OSMANLI'DA PARANIN TAĞŞİŞİNDEN GÜNÜMÜZDE DEVALÜASYON VE ENFLASYONA

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Bugünkü iktisadi problemlerin temelinde yer alan olgular bugüne ait değildir.

Bugünkü iktisadi problemlerin temelinde yer alan olgular bugüne ait değildir. Aslında efsanelerle örülmüş bir sis perdesi altında gizlenmiş tarihe tekrar döner ve bakarsak hemen hemen aynı problemleri ve problemlerin arkasında aynı olguları buluruz. Bugün biraz geçmişe gidip Osmanlı’da paranın tarihine dalacağız. Oradan günümüze gelecek ve enflasyonla devalüasyonu açıklamaya çalışacağım.

EFSANELER PERDESİYLE GİZLENMİŞ TARİH

Geçmiş, her çağda sıkıntı içinde bulunan toplumlara hükümetler veya kanaat önderleri tarafından, “geri dönülmesi gereken Altın Çağ” olarak sunulmuş ve bu yolla kitleler örgütlenmiştir. Örneğin Osmanlı’nın duraklama dönemlerinde yazılan ve padişahlara sunulan layihalar (raporlar) çözümün hep Kanun – u Kadim’e dönülmesinde olduğunu söylemekteydi. Onlar için “Altın Çağ” imparatorluğun en güçlü olduğu dönemdi. (NOT: Kanun-u Kadim ile Fatih ve Kanuni Dönemlerinde neşredilen kanunlara atıfta bulunuluyordu. Bu raporlarda hususiyetle “kardeş katline” ve “devşirme sisteminin eski haline” dönülmesi kastedilmekteydi. DMD) Ama imparatorluğun çökmesine neden olan süreçlerin tohumlarının hep bu “Altın Çağda” atıldığı, ne hikmetse, hiç söylenmez. Yine 80’lerden bugüne belli bazı ”beyazlatılmış Türkler” için kurtuluş “Atatürk dönemine geri dönmek ve Kemalist Devrimleri ihya etmekten” geçmekteydi. Bu “çok özgürlükçü, solcu ve demokrat arkadaşlar” için de “Altın Çağ” 1930’lardaki tek partili erken Cumhuriyet devriydi. Bazı İslamcılar için “Altın Çağ” Peygamberimiz ve Dört Halife Devrini içeren Asr-ı Saadet (Mutluluk Çağı) olarak tanımlanır. Asr-ı Saadet’in, özellikle Dört Halife Devrinin, hiç de “mutluluk çağı” olmadığı tarihi gerçeği ise söylenmez, söyleyene de “fitneci” denir. Bütün bunların oluşturduğu sis perdesini aralamak için ilk önce kayıtlara dayalı bilimsel yöntemle yazılmış tarihlere başvurmak gerekir.

OSMANLI’DA PARA SİSTEMİ

Klasik Dönem Osmanlı ekonomisinde temel para birimi, gümüş bir sikke olan, Akçedir. Akçe, eski Türkçede, içindeki gümüşe nispetle verilen “akça / beyazca” tabirinin İstanbul Türkçesinde aldığı şekildir. 1657’de, bu sefer, Kuruş temel para birimi oldu. Buna göre 120 akçe değerinde gümüş sikkeye “Kuruş” denirken, bunun bozukluğu olarak da 3 akçe değerinde “Para” darp edildi. Vaka – yı Hayriye sonrasında devletin yeniden düzenlenmesini takiben 1843’te para sistemi yeniden revize edildi ve o gün dünyada yaygın olan çift metal sistemine geçildi. Artık gümüş Kuruş’un yanında Altın Osmanlı Lirası da darp ediliyordu. Uzmanların kayıtlarına göre bir akçenin ağırlığı 1,15 ile 1,18 gr arasında değişmekteydi. (Basılan altın paraların büyüklüğü ve ağırlığı da değişkendi. Bugün kuyumcularda artık nadir olarak rastlanan Reşat, Hamit ve Aziz altınları gibi… Bu paralar farklı padişah dönemlerinde basılmış farklı ağırlıktaki paralardı. DMD)

Akçe’nin ağırlığı 1,18 gram iken paranın temel değerini (intrinsic value) oluşturan içindeki gümüş miktarıdır. Aşağıdaki Tabloda yıllar içinde 1,18 gramlık akçe içindeki gümüş ağırlığını gram cinsinden görmektesiniz. Tabloyu Paolo Malanima’nın 2009 tarihinde basılmış “Pre-Modern European Economy: One Thousand Years (10th-19th Centuries) / Erken Modern Avrupa Ekonomisi: Bin Yıl (Onuncu ve On Dokuzuncu Asırlar )” adlı kitabının 198’inci sayfasından özetle oluşturdum. (ISBN 9789004178229)  

TABLO: YILLARA GÖRE AKÇENİN DEĞERİ

YILLAR
GÜMÜŞ (GR)
ENDEKS
1450-60
0,85
100
1490-1500
0,68
80
1600
0,29
34
1700
0,13
15
1800
0,048
6
Yani Tablo’ya göre 1450’de akçenin içindeki gümüş miktarı 100 birim ise para sisteminin yenilendiği 1687’de bu 15 birime kadar düşmüştü.  Altın Osmanlı Lirasının tedavüle girdiği 1843’te ise akçenin içindeki gümüş 6 birime düşmüştü. Pekiyi gümüş paranın içindeki gümüş oranı neden ve nasıl düşüyordu? 

PARANIN TAĞŞİŞ EDİLMESİ NEDİR?

Kıymetli metalden darp edilen sikkelerin tağşişi bu sikkelerin içinde bulunan ve sikkenin temel değerini belirleyen kıymetli maden oranının düşürülmesi anlamına gelir. Bu kavram meta paranın dolanımda olduğu, yani para olarak altın ve gümüş sikkelerin kullanıldığı ekonomilerde geçerlidir.

PARA NEDEN TAĞŞİŞ EDİLİR?

Tabloda görüldüğü üzere Fatih dönemi 1,18 gramlık akçenin içinde 0,85 gram saf gümüş (sikkenin yüzde 72’si) bulunurken III. Selim dönemine gelindiğinde akçenin içindeki saf gümüş miktarı 0,048 grama (sikkenin yüzde 4’ü) düşmüştür. Bunu kim yapmıştı? Tabiî ki, “dış güçler”, “karanlık mihraklar” veya “Tapınak Şövalyeleri” değil. Bizatihi Osmanlı yönetiminin kendisi… Pekiyi, neden?   

Bir hükümetin parasını tağşiş etmesini sebebi, bu işlemden elde edilecek mali kazançtır. Hükümet aynı miktarda gümüşle daha fazla para basar ve bu değeri düşmüş para ile borçlarını öder. Böylece çok daha ucuza borçlarını kapatır. Ancak bunun bir maliyeti vardır: Enflasyon. Basılan sikkelerin değerinin düşük olduğu anlaşıldığı andan itibaren, sikkenin değer kaybına denk bir fiyat artışı olur. Yani, hükümet kendi harcamalarını daha ucuza finanse ederken, enflasyon yolu ile halkın kursağından kesmektedir.

Eğer paranın basıldığı kıymetli madenin piyasa değeri artarsa, o takdirde sikkenin de değeri artar. Sikkenin değerini sabit tutmak için hükümet sikkenin içindeki kıymetli metal oranını düşürür. Yani sikkeyi tağşiş eder. Bu da tağşişin ikinci sebebidir.

Paranın tağşiş edilmesi sikkenin içindeki kıymetli metal miktarını azalttığı için paranın temel değerini düşürür. Eğer bu çok sık tekrar ederse yeni bir sikke basma zorunluluğu doğar. Tıpkı 1687’de Osmanlı ekonomisinde olduğu gibi… 

Osmanlı dönemini incelersek gümüş veya altının aşırı değer kazanması gibi bir durum söz konusu değildir. Aksine 1500’lerin başından itibaren Amerika’dan İspanyol yağmacıları ve eşkıyalarının getirdiği altın ve gümüş sebebiyle önce Avrupa’da, sonra 1600’ler başı itibariyle Osmanlı ekonomisinde altın ve gümüşün değeri düşmüştür. Bu, bugünkü anlamda, bütün mal fiyatlarının artması, yani enflasyon, demektir. O halde, ikinci açıklama geçersizdir. Osmanlı’daki para tağşişinin sebebi, esasen, hükümet harcamalarını karşılayacak gelirlerin temin edilememesidir. Bunun birçok sebebi vardır. Ama sonuçta bütçe açığı ve devlet borçları daha fazla para basılarak finanse edilmiştir. Avrupa’dan gelen “ithal enflasyona”, bir de, paranın tağşiş edilerek basılmasından kaynaklanan “yerli ve milli enflasyon” eklenmiştir. Bunun sonucunda halk fakir düşmüş, maliye ve toprak düzeni bozulmuştu. 1600’lerde Celali İsyanları patlamış, sonrasında devletin vergi gelirlerini tefeci bezirgânlara bırakma karşılığında nakit alması anlamına gelen “iltizam sistemi” kurulmuştur. 1700’lerin sonuna geldiğimizde Anadolu ve Rumeli’de devlet artık fiilen yoktu. Devletin yerini eşkıyadan bozma Âyanlar almıştı. Cennetmekân Sultan II. Mahmut Han ortadan kaldırana kadar da Âyan hakimiyeti devam etti.

Bugünkü anlamda popülist para politikası, yani açıktan para basma, yolu ile iç borç ve bütçe açıklarının finanse edilmesi ile klasik dönemdeki tağşiş eylemi aslında aynı şeydir. Sikkeler tağşiş edildiğinde, yerli para biriminin hem mal cinsinden hem de yabancı paralar değeri düşer. Bu ise, bizim anlayacağımız dilde, enflasyon ve devalüasyon demektir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: İktisadi anlamda Türkiye’nin geçmişinde bir “Asr-ı Saadet / Mutluluk Çağı” bulunmamaktadır. İşler ne daha iyiye gitmiştir ne de daha kötüye. Esas itibariyle hikâye hep aynıdır: hesapsız harcamalar sonucunda oluşan açıklar, bunların çeşitli yollardan likidite sağlayarak (para basarak, ucuza kredi vererek, dışarıdan borç alarak veya paranın ayarını bozarak) finanse edilmesi ve sonuçta enflasyon ve devalüasyon. Yani, tarih tekerrür etmektedir. Mehmet Akif merhum ne demişti:

 KISSADAN HİSSE

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

                       [Safahat: Yedinci Kitap]