimizin gözleridir.

Kavramlar yaşamın anahtarlarıdır. Yaşamın bizim için anlamı onlar aracılığıyla açığa çıkar. Onlar aracılığıyla yaşamımıza anlam katarız. İki farklı anlam verme biçimi var burada. Birincisi kavramın kendisine içkin olan anlama bağlı olarak anlam verme, ikincisi ise kavramın bizim yorumumuza bağlı olarak ortaya çıkan anlamına ilişkin anlam verme. Bu iki anlam verme biçimi zaman zaman aynı “yol”da zaman zaman da ayrı “yol”larda ilerleyerek bizim için anlamlı olanı ya da olmayanı belirler.

Kavramlar bize “yol” açar. Onlar zihnimizin gözleridir. Anlam sadece görmekle değil, zihin gözüyle görmekle açığa çıkar. Bu nedenle, bir şeyin anlamı o şeyin kavramının anlamına bağlıdır. Anlam, kavramların rastgele kullanılması yoluyla ortaya çıkmaz. Düşüncedeki bulanıklığın nedeni kavramın yöneldiği şeyde değil, kavrama yüklenen anlamdadır. Kavramın anlamı bulanıklaştıkça şeyler de bulanık görünür bize.

Kavramlar aracılığıyla sadece dışımızdaki şeylerle değil, kendimizle de ilişki kurarız. Kendimizi de kavramlarla görürüz. Ancak şeyleri görme biçimimizle kendimizi görme biçimimiz arasında önemli bir fark var. Dışımızdaki şeylere, o şeyin kavramına bağlı olarak bir anlam yüklerken kendimize ilişkin anlamımız kavramın tarihselliğine bağlıdır. Anlam zaman içinde değişime açıktır. Bu nedenle, değişim demek insan için anlam zenginliği demektir. Oysa taş sadece bir taş’tır. Ağaç sadece bir ağaç. Mükemmel taş yoktur; mükemmel ağaç da. Onlar olduğu gibi olan şeylerdir. Onlardaki değişim ve dönüşüm onlara içkin olmayan özelliklere evrilmez. Onlar belli bir mekânda varolan zaman dışı varlıklardır.

Yaşama ilişkin anlam arayışımızın anlama ilişkin mükemmellik arayışına dönüştüğüne tanık oluyoruz son zamanlarda. Tanık olmakla kalsak keşke. Bu tanıklık mükemmellik arayışının nesnesi olmaya indirgenmiş durumda. İnsan, yaşama anlam verme peşinde koşarken bu koşuyu mükemmellik terazisine vurma gibi bir anlamsızlığın nesnesi haline getiriyor kendini. Basit bir taş ve ağaç ilişkisini kendine yönelik şiddet ilişkisine evriltiyor. Mükemmellik peşinde koştukça kendini anlamsızlaştırıyor. Anlamın kaynağı olan kavramı anlamın dışına çıkarıyor. Anlam kavramdan uzaklaştıkça yaşamın anlamı bulanıklaşıyor. Anlamın mükemmelliği ile yaşamın mükemmelliğini eşitleme gibi bir hata peşinde sürüklenen insan kendini tarih dışı bir varlık konumuna indirgeyerek mükemmellik uğruna kendinden uzaklaşıyor.

Çağımız kendinden uzaklaşan insanlar çağı. Çağımız mükemmel görme ve görülme arzusunun tahakkümü altına girmiş eksiklik çağı. Çağımız eksildiğini hissettikçe yok olma korkusunun ortaya çıkardığı mükemmellik peşinde koşan insanlar çağı. Eksik olmaktan değil mükemmel olamamaktan korkar hale geldi insan. Yaşamın anlamını kavrama çabasını bırakan, anlamı yaşamın dışında arayan insanlar çağındayız artık.

Bu yeni insani varolma tarzı insan olmaklığa dair kavrayışımızın da değişmesinin nedeni haline geldi. Tarihsel ve bu nedenle de olumsallığa evrili olan insan yaşantısı tanımı verili olmayan mükemmellik kavramının içine sıkıştırıldıkça insani varoluşun anlamı kayboldu. İnsani varoluşun anlamı kayboldukça yaşamın anlamı yitirildi. Yaşam denilen şeyin anlamı sadece nefes alıp vermeye, daha açık deyişle, insani varoluş biyolojik varoluşa indirgendi.

Olduğu gibi olmakta olan yaşamın insani varoluşa kattığı doğal doyum bir hiç uğruna feda edilir oldu. Doğal doyumun yapay tatminlere indirgendiği çağımızda ahlaki varoluş başkaları tarafından kabul görmenin koşulu olarak görünen haz alıp haz vermeye indirgendi. Ne olduğumuza ilişkin kavrayışımız kendimizi nasıl gördüğümüze değil başkaları tarafından ne kadar mükemmel görüldüğümüze bağlanır hale geldi. Mükemmelliyetçilik toplumsal bir patoloji haline dönüştü. Bu bir trajedi.

Anlamı yaşamın dışında gerçekliği olan bir varlık alanı olarak tasarladığımız ve tüm insani olanaklarımızı yaşantımıza içkin olmayan bu gerçekliğe ulaşma uğruna seferber ettiğimiz için kendimize dair kavrayışımızı taş ve ağaç ile olan ilişkimize indirgedik. İnsanın, dolayısıyla, anlamın ve yaşamın olumsallığı bir kavramın tanımına sığdırılmaya çalışıldıkça ortaya çıkacak sonuç çok açıktır: Çiçekler solar, renkler kaybolur. Oysa, renkler çoğaldıkça yüzlerdeki neşeler çoğalır. Yaşamın anlamı ve yaşama kattığımız anlamın neşesi ‘yüz’de görünür. Bu nedenle, mükemmellik peşinde koşmaktan vazgeçelim, kendimizi tarih dışı gerçeklik tasavvurlarının tahakkümünden kurtaralım ve soluk gözlerle bakan neşesiz robotlar gibi yaşamak yerine yüzümüzdeki renkleri çoğaltalım. Unutmayalım; mükemmel robot olmadığı gibi mükemmel insan da yoktur.