OKUMAK VE YAZMAK

Ümit G. CEYLAN 27 Şub 2020

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
İnsan dertli bir varlıktır. Kimim ben, neden buradayım?

ALLAH DUALARIMIZI KABUL BUYURSUN

Gerçekten zor günler, aylar yaşıyoruz. Güzel ülkemizde depremler, çığ felaketleri, salgın hastalık tehlikesi, bir yandan kapımızdaki savaş sesleri insanların moralini bozabiliyor. Ama umut her an var. Regaip ayına girdik çok şükür ve bu zaman dilimleri Allah’ın müjdesidir. Yani af, mağfiret, istek ve arzuların kabulü için bir fırsattır. Recep ayının ilk perşembe günü oruç tutmanın faziletleri üzerinde durulur. İbadet etme ve arınma fırsatı veren Allah’a şükürler olsun. Üstelik bu yıl Recep ayının ilk perşembe günü, yani bugün aynı zamanda Regaip Kandili’dir. Bugünü oruç ile geçirmek ve gece de nafile ibadet etmek mutlaka hayırlıdır. Çocuklarımıza da ibadetlerimizle örnek olmak, akşam birlikte sofraya oturmak, hatta mümkünse kalabalık bir ortamda Müslümanlarla bir araya gelip oruç açmak, dualar okumak, hayırlar dilemek iç huzurumuz için büyük fırsattır. Akşam evimizde de bir köşeye çekilip ülkemizin selameti, güvenlik güçlerimizin başarısı ve İslam aleminin birleşmesi için içten yalvararak dualar edelim. Birlikten güç doğar dostlar. Allah şimdiden dualarımızı kabul etsin. Rabbim bizleri birbirimizden ayırmasın. Gecemiz mübarek olsun. 

OKUMAK VE YAZMAK

İnsan dertli bir varlıktır. Kimim ben, neden buradayım? Alem ve ben, aramızdaki bu bağlantı nedir? İnsanın varlık macerasının bir anlamı, çilelerin bir karşılığı olmalıdır. Hiçbir şey boşuna, rastlantısal ve amaçsız olamazdı. Böylelikle insan, kafası patlayana dek düşündü ve düşündükçe keşfi açıldı. Bıkmadı ve usanmadı zira her keşifte önüne sayısız kapılar çıktı. Kapılar ona geniş ve ferah bir alem sunuyordu. Daha önce hiç görmediği, bilmediği, aslında hatırlamadığı bir alemdi. Dünya denilen bu sıkışmış alandan daha büyük alemlere doğru açıldıkça insanın ufku bir kaynak aradı. Bağlantısızlık ta mümkün görünmüyordu zira tüm bu bilgileri, hissedişleri kalbine yazan kalemin sahibi olmalıydı.

Önce Oku

Hikmeti talep eden kişi okumakla işe başlar. Allah’ın yemin üzerine yemin ettiği kalem şanı, Yüce olan Allah’ın kitabı Kuran-ı Kerim’i yazdı. Hikmeti Kuran-ı Kerim’in içine sığdırdı. Bir yandan da alemin her yerine kitabından nurlar serpti. Işığı arayan bulsun ve bu nurdan feyz alsın, gönlü genişlesin diye. Rezil olmamak için doğru okumak ve neden okuduğunu iyi bilmek lazım. Zira ortalığa okuduklarını saçmak insanı insanlıktan çıkarır.  Ahlak güzelliği için okumak istersen karşılığı mutlaka güzellik olur. Anlamak için okursan, kendini bulur, kendini tanırsın. O  zaman da senden halka güzellik yansır. Kendinde bir varlık olmadığını anlar ve sana öğretilenlerin şükrünü yazmaya başlarsın.

Sonra yaz

Anladıklarını yaz ki söz uçup gitmesin. Öyle sözler yaz ki; harfler bir bir vecde gelip zikretsinler ve yazılanlardan kalem de kâğıt da şükretsin. Yazmak öncelikle kalemle olsa bile bazen söz bazen bir bakış bazen de bir selam gönle yazdırır yazılacakları. Öyle bir yaz ki okuyanlar senden zuhur edenleri kalpleri ile hissedip tüm dünyaya haykırmak istesinler. Bazen de öyle yaz ki bir kelebeğin kanadında çırpıp dünyanın bir ucunda rüzgâr estirsin. Yazmak için okumak lazım. Zira okumadan neyi yazacaksın ki; dünya, alem, insan, ağaç, hayvan, toprak, bitki. Her şey okunmak için insana bir yol gösterir. Yeter ki okumayı bilelim. Hak ne demek istiyor anlayalım. Anladıklarımızı da üzerimize giydirip okutalım.

Harfler insanda yeniden yazılır

Söz düşmesin, kaybolmasın insanda yeniden şekillensin adeta yeniden yaratılsın. Allah Kuran’da doğrudan insana seslenmiştir; işiten, gören, hisseden bundan berî kalamaz. Devrin harfleriyle, devrin insanına yeniden anlamlı cümleler kurdurmak lazım. Düşün! Senden istenen ne? Sen bu alemde bir hiç değilsin. Hiçliğin ancak egona karşı olsun. Senden de benden de ondan da zuhur eden O. Ama sen seni bil, kendinde bir varlık görüp karşındakini yanıltma. Kalem yarılıp ikiye ayrıldı. Biri Allah’ın bütün aleme yazdığı felek, diğeri ise yine Allah’ın kulun levhasına yazdığı felektir. İnsan Allah’ın kaleminden çıkanı okumaya başlarsa kendini evrenin parçası olarak görmeye başlar. İnsan anlamak için okursa doğruyu yaşar. O yüzden bey gibi bilgelerin de sözü kılıç gibi keskin olur. Bilgeler önce insanı okurlar sonra insan ve kâinat ötesinde bir bilgiden yoğurulmuş mayayı, kişinin özelliğine göre terkip edip ona yazarlar. Bu maya bilge kişinin elinde Hakk’ın ademi çamurdan yaratması gibidir. Bilgi Hakk’ın mahfuzundaki sırdır. Bu sırrın peşine düşmüşlere yoldaşlık edenler okumayı da yazmayı da bilenlerdir.

Harf harfi bulur; hece heceyi... Hece kelimeyi bulur; kelimeler cümleyi. Cümleler kitap olur; kitaplar kütüphaneyi doldurur.  Kitap kitabı bulsun; tefekkür olsun, teakkul olsun, tezekkür olsun... Kalp kalbi bulsun; dünyada barış olsun, insanlık huzur bulsun vesselam. 

GÖLGELER

Bir baş, bir gövde, ayaklar ve kollar; kısacası insan. Ruh ve beden yek vücut bir insan. İskeleti değildir onu ayakta tutan!.. Ruh insanı canlı tutar, ruh insanı müteharrik kılar. Ruh insanı yüce yapar ya da ruh insanı zelil eder. Ruh insanda bir gölge gibidir; var oldukça peşinden gelir, varlığı için en büyük delildir. Bir gölgenin hareketi bir canlının varlığının işaretidir. Bir gölge oyunu sanatçısının oynattığı figürler sanatçının iradesidir. Hacivat Karagöz gibi. Tuzsuz Deli Bekir gibi. İnsana can veren, ona ruh veren, ona ömür biçen ve onu hareketlendiren, onu yaratan yaratıcısıdır. Bu dünya bir yol geçen hanıdır. O halde şükür de zikir de O’nadır. Bu dünyada ha varmışız, ha yokmuşuz. Bir gölge gibi ruhumuzla yaşar ve ruhumuzla bedenimizi terkeder gideriz. Bütün yollar, patikalar, kaldırımlar sonsuzluğa çıkar. Eğer hakikat yolcusu isen, taşlı ve dikenli yollardan gitsen, yolda kalmazsın. Yeter ki sen iste, aşkla, şevkle, azimle muradına erersin. Her an her şey olur; beklediğinden de öte, seni bekleyen sürprizlerin ve güzelliklerin olur. İnancın, vicdanın kadar sırrı suretin olur. Sureti halimiz hem kendimiz hem de gölgemizdir. Gölgemiz sırrı suretimizdir. Bir varmış bir yokmuş; bu bizim masalımız, aynı zamanda bitmeyen hikayemizdir. 

GENÇLİKTE FLÖRT OLMALI MI?

Hiç sevmediğim bir kelime bu flört. Çünkü bana samimi gelmiyor. Sonra ayrılma ihtimali varken bir genç kız başka bir erkekle niyet flört etsin? Ayrıca flört bizim kültürümüzde olan bir tanımlama değil. Flörtten maksat nedir? Eğer erkek bir kızdan hoşlandıysa ya da tam tersi olduysa bunu bir resmiyete bağlamak gerekir. Bunun adı da nişandır. Nişanla birlikte aileler, yakınlar iki gencin kalplerini birleştirdiklerine şahitlik ederler. Nişan öncesinde ise iki genç arasında birbirlerine verdikleri bir söz olsa bile araya mesafe koymaları ve iletişimi bir edep ve adap çerçevesinde sürdürmeleri özellikle kız için daha doğrudur. Genç kız laubalilikten uzak, mesafeli ve seviyeli bir arkadaşlık yürütmelidir. Öncelikle arkadaşlık kriterleri içinde başlayan ve devamında bir tarafın bunu evlilik kurumuna dönüştürmek istemesi halinde dahi yine genç kız kendini korumalı, ciddiyetini bozmamalıdır. Bu her iki taraf içinde hayırlı olandır. Çünkü samimiyet testi ancak mesafeli bir iletişim sürecinde doğru sonuçlanabilir.

ARTI – EKSİ

Artı

Askıda ekmek

İyilik yapmak hiç zor değil. Fırından ekmeğinizi alırken bir tane de askıda ekmeğe katkıda bulunabilirsiniz. Alan da veren de birbirini göremeyecek. Böylesi daha iyi. İyilik yap hâlik bilsin kabilinden vermeyi öğreniyoruz. Cebinde akrep olanlar için cimrilik hastalığını yenmek adına başlangıç seviyesinde bir terbiye metodu. Öyle değil mi?

Eksi

Atakan’ın Yeleği

Atakan’ın suçu yok. Onu bu hale getiren ana, babaya sormak lazım. Çocuğa çocuk gibi davranmayıp ona kaldırabildiğinden fazla anlam yükleyip rol yapmaya zorlamak bir çocuğa yapılabilecek en büyük kötülüktür. Neden bahsettiğimi anladığınızı düşünerek bütün olayı bu satırlara dökmek istemiyorum doğrusu. Olay kurgu gibi duruyorsa da ne amaçla bu çocuk ortaya atıldı. Bunu da anlamak mümkün değil. Ama bunun da ötesinde sosyal medyada bu habere atlayıp her yerde paylaşan, alkış tutan ve en sonunda da hali pür melalimizi anlatan Atakan’ın yeleği var diye tuhafiye dükkanında vitrine ilan asanlara şaşırmalı. Popüler kültürün kuyruğuna takılıp böyle madara da olmak var işte. Sanki tılsımlı yelek. Ama nasılsa sosyal medyada saklanmak kolay, kimse rezil olmuyor.

MİLLET KÜTÜPHANESİ

Geçtiğimiz hafta içinde Türkiye’nin en büyük kütüphanesi Ankara’da külliyede açıldı: Millet Kütüphanesi. Eser sayısı, sınıflandırma yapısı ve teknolojiyi kullanımı bakımından Avrupa ve kendi coğrafyasında dikkate değer bir kütüphane niteliğini taşıyor. Önceki medeniyetlerden bahsedildiği zaman büyük kütüphanelerin bulunduğu şehirlere atıf yapılırdı. Bağdat Kütüphanesi, Buhara Kütüphanesi, İskenderiye Kütüphanesi veya daha eski uygarlıklara ait bazı kütüphane ve belge arşivi barındıran binaların bulundukları şehirler uygarlıkların merkezi sayılmıştır. Nedense büyük istilalar, yıkımlar esnasında  ana hedeflerden biri de yine insanlığın hafızası olan bu yerler hedef olmuş, tahrip edilmiş, yakılıp, yıkılmıştır. İstilacı, sömürgeci kabilelerin tahammülsüzlüğü bilgiye karşı olan bu nefretlerin hedefi kitaplar, belgeler olmuştur. İnsanlık tarihinin bir gerçeği olan kitap, belge veya benzeri şeylerin kaybolmaması için gerekenlerin yapılması bir medeniyet duruşudur. Bu yüzden Millet Kütüphanesi iç ve dış mimarisinin gösterişli yapısı gerekse ihtiva ettiği belgeler ve yapılacak etkinlikler açısından diğer illerimizde de kütüphane anlayışının yaygınlaşması açısından bir umuttur. Ders çalışılabilecek ama bunun yanında da kitap okuma ve bilgiye ulaşma keyfi vermesi açısından da Millet Kütüphanesi’nin kültürümüze etkisi yadsınamaz. Bir yandan da mahalle camilerimizden tutun en büyük ibadethanelerimize kadar buraların sadece namaz kılınacak mekanlar olmaktan çıkarıp, aynı zamanda profesyonel kütüphanelerin de yer alacağı birer kültür alanları haline getirilmesi insan, ahlak ve bilgi temelli bakış açısına kapı açacaktır.