NE OLACAK BU "FAKE NEWS"LARIN SONU?

Micheal KUYUCU 27 Oca 2019

Micheal KUYUCU
Tüm Yazıları
Son zamanlarda dijital gazetecilik ve sosyal medya bu topluma hizmet mi ediyor yoksa bu toplumla dalga mı geçiyor diye düşünmeye başladım.

Hemen hemen her gün bir yalan haber-iftira ve boş muhabbetlerle dolu bir dijital gazetecilik ile karşılaşıyor ve hem üzülüyor hem de şaşırıyorum. Biz toplum olarak dedikoduyu seven bir toplumuz, eskiden dilimizle yaptığımız dedikoduları şimdi klavyemizle yapıyoruz. Buna bir de iftira ve sevmediğimiz insanlara yönelik algı kampanyalarını da eklersek sosyal medya tam bir cehennem çemberine döndü.

Yurt dışında halk gazeteciliği yani citizen journalism kavramı var. İnsanlar ciddi ciddi habercilik yapıp gazeteciliğe soyunuyorlar sosyal medya ile. Ama bizde bu olay suistimal edildi ve halk dedikoduculuğuna dönüştü. Dijital gazeteciliğin bir dedikodu merkezi haline dönüşmesi ile hemen hemen her gün internette yabancıların “fake news” dediği bir sürü yalan haberle karşılaşıyoruz. Bu yalan haberleri de genellikle işgüzarlar yapıyor. Ya işgüzarlık yapmak ya sevmediği birine zarar vermek için algı operasyonları niteliğinde yalan haberler yapılıyor.

Amerika’nın Kontrolündeki Sosyal Medya

Ben şahsen kendi adıma birkaç kurumsal büyük markanın dışında dijital dünyada gazetecilik yapan kurumların haberlerine güvenmiyorum ve inanmıyorum. Dedikodu haberciliğinin başını alıp gitti bir dönemde bir de yüzsüzce tekzip bile yazmadan pişkin pişkin “biz öyle sandık” şeklinde geçiştiriyorlar. Fake news olayının çok ciddi irdelenmesi ve hukuk katında da bir karşılığının olması gerekiyor. Herkes kendi kafasına göre habercilik yaparsa vay memleketin haline. Özellikle sosyal medyada yapılan haberler insanların onurlarını, psikolojilerini bile bozuyor.

Buna hiçbir ülke bir adam gibi çözüm bulamadı. Özellikle sosyal medya Amerika’nın kontrolünde ve size afra tafra yapabiliyor. Facebook – Twitter – Google – Instagram – Whatsapp ve niceleri. Milyarlarca insanın kullandığı bu sosyal medya platformları Pentagon’un gizli kontrolünde. Bizi gözetleyip ne yiyip içtiğimizi takip ettikleri yetmiyormuş gibi bir de bize iftira atan, zarar veren insanların bu zararı vermesine de göz yumuyorlar. Küreselleşmenin en büyük sorunu bu bence. Bu sosyal medya platformları birer küresel medya işletmesi ve kendi kuralları ile çalışıyor. Haydut gibi ‘ben bunu isterim bunu yaparım’ modunda çalışıyor. Bakın Arap Baharını, bakın Gezi Parkı olaylarını – bakın 17-25 Aralık olaylarını hepsinin altında sosyal medya provokatörleri var. Bu sosyal medya provokatörleri ve fake news’cılar sadece insanları değil, kurumların ve hatta ülkelerin de kaderleri ile oynuyorlar. Bunu eleştirdiğin zaman ya da bunu yasaklamaya kalkıştığın zamanda “demokrasi” “özgürlük” gibi sığınaklara giriyorlar. Bir insan, kurum ya da ülke hakkında iftira yalan iletiler ve haberler uydurmak suç olmuyor ama onları cezalandırmak suç oluyor. Ne güzel dünya, öyle bir dünya nerde var acaba….

Number One Medya İle İlgili Yapılan Fake Haber

Geçtiğimiz cuma günü bir arkadaşım bana mesaj attı. Bana “Bak Number One Medya Grubu’da iflas ve konkordato ilan etti yazık” diye bir mesaj yaptı. Direkt ona “fake haberdir boşver” dedim. Haber şöyle diyordu: “Üç Numara Radyo ve Televizyon Yayınları A.Ş. adıyla faaliyet gösteren ve bünyesinde Number1 FM, Number1 TV, Number1 Türk FM ve Number Türk TV'yi barındıran şirket hakkında, 22 Ocak 2019 tarihi itibariyle iflas kararı alındı.” Yaklaşık bir saat sonra merak ettim araştırdım, medya grubunun sahibi Ali Karacan çok sevdiğim bir büyüğümdür, çalışmalarını da yakından takip ediyorum, sık sıkta görüşürüz. Bu nedenle ben bu haberin palavra olduğundan adım gibi emindim. Nitekim de öyle oldu ve Ali Karacan hemen olaya müdahil oldu ve aşağıdaki basın açıklamasını yaptı:

“"Televizyonlarımız; NR1TV ve NR1Türk TV, radyolarımız; Number1 FM ve Number1Türk FM 25 yıldır başarıyla yayınlarına devam etmektedir.

RTÜK resmi internet sitesinde, hangi yayın kuruluşunun hangi logo/isim ile yayın yaptığı açıkça görülmektedir.
 
NR1TV ve Number1 FM: Oğlak Radyo ve TV Yay. A.Ş., NR1Türk TV ve Number1Türk FM: Aslan Radyo ve TV Yay. A.Ş RTÜK'te kayıtlı lisans şirketleriyle, yayına devam etmektedir.

Habere konu, Üç Numara Radyo ve TV Yay. A.Ş'nin, Grubumuzdaki TV ve Radyoların yayın faaliyetleriyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Bilinçli şekilde ve kötü niyetle, medyaya servis edilen haberin, gerçekle bir ilgisi yoktur.”

Bunun Faturasını Kim Ödeyecek?

Bu örnekte bile sosyal medya ve internet gazeteciliğinin bir kurumun itibarına nasıl zarar verebileceğinin en somut örneğini görüyoruz. Bu haberin yapılması ve dijitalde yayılmasının bu kuruma, bu kurumun çalışanlarına, bu kurumla iş yapan üçüncü kişilere vereceği zarar ve yine bu kurumun tüketicisi konumunda olan izleyicilerine vereceği kötü zararın boyutlarının faturasını kim ödeyecek?

Sosyal medya ve internet gazeteciliğinin bu sorumsuz ve adeta bir şımarık çocuk gibi kendine buyruk davranışlarının ceremesini çekmek zorunda mıyız? Bu konuda hesapta soramıyorsun. Twitter sana bilgi vermiyor, Google sana bilgi vermiyor. Biraz da sıkıştırdığında sana sansürcü muamelesi yapıyor. Bu iş böyle gitmez, bu dijital gazetecilik yükselişte belki ama bir o kadar da düşüşte. Toplumun sosyal medya ve dijital gazeteciliğe her geçen gün inancı düşüyor. Böyle giderse dijital gazetecilik büyük darbe yiyecek ki bence yesin. Hatta devlet erkanı bu dijital gazetelere ve sosyal medyaya ciddi yaptırımlar uygulasın. Geçtiğimiz hafta da YouTube için benzer bir şey yazmıştım. Şu an sosyal medyada kimin eli kimin cebinde belli değil. Çıkartılan kanunlar ve yaptırımlar yetersiz. Geleneksel medyaya uygulanan kontrol ve yaptırımlar daha sert. Hiçbir şey sınırsız olmamalı buna özgürlükte dahil. Kimse kusura bakmasın biz toplum olarak sınırsız özgürlüğü de tam hazmedemiyoruz. Onun için kimse bana özgürlük, demokrasi, memokrasi demesin. Bu sosyal medyaya, dijital gazetelere ve fake news olayına bir çare bulunsun.

 Cinsel istismar çalıştayda tartışıldı

Çocuk istismarına karşı koruyucu ve önleyici tedbirler almak acıyla İstanbul Aydın Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Merkezi (TARMER) “Çocuk İstismarları ve Toplumsal Farkındalık” başlıklı bir çalıştay düzenledi.  Cinsel suç mağduru olan çocukların yüzdesi 2014 yılından 2016 yılına kadar yüzde 33 arttı. Bu çok ciddi bir rakam. Çalıştayda, Milli Eğitim Bakanlığı Başdanışmanı ve İAÜ TARMER Daimi Danışma Kurulu Üyesi Dr. Necdet Subaşı, çocuk istismarı konusunda sorunların nasıl tanımlanacağı konusunda ve bu tanımlanmış sorunlarla nasıl baş edileceği konusunun konuşulması gerektiğinin altını çizdi. Çocuk İstismarı ve İhmali Önleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Bahar Gökler ise çocuk istismarını önlemek için “Çocuklara cinsel eğitim programları hazırlamak ve özel bölgelerini tanımalarını sağlamak ve istemediği bir durumda “Hayır” demeyi öğretmek gerekiyor” diyerek konu hakkında verilmesi gereken eğitimin altını çizdi.

Çocuk İstismarı çok üzücü bir konu. Hala bunu konuşuyor olmamız da ayrı bir üzüntü. “Bir üniversite yerel olamaz. Universal kavramının altını doldurmak zorundayız” diyen İAÜ mütevelli heyeti başkanı Mustafa Aydın nezdinde bu konu hakkında bir çalıştay yapan ve bir farkındalık yaratan üniversiteyi de bu vesile ile kutluyorum. Çocuklarımızı sapıkların elinden kurtarmak adına hepimiz elmele vermeliyiz, sadece o kadar değil. O sapıkların sağlıklı bireyler olması içinde çalışmalıyız.

“Müzik piyasasının yüzde 75’i çöp”

Müzik dünyasının üç üniversite bitiren pop–rock yorumcusu Bahadır Sağlam TRT FM’de konuk olduğu Renkli Saatler programında günümüzde üretilen popüler müzik şarkıları ve yorumcularının yüzde yetmiş beşinin bu işi bırakması gerektiğini söyledi.

“TV’lerde yayınlanan müzik yarışmaların kanmayın”

“Çaresiz Şehir” adlı üçüncü teklisini yayınlayan ve müzik kariyerinde bir adım daha atan, Bahadır Sağlam, Akademi Türkiye yarışmasında birinci olmasına rağmen kendisine verilen albüm sözünün tutulmadığını söylerken “Çok zor günler geçirdim. Bir yandan eğitimime devam ettim. Bir yandan taksicilik yaptım” dedi. Bahadır Sağlam, “Televizyonlarda yayınlanan müzik yarışmalarının gençlere hiçbir şey vermediğini, aksine onların hayalleri ile oynandığını söyledi ve “eğlenmek için katılın, heveslenmeyin, umutlanmayın” çağrısında bulundu.”

“Müzik dünyasının yüzde 75’i çöp!”

Önce Galatasaray Üniversitesi İletişim ve Müzik Teknolojileri bölümünü, daha sonra Haliç Üniversitesi konservatuvarını bitiren ve ardından 9 Eylül Üniversitesinde müzik öğretmenliği eğitimi alarak üç üniversiteden mezun olan Bahadır Sağlam “Türkiye’de popüler oluyorsanız başarılı sayılıyorsunuz. Ne yaptığınız, yaptığınız işin iyi olması, kaliteli olması hiç önemli değil. Yapılan şarkıların sözleri, müzikleri hep aynı.  Eğer elimde olsa ve bana sorsalar ben şu an piyasada olan ve müzik yapanların yüzde 25’ini tutar, kalan yüzde 75’ine gidin başka iş yapın derdim. Müzik piyasasının yüzde 75’i çöp” diyerek popüler müzik sektörünü eleştirdi.

Bir şey diyeyim mi? Yüzde yüz doğru konuşmuş. Popçularda nicel bir artış var evet ama nitelik olarak ciddi bir fiyasko var. Bana göre Bahadır az bile söylemiş bence müzik dünyasının yüzde doksanı çöp!

Sarıgül’e ayıp edildi

Geçtiğimiz hafta sadece benim değil pek çok arkadaşımın ve çevremde gördüğüm insanın tepki verdiği bir gündem maddesi hakkında birkaç kelam etmek istiyorum. Şişli Belediye başkanlığı ile bütünleşmiş bir isim olan ve Şişli’ye çok ciddi katkıları olan Mustafa Sarıgül’ün belediye seçim adaylığının bir bilmeceye dönüşmesi üzerine Sarıgül hepinizin bildiği gibi partisinden istifa etti.

Sarıgül partisinden giderken “Yaptıklarıma rağmen, vefa görmedim. Büyük hayal kırıklığı yaşadım, kimseye söyleyemedim. CHP ya kazanmak istemiyor ya da umut olmayı beceremiyor. CHP’den üzülerek istifa ediyorum” dedi.

Ben buna hiç şaşırmadım, adım gibi biliyordum Sarıgül’ün CHP tarafından harcanacağını. Şişli’de blok oyları muhalefet partisi neye güvenerek böyle bir forvetini harcadı anlamadım. Daha önce bir forvetini daha harcamıştı. Demek ki onlar için başarıdan çok iç hesaplaşmalar daha önemli. Bir takım düşünün ona maç kazandıracak golcülerini sahaya sürmesi, onları yedek kulübesinde oturtsun, onları küstürsün ve onların o takımdan ayrılmaları için onlara mobbing uygulasın. Bence Sarıgül vak’asının futboldaki karşılığı bu.

Ben Şişli’yi çok iyi bilen biriyim. Bireysel özellikleri ile ön plana çıkan Sarıgül’ün Şişli’ye katkıları çok ciddi mertebeye gelmişti, ayrıca Şişli ile bütünleşmişti.  Beni bu konuda şaşırtan CHP’nin özgüveni. “Nasıl olsa Şişli’de millet kafadan oy veriyor. Oylar ezbere bize gelecek” hesabı her zaman tutmayabilir. Çünkü papaz her zaman pilav yemez.

O Ses Türkiye’de reyting fiyaskosu

Finale doğru yaklaşırken “O Ses Türkiye” yarışması reytinglerde iyice dağıldı. Bu ekiple bu işin yürümeyeceğini defalarca yazdık. Daha olmamış yorumcuları ve müzikle alakası olmayan insanları sen jüri diye müzik yarışmasına koyarsan onların yapacağı komikliklerde bir yere kadar kurtarır seni.

Acun, Yunanistan’daki “O Ses” yarışmasına da katkıda bulunmuştu. Oradaki müzik jürisi ile Türkiye’deki müzik jürisini arasında dağlar kadar fark var. Yunanistan’da Sakis Rouvas ve Helena Paparizou gibi iki dev isim var. Bizde kim var? Daha starlık mertebesinde kalıcı olup olmayacağını gösteremeyen Murat Boz ve Hadise, 25 yıldır aynı esprileri yapan Beyaz ve artık televizyon dünyasında hiçbir geçerliliği kalmayan Seda Sayan. Acun bu sene iki emekli televizyoncu ile çıktı ve yola son yılların en düşük reyting ortalamasına sahip “O Ses Türkiye” Yarışmasına imza attı.

21 Ocak Pazartesi günü yayınlanan yarışma 2,45 reytingle gün 24.ücüsü oldu. 22 Ocak Salı günü ise günü 13.üncü sırda kapattı. 24 Ocak Perşembe günü 3.03 reytingle gün 19.cusu oldu. Bunlar Acun ve O Ses Türkiye için çok kötü reytingler. Müzikten anlamayan iki emekli ile ancak bu kadar olurdu. Efsane başarılara imza atan Acun’un nerdeyse eleman seçiminde ilk kez bu kadar yanıldığını gördüm. Bu jüriye haftalık 300 bin TL para veren Acun bu parayı çıkartmıştır elbet ama bu sezon cepten yediği kesin. Bakalım şubat ayında başlayacak olan “Survivor” da nasıl bir performans sergileyecek. Eğer onda da cepten yerse o zaman “Acun için tehlike çanları çalıyor “diyebiliriz.