O UÇAKTAKİ 275 KİŞİ BELKİ ÖLMEYECEKTİ...

Musa ALİOĞLU 30 Eyl 2018

Musa ALİOĞLU
Tüm Yazıları
Ben Bab-i Ali'ye geldiğimde takvimler 1985'i bitirip 86'dan gün almaktaydı. 

O yıllardaki Hürriyet'te marka isimlerle aynı çatı altında olabilmek, kaliteli ve iyi habercileri tanımak gerçekten keyifliydi. 

Hürriyet İstihbarat'tan Faik Kaptan ağabeyimi de ben bu yıllarda tanıdım. Atatürk adını henüz yeni almış olan Yeşilköy Havalimanı'nda Hürriyet Muhabiri olduğunu ara sıra geldiği Yazı İşler Salonu'ndaki karşılaşmalarımızda öğrendim. Çok önemli haberlere imza atan meslek büyüğümle daha sonra yollarımız havacılık sektöründe kesişti. 

Faik Abi'nin aralıksız 47 yıllık gazetecilik serüvenine istemeden son verilince, Atatürk Havalimanı'nda geçirdiği 40 yıllık anılarını, TAV Havalimanları Holding CEO'su M. Sani Şener'in zorlaması ve büyük desteğiyle kaleme alıp "Atatürk Havalimanı'nda 40 Yıl" adlı kitaba döktü. Bu kitapta gizli kalmış bir gerçeği, hiç dokunmadan sizlerle paylaşmak istedim.  Buyurun bir gerçeği birlikte okuyalım. 

"12 Eylül 1980’de yapılan ihtilalden sonra ilan edilen Sıkıyönetim devam ediyordu. Atatürk Havalimanı'nda hakim güç askerlerdi. Başlarında da sert mizaçlı, yüzü gülmeyen, basın mensuplarını da pek sevmeyen bir albay vardı...

O gün akşam saatleri. Saat 17:00 civarı.

Tam çıkmak üzereyken koşarak gelen Albayı ve polisleri gördüm. Olağanüstü bir durum vardı.  İş biraz anlaşılmıştı. Uçak altındaki bavullardan birisinden şüphelenilmişti. Arap kökenli olduğu belirlenen bir yolcu Alitalia uçağı ile İstanbul’dan Roma’ya oradan da transit olarak bineceği Pan Am ile de New York’ a uçmak için bankoda işlemini yaptırdı. Görevliye gri renkli Samsonite marka bavulu da New York etiketi yapıştırarak teslim etti. Uçuş kartını aldıktan sonra pasaport kontrolüne giderek uçağının kalkacağı 108 numaralı köprüye gitmesi gerekiyordu. Ancak bu yolcu işlemlerini yaptırıp bavulunu gönderdikten sonra Pasaport kontrolüne gitmedi. Arap kökenli bu meçhul yolcu elindeki küçük çantasıyla dış hatlar terminali gidiş katından dışarı çıkıp tekrar kente döndü.

Saat 16:45’de Roma’ya kalkacak yolcular için saat 16:00’da uçağa binilmesi anonsu yapıldı. Yolcular son arama noktasından geçtikten sonra yan merdivenden uçağın altına geçerek bavullarını göstermek zorundaydı. O dönemde EDS yani elektronik arama sistemi olmadığı için yolcu valiz eşleşmeleri uçak altında göstermek suretiyle yapılıyordu.

Yolcuların tamamı valizlerini gösterip uçağa girdi. Herkes yerine oturdu ancak aşağıda gri renkli bir valiz sahipsiz kaldı. Defalarca uçak içinde anons yapıldı. Fakat valize sahip çıkan yoktu. Bu arada uçakta da bir yolcu eksik çıkıyordu.

Tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Bir yolcu eksik, bir valiz de aşağıda sahipsizdi. Hemen polise haber verildi. İşte Albay ve polislerin koşturması bu nedenleydi.

Bomba imha uzmanı “Bombacı Bekir “ lakaplı polis de olay yerine geldi. Bekir elindeki cihazla valizi taradı ve dinleme yaptı hemen valizin o bölgeden uzaklaştırılması gerektiğini söyledi.

Valiz özel bir araca bindirildi ve hangarlar istikametine doğru hareket edildi.

Olayın bundan sonrasını o dönem Alitalia İstasyon Müdürlüğü yapan Bora Tümer’den dinleyelim:

“Fünye patlayınca hep birlikte yanına gittik.10 sigara paketi alan bir Marlboro kutusu içinde özenle hazırlanmış ve sanırım TNT kalıbı gibi bir düzenek ve ona bağlı kırmızı mavi kablolar. Onların hepsinin bağlandığı transistörlü radyoya benzeyen bir cihaz. Büyük ihtimalle zaman ayarlı bir düzenek vardı. Fünye ile bombanın devreye girmemesi büyük şanstı. Olay bu aşamaya gelince bomba uzmanı Bekir, Amerikalıların verdiği bomba imha robotunun getirilmesini anons etti. 

Bekir robota düzenekteki mavi kırmızı kabloların ayrılması işlemini yaptırtmak istiyordu. Ancak robot bir türlü bu işi beceremiyordu. Sert bir cisimle üstüne vurarak imha ettirmek istediler, o da olmadı. 

Sonunda bizim gözü kara bomba uzmanı polisimiz Bekir, mavi ve kırmızı kabloların bağlantı yerini elindeki pensle kesti ve uzman ekipler tesirsiz hale getirilen bomba düzeneğini teslim aldı."

Daha sonra öğrendiğime göre içinde bomba düzeneği olan valiz transit olarak Pan Am’ın Roma –New York seferini yapacak uçağına yüklenecekti. Uçak kalktıktan sonra da patlatılacaktı. Bu bomba açık bir arazide imha edildiği zaman 7 metre genişliğinde 2 metre derinliğinde bir çukur oluşmuştu.

Anlayacağınız bir faciadan, işinde titiz ve dikkatli görevliler tarafından kurtulmuştuk. Bu olayı o dönemde haber yapamadık. Sıkıyönetim Komutanlığı yasak koydu. Tek satır bile yazamadık. Şimdi aradan 32 yıl geçti işte bu kitapta gerçeği okudunuz. Bu olayın aynısı 2 yıl sonra Londra Havalimanı’nda tekrarlandı. Peki orada ne olmuştu?

Pan Am Havayollarının Londra-New York seferini yapan Boeing 747 Jumbojet uçağı 21 Aralık 1988 yılında İskoçya üstünde Lockerbie yakınlarında havada patlatılarak düşürüldü. 2 bin kilometrekarelik alana yayılan parçalar tek tek toplandı. Uçaktaki herkes (258 kişi) ve kasabada yaşayan 17 kişi ile birlikte toplam 275 kişi öldü. Patlamanın nedeni zaman ayarlı bombaydı. 

Yolcu-bavul eşleştirme kuralında, yolcu uçağa binmediği sürece bavulu uçağa alınmaz. Bu kesin bir kuraldır. Kişinin Check-In yaptırması bavulun uçağa alınması için yeterli olmaz. Ayrıca yolcunun uçağa binmiş olması gerekir. Ancak Pan Am’ın 103 sefer sayılı uçuşunda bu kurala uyulmadı mı? Eşleşme yapılmamış mıydı? Yoksa valiz transit miydi? Tabii bunları bilemiyoruz. Sonuçta valiz uçağa girmiş ve havada patlatılmıştı.

Pan Am bu hatasını iflas ederek ödedi...

Bize o zaman bu haber için yasak koyan Sıkıyönetim Komutanlığı yetkililerinin herhalde iki yıl sonra Lockerbie kazasını duydukları zaman vicdanları acaba derinden sızladı mı? Bilinmez. Ama 275 kişinin vebali vardır. Belki de Türkiye’de bu eylemi yapmak isteyen teröristler Londra’da uçağa valizi sokan teröristlerle aynıdır. Çünkü her iki olayda da hedefte aynı havayolu var. İstanbul’da provasını yaptılar, Lockerbie’de kirli amaçlarını gerçekleştirdiler. Şayet bize bu yasağı koymasalardı, bu haber Hürriyet gibi uluslararası bir gazetede yayınlansaydı, tahminim Pan Am yetkilileri o tarihten sonra bagaj kontrolünde daha hassas davranırlardı. Belki de iki yıl sonrası için planlanan bu terör olayının önüne geçilirdi. Olur olmadık yerlerde basına sansür koyan zihniyete ders olsun."

Habere yasak koymanın bazen işe yaradığı olsa da, Faik Kaptan'ın kitabında anlattığı bu olay, çoğu kez dikkatlice yapılan bu tür haberlerin can kurtardığı da kesin bir gerçek. Eline sağlık Faik Abi. Bir solukta okuduğum bu kitabın, bence gazetecilik okullarında meslek adaylarına yardımcı ders kitabı olarak okutulmalı. 

İyi uçuşlar Türkiye'm...