OCAKBAŞINDA SOHBET

Recep GARİP 16 Ara 2022

Recep GARİP
Tüm Yazıları
Bizim çocukluk yıllarımızda kitabı da, defteri de okula gidince gördük. Okuma ve yazmayı öğrendiğimiz ilkokul yıllarında okuyacak kitaplar henüz Türkiye'de yok denilecek düzeydeydi

Hayatımızın önemli bir boyutunu kitaplar oluşturuyor. Çocukluk yıllarından itibaren dergilerin, kitapların, çocuklar için özel hazırlanmış boyama, pratiklerle beceri kazandırma kitapları giderek hız kazanmıştır. Bizim çocukluk yıllarımızda kitabı da, defteri de okula gidince gördük. Okuma ve yazmayı öğrendiğimiz ilkokul yıllarında okuyacak kitaplar henüz Türkiye’de yok denilecek düzeydeydi. Biz köyde okuduğumuzdan şehirdeki imkânlardan da yoksulduk. Lakin aile büyüklerimizin oluşturduğu Ocakbaşı sohbetlerinde Dede Korkut’tan, Yunus Emreden sözler açılır, kâh Yemen’e, Trablusgarp’a, kâh Malazgirt’e, Çanakkale'ye bazen de Estergon’dan, Plevne’den, Tuna’dan sözler açılır ve bazen Şeyh Şamilden, onun kahraman ve yiğitliğinden anlatılırken söz birdenbire Hz. Ali Efendimize gelirdi. Dört halifeye, ehlibeyte Fatihalar okunarak destanlar bahsi bir film gibi gözlerimizin önünden akar giderdi. Hz. Ali Cenknameleri, Cenk Hikâyeleri, Firdevs’inin Zaloğlu Rüstem’i, Alp Er Tunga Destanı, Bozkurt, Ergenekon ve Köroğlu Destanları, İrşat, Ahmediyye, Muhammediyye kitapları Köy odalarında, Kıraathanelerde sohbet usulünde okunur, ibretli, hüzünlü sahnelerde ağlanır, geçmişler hayırlarla yad edilirdi.

Bir arada olmanın doyumsuzluğu, biz çocukların birbirine sokulmuş nefes almadan dinlerken önümüzde atlılar seyri sefere çıkardı. Koşuya çıkan atlılar Osmanlı Cihan Devletimizin Akıncı atlıları olurdu. Battalgazi’den, Ulubatlı Hasandan, Zaloğlu Rüstem’e su gibi akar giderdik. Kolkola, dizi dize, yürek yüreğe birbirine sarılan çocuklardık. Ailelerimiz, annelerimiz, babalarımız, ninelerimiz, dedelerimiz ve dahi bütün konu komşu akrabalarımız bir tarağın dişleri gibi birbirine tutkundu. Her türlü işte imece usulüyle birbirinin eli, kolu, ayağı, güz, kulağı, yüreği olurlardı. Bizler çocukken yani bin dokuz yüz altmışlı-yetmişli yıllarda ülkemiz, Anadolumuz birbirinden pek farklı değildir. Komşu komşunun o vakitler külüne de, eline de sahip çıkar, birbirinden hiçbir şeyi esirgemezler, her şeylerini paylaşarak mutluluğu yüzlerinden, gözlerinden okurdunuz. Kitap odalarımız olsa, kitaplardan okumalar yapsak. Kitaplar bizim en kıymetli dostlarımız olsa, aradıklarımızın en doğrusunu kitaplarımız bizlere ikram eder. Neyi ararsan onu kitaplardan bulabiliriz. Kitaplar insanlara asla ihanet etmez çünkü. Böylesi bir oturumu düşünerek bir iki örnekle konuyu gönlümüze akıtmaya gayret edelim. Her okuduğumuz, her dinlediğimiz, her bakıp gördüğümüz ve görmediğimiz şeylerden bizlere çeşitli ibretlikler-dersler çıkar. Bizler de hayata öyle bakmalıyız.

Dede Korkut Kitabında anlatılan hikâyelerden biri Deli Dumrul hikâyesidir. Deli Dumrul, kuru bir çayın üzerine bir köprü yaptırır. Geçenden otuz üç, geçmeyenden döve döve kırk akçe alır. Bir gün köprüsünün yanına bir bölük oba gelip yerleşir. Çadırlarını kurarlar. Obadan kopan feryatlar figanlar zerine Deli Dumrul atına atlayıp obaya gelir nedir bu feryat ve figanlarınız diye sorar. Obada bir yiğidin öldüğünü öğrenince Azrail’e kızarak meydan okur. Onunla dövüşmek için Allah'a dualar eder, yalvarır yakarır sonra evine döner. Bu anlatılmakta olan bir hikâye ya da masaldır masal olmasına ya Deli Dumrul bir toy düzenler. Toya Azrail’de katılır. Tam bu fırsat diyerek Azrail’e kılıcını savurunca Azrail güvercin olup uçmaya başlar. Atına atlayıp Azrail’i kovalamaya başladığında birdenbire Azrail ata gözükür. At ürker, kişner ve Deli Dumrul üzerinden savrularak düşer. Azrail, Deli Dumrul'un canını almak üzere gelince bana değil seni yaradana yalvar diye hatırlatır. Bunun üzerine Allah’ım ne olur beni bağışla diye yalvarmaya başlayınca bir ses; kendi canın yerine başka bir can bul onu alıp seni bağışlayayım der. Deli Dumrul bu ses üzerine hemen annesine,

babasına koşar ve durumu bir bir olanları anlatır ve onlardan canlarını kendisinin yerine vermelerini ister. Lakin can bu, tatlı mı tatlıdır. Ne annesi ne de babası canını oğlunun yerine vermezler. Hikâye-masal bu ya bu defa atını evine doğru çevirir çaresizce hanımına durumunu anlatır. Hanımı sensiz bu hayatın benim için bir anlamı yoktur ben seve seve senin yerine canımı feda ederim der. Bu defa Deli Dumrul diz çökerek Allah'a yalvarır; ey benim güzel Allah’ım ya ikimizin canını birden al ya da ikimizi bize bağışla deyince Allah cc. onları bağışlar ve onlara uzun ömürler verir. Allah cc. Azrail’e git Deli Dumrul’un annesinin babasının canlarını al emriyle Deli Dumrul ve eşine yüz kırk yıl ömür lütfeder.

Zaloğlu Rüstem, Firdevsi'nin “Şehname” eserinde geçer. Fars mitolojilerinde anlatılan önemli kahramanlardan biridir. Destansı bir öykü olarak dillerden dillere dolaşan Zaloğlu Rüstem, Fars şiir geleneği, edebiyatı ve sanatında önemle üzerinde durulan metinlerden biridir. Türk Edebiyatına Farsçadan geçmiş olan Rüstem hikâyeleri çok sık anlatılan-yazılan hikâyelerdendir. Divan şairleri kasidelerin methiye bölümlerinde Rüstem hikâyesi ve içinde zikredilen savaş malzemeleri, cengâverlikleri oldukça yer tutar. Köy odalarında, yaren ve sıra meclislerinde divan şairlerinin şiirleri gazellerle, kasidelerle, naatlarla dile gelirken hikâyeler, tarihi vakıalar, savaş meydanlarındaki zuhuratlar dilden dile anlatılarak çoğalarak yüzyılları besleyen önemli bir kültür ocağı şeklinde belleklerimizdeki yerini sağlamlaştırır. Bu nedenle zaman zaman büyük babalara, ninelere yaşadıklarından kıssalar anlattırmaya, çocukluk yıllarında dinlediklerinden nakiller derleyip toparlamaya günümüz gençliğinin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu fasıl bundan dolayı kaleme alınmıştır.

Hz. Ali Cenknâmeleri, 13. ve 14. yüzyıldan itibaren tercüme ve telif yoluyla Türk edebiyatına kazandırılmış ve Türk milleti tarafından kabul görmüş önemli halk hikâyelerimizdendir. Ali Efendimizden bahisler açmak Hasan ve Hüseyin Efendilerimizi yâd etmek anlamına gelir. Hatice, Fatma, Ayşe validelerimizden bahisler açılır ki ruhlarımız onların ruhlarıyla buluşup kaynaşsınlar. Dört Halifenin her birinin, Sahabe-i Kiram Efendilerimizin her biri bizler için yıldız mesabesindedir. Hz. Ali Cenknâmeleri toplumumuzun mayasında mevcut olan Allah ve Peygamber aşkının büyütülmesine, Müslüman kişiliğimizin oluşmasına, savaş ve gaza ruhunun aşılanmasına önemli katkılar sağladığı içindir. Ali Efendimizin kahramanlığından kahraman olmayı, müminliğinden mümin olmayı amaçlamış, İslamiyetin anlaşılmasında ve yayılmasında önemli bir ruh sürgünü olarak görülmüştür. Sözlü ve yazılı olarak anlatılan bu türden hikâyeler, destansı bir hava içinde söylenilen manzum ve mensur şekillerde ifade edilmiştir. Türkü, ilahi, mani, ağıt şeklinde de söylendiğini, manzum şekilde kaleme alınanların az olduğunu da unutmamak lazım gelir.

Bahsettiğimiz Cenknâmelerden biri “Yemame Cengi”dir. Hz. Ali Efendimizin evlatlarını kaçıran Yemame isimli kâfirle mücadelesini-kavgasını dile getirir. Bu Yemame Cengi’nin Kastamonu’ya ulaştığı kaynaklarda zikrediliyor. Hz. Ali, hicretin ikinci yılının son ayında Hazreti Peygamber tarafından kızı Fatıma ile evlendirildi. Bu evlilikten Hasan, Hüseyin, Zeynep ve Ümmü Gülsüm dünyaya geldi. Hazreti Ali, Hazreti Fatıma'nın sağlığında başka evlilik yapmadı. Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber başta olmak üzere hemen hemen bütün gazve ve seriyyelere katılan Hazreti Ali, bu savaşlarda Hazreti Peygamber'in sancaktarlığını yaptı ve büyük kahramanlıklar gösterdi. Peygamber Efendimize kâtiplik ve vahiy kâtipliği yapan Hazreti Ali, Hudeybiye Antlaşmasını da yazmıştır. Evs, Hazrec ve Tay kabilelerinin taptıkları

putlarla Mekke'nin fethinden sonra Kâbe’deki putları imha etme görevi de Hazreti Ali'ye verilmiştir.

Hz. Peygamber (sav) vefat ettiklerinde, cenazenin yıkanması ve benzeri hizmetleri, vasiyeti üzerine Hz. Ali (ra) ile Resulullah'ın yakın akrabalarından Abbas ve oğulları yapmıştır. Kur'an ve hadis konusundaki ilminden dolayı Hz. Ebubekir, Hz. Ömer özellikle fıkhi meselelerde fikrine müracaat ederlerdi. Hz. Ali'nin, Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği günün İslam tarihi için bir başlangıç olduğunun teklifi kabul edilmiştir. Hz. Osman (ra) şehit edilmesi üzerine ashabı kiram mescidde toplanıp Hz. Ali (ra) Hilafet teklifini yaptılar. Kendilerine yapılan bu teklifi Talha ve Zübeyr (ra) Efendilerimize yaptıysa da kendileri kabul etmek durumunda kaldılar. Döneminde Cemel ve Sıffın savaşları çıktı. Müslümanlar arasında fitne yayıldı. Hz. Ali b. Ebu Talib, ortaya yakın kısa boylu, koyu esmer tenli, iri siyah gözlü olup sakalı sık ve geniş, yüzü güzeldi. Kendisine Peygamberimiz (as) tarafından, "Ebu Türab" lakabından başka "el-Murtaza" ve "Allah'ın aslanı" ile zulüm ve haksızlıklar karşısında geri adım atmaması nedeniyle "Haydar-ı Kerrar" gibi lakapları vardı. “Zülfikar” ismindeki iki uçlu kılıcın da sahibiydi. Hz. Ali (ra), Kur'an, hadis ve özellikle fıkıh konusundaki bilgileriyle bir otoritedir. Rivayet ettiği hadislerin çoğu, fıkhi konulara dair olup bunları Hazreti Peygamber ile Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Mikdad b. Esved ve hanımı Hazreti Fatıma'dan duymuştur.

Sözü şöyle hitame erdirelim; “ilmin kapısı”, cesaretin timsali, bahadırlar bahadırı, “Zülfikar sahibi”, “Allah’ın Arslanı”, “Haydar-ı Kerrar” için şöyle bir rivayetten söz edilir; Rabbimiz, “Arslanım” dediği için bir benlik duygusuna kapılır. “O kadar güçlüyüm ki Rabbim bana Aslanım dedi” ve Allah cc’ ye; "Rabbim, senin yarattığın güçlülerden birini bana göster". Bunun üzerinde Cebrail (as), insan suretinde gelerek Hz. Ali'ye; "Mezarlığa git ve Rüstem diye seslen" denildi. Hz. Ali (ra) mezarlığa giderek; "selamün aleyküm Rüstem" diye seslendi. Birçok mezardan; "aleyküm selam" diye seslerini işitince, Cebrail (as) tekrar gelerek, Hz. Ali'ye; "Zaloğlu Rüstem diye seslen ve sakin elini verme" diyerek ikazda bulundu. Hz. Ali (ra) tekrar "selamün aleyküm Zaloğlu Rüstem” diye seslenince bir tek mezardan birisi çıktı. Toprağa basınca beline kadar toprağa gömüldü. "Ya Ali, tut elimi de çıkayım" deyince Hz. Ali(ra), yerden aldığı bir taşı Zaloğlu Rüstem'in eline tutuşturdu. Zaloğlu, taşı bir sıktı ki suyunu çıkardı. Üfledi, tozunu uçurdu. "Ey Ali, Allah cc. sana Aslanım dedi. Bana Kedim deseydi, sen o zaman görseydin Rüstem'i".

Peygamber Efendimiz (as)'dan, ehli beytinden, ashabı kiram efendilerimizden itibaren cümle geçmişlerimizi rahmetle, minnet ve şükranla yad ediyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.