ÖN YARGI DENEN FELAKET

Funda ÖZKALYONCU
Pazartesi sabahı, yine aynı saat iskeledeyim, saat 08.00, bakıyorum merdivenlerden 1 kadın ve 4 çocuk iniyor, 3 erkek 1 kız çocuğu.

Bodrum'dayım.

Sabah 07.30 deniz kenarı iskeledeyim, çok sıcak sevmiyorum, sabahın o sessiz, kimsesiz halini de çok seviyorum.

Saat, 10.30 kadar kalıyorum.

İnsansız hava sahası halindeyim.

Sonra dönüş yolu.

Pazartesi sabahı, yine aynı saat iskeledeyim, saat 08.00, bakıyorum merdivenlerden 1 kadın ve 4 çocuk iniyor, 3 erkek 1 kız çocuğu. 

Çocukların en büyüğü kız 14 yaş civarında, bir küçüğü 12, bir küçüğü 10, en küçüğü 7 yaş civarlarında. 

Sormadığım için, civarı diye anladığımı yazıyorum.

Kadın tesettürlü, haşema değil ama, pantolonu var, üzerine diz altına kadar inen, güzel bir kumaştan, iyi dikilmiş lacivert elbisesi var. 

Eyvah diyorum, sabah sabah, buraya sessiz, denizin sesini, kokusunu dinlemek için geliyorum, şimdi bu kadının çocuklarını nasıl çekeceğim?

Bizim siteden de değil ilk defa görüyorum, bu ne şimdi, diye iç sesim, mırıl mırıl söyleniyor.

Kadın sıcacık gülümsemesi ile, günaydın diyerek önümden geçiyor, çocuklar boy sıralamasında arkasında yürüyor.

Kadın bir şezlonga oturuyor, her çocuğun elindeki çantaları usulca yerleştiriyor.

Sonra çocukları sırayla, faktörlü güneş koruyucu ile yağlıyor.

Çocuklardan çıt yok, usul usul konuşuyorlar, buna rağmen annesi, bak hanımefendi kitap okuyor, sabah başını dinlemeye gelmiş, lütfen hiç ses yap yapmayın diyor.

Çocuklar denize giriyorlar, hiçbirinden annneee! diye bağırma, anneden, annemmmm! şöyle diyen tek bir kelime yok, yani çıt yok.

Hanımefendi, çocuklar denize giriyor, onun gözü denizde, iskelede oturuyor ve kendine kahve söylüyor, bana da bir şey içer misiniz diye soruyor.

Aydınlık bir ağzı, bembeyaz dişleri, çok güzel ses tonu, tertemiz konuşma üslubu var. 

Ben "uzman göz doktorum" diyor, "maşallah ne kadar çok çocuğunuz var diyorum, bir tanede büyük var, Boğaziçi Üniversitesinde okuyor" diyor.

Yani çocuk 5 diyorum.

“Çok çocuk severim ben, bana bakmak hiç zor gelmez, hepsinin eğitimi benim için çok önemli, varım yoğum onlar” diyor.

O kadar sıcak, o kadar samimi, sıcacık bu kadın ile sohbet ediyorum, çok çocuklu hayatı imrenerek dinliyorum.

Hanımefendi iskeledeki cankurtaran simidini soruyor bana, "o kadar sıkı bağlamışlar ki, bunu o anda çözmek çok zor olmalı” diyor, ben "haklısınız, ben Osman'a söylerim, düğümü kolaylaştırır" diyorum.

"Siz denize neden girmiyorsunuz, çocuklar tamamda, sizde keyfini alın" diyorum.

“Yok böyle iyi, çocuklarım denizden faydalansın, yeter” diyor.

Ertesi günü sabah yarım saat geç kalıyorum, denizde o çocuklar yüzüyor, uzman hanım, o cankurtaran simidinin içinde çocuklarının arasında yüzüyor.

Ortada anne, etrafında daire yapmış çocukları usul usul konuşarak, yüzerek, hayata tatlı tatlı gülümsüyorlar.

Anne, meğerse yüzme bilmezmiş.

Anne, meğerse cankurtaran simidini kendisi için sormuş.

Anne çocuklarına yumuşacık, hiç bağırmadan, azarlamadan, yüksek sesle konuşmadan analık yaparmış. 

Anne, meğerse siteye misafir gelmiş, kendisi ve çocukları kimse rahatsız etmesin diye erkenden gelirmiş.

Anne, meğerse çocuklarına her sabah biberleri közleyerek kahvaltı hazırlarmış.

Funda, anne ile ilgili değil ama, çocukları görünce ön yargılı düşündüğünü anlamıştır.

Funda, meğerse hayatının en tatlı, en güzel annesini tanımış.

Funda, meğerse en son bunlar da kim? Nerden çıktılar? Haşema? diyen, bir kadınla ne münasebet diye cevap verirken, kendini bulmuştur.

Funda, meğerse ertesi günü iskelede, gözleri kadını ararken ve bulamazken, bulmuştur.

Funda, kendini iyi ki önyargım yok diye severken bulmuştur.

Funda'nın aklındakiler!

Zerrin Özer.

Sesi şahane, kalbi pamuk kadın. 

Yakın zamanda evlenmiş, evlendiği adam, yakışıklı, uzun boylu, kendinden çok genç biri. Adam yalancı, kadınları ağına düşüren, dolandırıcı bir adammış.

Onlarca kadını dolandırmış. 

Hatta babasını dolandırmış, adamın evinden cep telefonunu bile çalıp gitmiş. 

Adamın dolandırıcılıkta en yakın arkadaşı annesi imiş, yani beraber yapıyorlarmış.

Kadın aşık oldum diyormuş, kimselere inanmıyormuş.

Böyle durumlarda insana kim yardım eder bilmiyorum.

Bu adamlar, bu kadınları nasıl seçiyorlar, nasıl av muamelesi yapıyorlar, onu da bilmiyorum. 

Sahtekarlıklarında boğulsunlar inşallah, bir tek bunu biliyorum.

… Koskocan Hürriyet gazetesinin, Kelebek ekinde, kocaman köşesi var.

Adı Cihan.

Life yazarları denen, köşe yazarları var, gezi, konser ve mekan geziyorlar ve yazıyorlar. 

Cihan bey, tam da öyle bir köşe yazarı değil.

Cihan bey, bu hafta " Bodrum'da, olunca, her yeri gezmek, her yeri deneyimlemek gerekir" diye başlamış, köşesinde yazmış.

Aslı, Metin çiftinin mekanına gitmiş.

Karidesli, haşlanmış fasulyeli, salata yemiş.

Hem karides, hem haşlanmış fasulye nasıl bir araya gelir pek anlamadım ama, Cihan bey pek beğenmiş. 

Yanında da ginger’lı bir kokteyl içmiş.

Ben böyle mekanlara gitmem, belki de ambiyans, ortam meraklısı biri değilim, o ortamdaki insanların, var olmanın dayanılmaz hafifliği içinde dolaşmalarına, tahammül edemem. 

Ayrıca, inanılmaz pahalı olduğunu biliyorum, geçen yıl 1 TL satılan sodayı, 14 TL’ye içmişlerdi. 

Benim konum şu, buraları, bu kadar pahalı yerleri yazmanın kime ne faydası var.

Aklımda ki şu, sanıyorum, oraya gidip yiyip içip ağırlanıyorlar, para ödemiyorlar.

Sonrasında iki çizik artırıyorlar.

Ama köşeye yazık değil mi?

Ben okuyorum bana yazık değil mi?