OFANSİF SİYÂSETİNİN DEFANSI KÜLTÜRDÜR

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Türk devleti olarak, son iki yüz yılın en güçlü dönemini yaşıyoruz.

Adı Tanzimat Fermânı ile konulan prangalardan kurtuldukça, gücümüz daha da artacaktır.

Devletimiz prangalardan kurtulmak için sâdece kendi bünyesindeki mikroplar, asalaklar ve hâinlerle uğraşmıyor. Devletimizi ve vatanımızı hedef almış nice mikrop, dışarıda da var. İçeride, vesâyet katmanları birer birer kaldırdıkça, altından yenileri çıkıyor. Bugün yıldönümü olan 28 Şubat 1997’ye kadar sâdece askerî kanatta yüzünü görmüş olduğumuz vesâyet mikropları ve asalaklar, Türk Silahlı Kuvvetleri târihî ve aslî görevini yerine getirmeye başlayınca, başka deliklerden çıkmaya başladılar. Akademik vesâyet, adlî vesâyet, kültürel vesâyet, bürokratik vesâyet gibi vesâyetlerin bin bir rengini görüyoruz. Elleri kolları kırılsa da, her türlü şeytanlığı yapmaktan vazgeçmedikleri için bunları görmeye devam edeceğiz. Devletimiz güçlü olduğu sürece çabaları boşa çıkacaktır. Devletimiz daha da güçlendikçe, çıktıkları deliklere gireceklerdir.

Yurtdışında ise her şey daha netleşmiş durumdadır. Saflar belirginleşiyor. Artık hiçbir kurt, kuzu postunda değil. Yaptıkları hâin tahriklerin çoğu, kendilerini yoruyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları dışında olsa da, bizimle aynı safta olanları da görüyoruz. Türkiye’nin sâdece bir ülke adı olmadığına nice defâlar şâhit oluyoruz. Ay-yıldızlı bayrağımız, âdeta bizi dost bilen her ülkenin ikinci bayrağı olarak dalgalanıyor.

Aslı görevini ifâ eden ordumuz ve hâinlerden temizlenerek güçlenen Mehmetçik, şu anda Türkiye’nin en ses getiren gücüdür. Ancak vurucu gücün arkasındaki diplomasi de, sahada kazanılanın masada kaybedilmemesi için hiç olmadığı kadar zor işler beceriyor. Diplomatik başarılarımız, sahada çok az kayıp verilmesini ve kazanımların kalıcı olmasını sağlıyor.

Kültürün Yeni Tanımı ve İşlevi

Kültür ve kültürel faaliyet deyince, aklımıza ilk olarak sanatsal faaliyetler geliyor. Bu yüzden sergilerde, konserlerde, fuarlarda yapılanlar bu çerçevede kalıyor. Oysa ki, kültür ve kültürel faaliyetlerin içinde, Avrupa’da oynanan spor müsabakalarından, çocukların elindeki oyuncaklara kadar sınırsız bir içerik bulunmaktadır.

Sâdece yurt içindeki kültürel iktidar çağrısının çok ilerisinde, millî kültür, hâkim dünya düzeninin kurduğu küresel vesâyeti önce gözler önüne serecek, sonra da ortadan kaldıracak bir yumuşak güçtür. TSK’nın kullandığı silahların millîleştirilmesi gibi, kültürün de millî köklerle yeniden temas ederek, daha önemli olan yumuşak güçlerin birbirleriyle olan mücâdelesinde sahaya inmesi gerekir.

Osmanlı’nın fetihlerini, ordunun sefere çıkmadan önce, Dervişân-ı Rûm, Âhiyân-ı Rûm, Abdalan-ı Rûm ve Bacıyân-ı Rûm ile bölgede kültürel fetih ile gerçekleştirmesi, üzerinde durulması ve güncellenerek kullanılması gereken bir kültürel silahtır. Sonrasında ordu ile sefere çıkan mehter takımının, savaş sırasında düşmanın savunmasını kan dökmeden zayıflatma anlayışı, aynı güncelleme ve anlamlandırma ile ele alınmalıdır.

Üstünde oturmakta olduğumuz kültür sandığının içinde bunca değerli miras varken, yapılan acemice ve düşmanı sevindirecek uğraşlar, günü kurtarmaktan ileri gidememektedir. Daha kötüsü, iş yapılıyor zannıyla ve yanıltıcı bir gâlibiyet hissiyle kültürel defans kademesi boş bırakılmaktadır.

Örnek vermek gerekirse, “Tasavvuf mûsıkîsi yapıyoruz” deyip, pop müzik altyapısı ve Batı müziği enstrümanlarıyla, sözlerinde seccâde, namaz, zikir, cennet, Mekke, Kudüs, Kâbe gibi kelimelerin kullanıldığı ama melodik açıdan her hangi bir pop şarkısından hiçbir farkı olmayan müzik çalışmalarıyla kültürel defans sağlanamaz. Dahası, Divan Edebiyatımızın Osmanlı sultanları elinden çıkmış olan örneklerinin, “senfonik olduğu iddia edilen” müzikal altyapıyla, ünlü isimlerce seslendirilmesi, kültürümüzü bir arpa boyu ileri götüremez. Hele bunları devletin radyolarında yayınlamanın ve kamu kuruluşlarıyla finanse etmenin hiçbir kültürel geri dönüşümü olmaz.

Necip Fâzıl’ın tâbiriyle “kaba softa ve ham yobaz elinde” yoğrulmuş, taklidi ve tekrârı esas alan bir din anlayışının kültürdeki, sanattaki, edebiyattaki, sinemadaki, televizyondaki, radyodaki ve eğitimdeki yansımasıyla, üretilen “şeyler”i, “sanat eseri” olarak tanımlamak için kaliteden bir hayli tâviz vermek gerekir. Bu taklit yapıtlar, diplomatik ve ekonomik hamlelerin arkasını doldurmak ve onları kalıcı kılmaktan çok uzaktır.

“Öz evlatlarımız”a, üvey evlat muamelesi yapıp onların gelişmesine yol açmak yerine, onlara sunulacak imkânları, selden kütük toplama kurnazlığına girilen “karşı mahalle çocukları”na vererek, on yıllar sonrasına bir şeyler bırakamayız.

Gitar ve piyano ile ilâhi çalıp söylemenin veya İslâmî geometrik desenlerinden nevresim takımı yapmanın, yedek parçası verilmeyen savaş uçağı kullanmaktan pek de farkı yoktur. Hiçbir savaş ilelebet sürmemiştir. Şimdiki savaşlar inşallah en kısa zamanda biter. Ama yüzyıllar önce Dede Efendi’nin, Itrî’nin, Kutb-i Nâyi Osman Dede’nin yaptığı besteler, Mimar Sinan’ın inşâ ettiği mâbetler, Şeyh Gâlip’in yazdığı şiirler, Kazasker İzzet Efendi’nin yazdığı hatlar hâlâ yaşamakta ve kültürel işlevlerini yerine getirmektedir.

Diplomatik ve ekonomik olarak ne kadar ofansif ve girişimci olursak olalım, bu enerjimiz ölçüsünde bunlara destek olacak defansif bir kültür kadememiz olmadığı sürece, ne kadar çok gol atarsak atalım, en az bir fazlasını yemekten ve mağlup olmaktan kurtulmamız mümkün olmayacaktır.