ÖLÜM KAVUŞMADIR

Cemalnur SARGUT 01 Kas 2018

Cemalnur SARGUT
Tüm Yazıları
Allah ölümü ve hayatı âyet-i kerîmede olduğu gibi, dünyayı tanımamız ve dünyayı kendisine ulaşmak için bir fırsat olarak kullanmamız için yaratmıştır. İnsan ölümle gerçek hayata kavuşacağını idrak ettiği zaman, o gerçek hayat için hazırlanmaya başlar.

Ölümün sevgili ile kavuşmak olduğunu, sevgilinin cemâlinin her an yeni tecellisini idrak etmek olduğunu yavaş yavaş anlamaya başladıkça da ölüme doğru bir çekiliş duyar. Hatta Hz. Mevlânâ “gerçek insanlar yani mümin olanlar, ölecekleri zamanı hissederler ve oraya doğru koşarlar” diyor. Demek ki öbür âlem ile yani kendi hakikati, kendi içi ile ilişki kurmayı becerebilen insan için ölüm bir zevk, bir kavuşma, hatta genişlemedir. Zira, meselâ çocuk ana karnında iken orayı çok zevkli bir yer zanneder, hatta yediği kan pıhtılarını en lezzetli yemek addeder. Hiçbir zaman dışarı çıkmak istemez ve orada çok rahattır. Orayı da dünyanın en geniş yeri olarak düşünür ama oradan çıktığı zaman gerçek genişliğin ne olduğunu anlar. Hayırlı amel ve güzel amel işleyen, o amellerin neticesini öbür âlemde cennet-i âlâ gibi görecektir. Bunu idrak eder. Dolayısı ile ölüm onun için artık Şeb-i Arus olur. İnsan bunu kendi için hissettiği gibi, yakınında bir kâmil insan öldüğü zaman, onun yüzünde onun hakikatinde de çok yakînen görür, o kavuşmanın zevkini hisseder ve onun için üzülmeye de edep eder. Yani Allah’ımızı da birazcık tanıyabilsek o zaman ölüme ne kadar zevkle koşarız, herkes de bunu idrak edebilir.

  Eğer ruhumuz ile ilişki kurmuş isek biz zaten diriyiz demektir. Ezelî ve ebedî diriler hiçbir zaman ölmez. Nefsimiz ile alâkalı bir ömür geçirdiysek, nefsin ego kısmı ile yani tekâmül etmemiş nefis (emmâre) ile alâkalı bir ömür geçirmiş isek, ölümden korkmakta son derece haklıyız çünkü hiç tanımadığımız bir âleme gideceğiz. Dünya ile ilişkisini kesememişse de, arada yani berzahta kalır ve dünya ile ilişkisi orada devam eder. Dünyaya olan meyli, onda kabir azâbı yaratır, yani kabir azâbının mânâsı budur. Dünya ile ilgili meyli o kabir denen vücûdunun içerisinde hâlâ o vücûdun maddesini hissederek onun içinde sıkıntı yaratır. Bunlardan kurtulan, bu âlemde bütün kendi nefsânî arzu ve isteklerinin üzerine yükselmiş hür insan ise öbür âlemde direkt cemâlullaha doğru yönelir ve kendi hakikatini bulana kadar Allah’ın cemâlinin tecellileri ile mest olur. Her an bir yenilenme, her an bir güzellik, her an doyulmaz, inanılmaz bir ilimle karşılaşır ve bunun aşkı ile yaşar. Hakiki yaşamın ne olduğunu orada öğrenir. Buna ölmeden önce ölmüş kişinin öbür âlemdeki zevki deniyor.

 Hocam Ken’an Rifâî Hazretleri “ölümü büyük bir kavuşma gördüğü için müslüman mümin ölüme özlem duyar fakat aynı zamanda burada yaşadığı her bir ânın hizmet edip bir günahını affetirmek için bir fırsat olduğunu bildiğinden, burada yaşadığı anlara da şükreder” der. Dolayısıyle müslüman, hem yaşamaktan dolayı şükreden hem de ölmeye çok hazırlıklı olan kimse demektir. Kâşânî Hazretleri “mülk âleminde ölüm zâtî, hayat ise ârızîdir” diyor. Burada, mülk âlemi dediği, dünya âlemidir. Dünya âleminde asıl olan ölümdür. Hayat ise ârızîdir. Yani bu âlem çok geçici bir âlemdir. Burada hayat gibi görünen şey hayat değildir. Hakiki hayat ölümün içinde vardır. Kâşânî bunu söylüyor. Fakat insanlar bu ârızî ve geçici hayatı hakikat zannederler, hatta burada ölü yaşarlar. Onun için Peygamber Efendimiz’e “siz de rüyâ tâbir eder misiniz Hz. Yusuf gibi ?”dediklerinde, “ben dünyayı tâbir ederim, çünkü hakiki rüyâ dünyadır” buyurmuşlar. Her uyku ölümün bir başka provasıdır ve her uyku bir çeşit ölümdür. Dolayısıyle de insan ölüm ânında gördüğü şeyleri yaşar, yani ölü gibi yaşar bu dünyada. Peygamber onu rüyâ olarak düşünmüşler, tâbir etmişler.

 Aslında ölüm acısını yaşadıktan sonra var oluyoruz. Yani her neden ölürsek o bir varlık getiriyor. Meselâ nefsimizin arzu ve isteklerinden tek tek öldükçe varlık kazanıyoruz. Kinden ölüp varlık kazanıyoruz, nefretten ölüp varlık kazanıyoruz. Çünkü bu hisler bizim cüz’î ve yanlış uyguladığımız hisler. Bunlardan kurtuldukça hürriyete kavuşuyoruz. Her hürriyet insanı varlığa yaklaştırır. Aslında herşeyimiz faydalı olmalı ve herşeyimiz kendi geldiği ezelî yerine geri dönmelidir. Ruhumuzun ezelî yeri Allah’ın hakikatidir, çünkü ruh mahlûk değildir. Emir âleminden gelmiştir. Allah, üflemesi ile bizde dirilik yaratmıştır. Yani ruh dirilik demektir ama her ruhu olan canlı demek değildir o anlamda. Fakat madde olan vücudumuz da topraktan yaratıldığı için kendi aslını özler ve aslını bulduğu zaman bitki verir, faydalı olur. Her şey aslına dönünce faydalı olur.

Burada üzüntülü, mutsuz, huzursuz ve cehennem bir hayat yaşıyorsan, öbür âlemde cehennemin içindesin demektir. Çünkü en büyük cehennem kendi mutsuzluğun ve huzursuzluğundur. Ondan daha büyük cehennem olmaz. Hatta insan acı çekerken,  dışarıdan bir şeyini, elini filan yakmaya çalışır ki dışının acısı içinin acısını bastırsın diye. Çünkü dışarıdan gelen acı çok daha hafiftir, içinde çektiği acıya nazaran. Onun için, hocama “cehennemde kaç kilo odun yanıyor?” diye sorduklarında, gülerek “ateşin çıktığında sende ne kadar odun yanıyorsa o kadar” demişler. Buradan anlaşılıyor ki herkesin kötü huyları, yanlışları ve hatâları kendi cehennemlerini hazırlar. Yoksa Allah onu günah diye bir yere sokmuyor. Kendi kendimize hazırlıyoruz cennetimizi ve cehennemimizi. O zaman Allah bize bu âlemde bütün kayıtlardan kurtulmuş, aşırı sevgilerden arınmış ve ilâh yapmaktan, put etmekten arınmış, tamamen yüzümüzü Allah’a dönmüş bir vaziyette O’nunla olabilmeyi nasip etsin ki inşaallah ölümün tadını çıkarabilelim biz de vesselam...