OTOMOTİVDEKİ DÜŞÜK PROFİL!

Ahmet ÇELİK 12 Eyl 2016

Ahmet ÇELİK
Tüm Yazıları
Geçen hafta yıllarını otomotiv haberciliğine vermiş ve düşüncelerini çok önemsediğim gazeteci arkadaşımın; "Uzun zamandır otomotiv ile ilgili bir konu hakkında görüşüne başvurabileceğim

Geçen hafta yıllarını otomotiv haberciliğine vermiş ve düşüncelerini çok önemsediğim gazeteci arkadaşımın; “Uzun zamandır otomotiv ile ilgili bir konu hakkında görüşüne başvurabileceğim, farklı olarak ne düşünüyor diye merak ettiğim otomotiv yöneticilerinin sayısının 2-3’ü geçmediğini farketmeye başladım” demesi konuyu sektördeki “düşük profilli yöneticilere” getirdi. Evet, 20 yıla yaklaşan bir tecrübe ile bu yoruma sonuna kadar katılıyorum. “Eski bayramlar” gibi “eski yöneticiler”in özlemini çekmeye başladığımı hissediyorum. Lafı, kişi ve markaların etrafından dolaştırıp bilmece çözdürmeyeceğim. Bunca yılın birikmişleriyle marka yöneticilerine nacizane önerilerde bulunacağım… 

İlk iletişim özlemini duyduğum isim Tülin Steinhauser. Mercedes Benz’in ben otomotiv gazeteciliğine başladığım yıllardan itibaren “kurumsal iletişim müdürü” olarak tanıdığım ismi. Açıkcası ben otomotiv gazeteciliğinde “doğru düzgün, samimi ama mesafeli iletişim nasıl yapılır”ı onu gözlemleyerek öğrendim. Steinhauser şu an “ben otomobil gazetecisiyim” diyen hemen hemen tüm gazetecilere 30 yılı bulan çalışma hayatında önemli dersler vermiş bir iletişimcidir. Dediğim gibi hepimiz onun tatlı-sert yaklaşımından bu işin püf noktalarını öğrendik. Bir çok lansman tercihine katılmazdık ama en önemlisi “saygı” duyardık. 

Bilirdik ki o; bir süre sonra adaleti sağlar ve olası bir haksızlığı bertaraf ederdi. Kısacası profili yüksek bir iletişimciydi. Birkaç ay önce emekli oldu ve ayrıldı. Yerine ve iletişim departmanına kurum içinden kaydırmalar yaptılar. Tülin Steinhauser’in etrafını aydınlatan ama dibine ışık vermeyen mum gibi, farkında olmadan bizi eğitmiş ama ne yazık ki, yeni çalışma arkadaşlarına yardımcı olmadığını gözlemliyorum. Bu konuda onlara yardımcı olması, yönlendirmesi ve en azından “otomotiv basınında kim kimdir”i anlatması gereken PR Ajansı ise benim gözlemlerime göre Mercedes Benz’in gönderdiği basın bültenlerini iki saat sonra tekrar basına gönderen ajans konumunda. Diğer işlerinde başarılı bir ajans olabilirler, tanımadığım için bilgi sahibi değilim ama otomotiv işinde bu yorumu yapacak kadar fikir sahibiyim. Keza Honda’da da profil sorunu var mı diye düşünüyorum. Şöyle ki, Honda’nın PR Ajansı “bir gazetecinin mesleki sorusu”na doğru düzgün yanıt vermeyi bir tarafa bırakın, “şahsi nefretini kusan ve hakarete varan” bir yanıt verebiliyor olması bence PR Ajansını değil kurumu bağlar. Eğer o kurumun yöneticileri “profil çıtalarını” yükseğe koysalardı, böyle kin dolu verilen şahsi yanıtla marka olarak zor durumda kalmazlardı. Ben geçtiğimiz aylarda katıldığım lansmanda tüm Honda yöneticilerinin iyi niyetle çırpındıklarına bizzat tanık oldum. PR şirketinin “haber” ve “köşe yazısı” konularını birbirine karıştırıp onları eleştiren gazeteciye “ceza vermeleri” iletişim adına büyük ayıp. Tabii bu “ceza” marka tarafından verilmemiş; sadece PR şirketinin keyfi uygulaması değilse…
Bu konuda birçok marka ve PR şirketini yazabilirim. Bu haftalık son bir örnekle “profil” konusuna virgül koymak istiyorum. Yıllardır yakından takip ettiğim Peugeot Pazarlama ve İletişiminde de “profil sıkıntısı” olduğu düşüncesine zaman zaman kapılıyorum. Dijital mecralardaki video-youtube kanalları, internet siteleri, bloglar ve dijital dergilerdeki özensiz çekimlere belki de “kimseyi kırmamak adına” katılmaları bu gözlemlerimde baş etken. Go-Pro veya ona benzer uyduruk amatör kameralarla, yaka mikrofonlarıyla yapılan amatör röportaj çekimlerine bile “yok arkadaş bu kadar da değil” dememeleri onlara imaj anlamında büyük zarar veriyor. Şimdi neredeyse güvenlik kamerasına röportaj verme seviyesine gelinmesi üzücü. Peugeot pazarlama ve iletişim yönetimi eskiden de gazeteci ve mecra “tercihleriyle” eleştirilirdi. Ama o dönemde bence bu profil çok yüksekmiş. İtibar kolay kazanılmıyor, bu kadar kolay harcanılmasına da izin verilmemeli.
Tüm markalar için değişmez iletişim gerçeği şu; “Olayım da her mecrada olayım derken hiçliğe doğru gitmek de var”…