PEKİ YA TOPLUMUN İÇİNDEKİ ÇOCUĞU NE YAPACAĞIZ?!

Doç. Dr. Can CEYLAN
Psikoloji son yıllarda üniversitelerin en çok tercih edilen bölümlerinin başında geliyor.

Psikoloji son yıllarda üniversitelerin en çok tercih edilen bölümlerinin başında geliyor. Televizyon programlarında psikologları görmediğimiz gün yok. Psikiyatrlar ve psikologların yetmediği yerlerde psikolojik danışmanlar, toplumu oluşturan bireylerinin içinde bulunduğu veya sorduğu türlü sorun ya da sorulara çözüm yolları sunuyorlar ve cevaplar veriyorlar. Kimisi iş hayatındaki sorunları, kimisi özel hayattaki kişilerarası sorunları ele alırken, bazıları da bu gibi sosyopsikolojik sorunların temelinde bireyin kendi içinde yasadığı sorunlar üzerinde duruyor. Çoğu konuşma sırasında laf dönüp dolaşıyor "içimizdeki çocuk" konusunu geliyor.

Endüstriyel yaşam şartlarının etkisindeki hayat tarzının getirdiği yabancılaşmanın yan sonuçlarından biri, kişinin kendine yabancılaşması ve çocukluk çağının verimli yaşanmaması konuşuluyor. Yetişkinlikte yaşanan birçok sorunun çocukluk dönemiyle bağlantısı kuruluyor. Bu sorunlara çözüm olarak da adeta slogan hâline gelen şu cümleler kuruluyor: “İçimizdeki çocuğu öldürmeyelim.”, “İçimizdeki çocuğa kulak verelim.” Bu cümleleri yanlış anlayarak sevgilileriyle "bebek gibi" konuşan koca koca kadınları, sokaktaki çocukların arasına karışıp top oynayan koca koca adamları görüyoruz. Hatta bu “içimizdeki çocuk” konusunu tamamen yanlış anlayıp siyâsî bir tavırla siyah önlük-beyaz yakalı fotoğraflar çektiren ak saçlı insanlara rast geliyoruz.

"İçindeki çocuğu" şımarıklık veya çocuklarla zaman geçirmek ya da çocukluk yıllarına geri dönmek zannedenler değil de, sorunun asıl sebebi, çocukluğu sorumsuzluk, duyarsızlık, ekmek babadan su anadan yaşamak zannedenlerdir. Evlenene kadar annesi, evlenince karısı olmadan yaşayamayan erkekler ya da annesi ya da hizmetçi olmadan yaşayamayan kadınlar bu sorumsuzluklarını “içimizdeki çocuk” mazeretiyle örtmeye çalışmaktadır. Kısacası toplum, ikinci kişilere muhtaç hatta ikinci kişilerin ilgi ve yardımına mahkûm kişilerden oluşan bir yapı hâline gelmektedir.

Devletin şımarık çocukları

Toplumu oluşturan bireyler, birbirlerini ve kendi kendilerini âciz hâline getirirken, devlet de bu durumdan beri kalmamaktadır. İş dönüp dolaşıp devletin yükü ve sorumluluğu hâline gelmektedir. Sırtını âilesine, anne-babasına, eşine dayamaya alışmış bireyler, sorumluluk anlayışı açısından olumsuz anlamda çocukluktan kurtulamadığı gibi, en üst seviyede her şeyi devletten beklemektedir. Bu sorumsuzluk, asgarî yaşam şartları ve güvenlik konularını aşıp birey ve toplumu tehdit eden hayâtî sağlık sorunlarında bile kendini göstermektedir.

Kısıtlamalara karşı çocuk huysuzluğu

Bir yılı aşkın bir süredir mücâdele ettiğimiz küresel salgın, toplumsal çocuk sorumsuzluğunu daha da ortaya çıkarmıştır. Toplumun her yaş grubundaki bâzı bireyleri, devletin salgınla mücâdele kapsamında aldığı tedbirlerde âdeta yemek yemek ve yıkanmak istemeyen, annesi giyindirirken eli ayağı durmayan çocuklar gibi davranmaktadır. Kısıtlamalarda 65 yaş üzerinde olup polisle sokaklarda köşe kapmaca oynayan amcalar, bu sorumsuzluğun en mâsum ve gülümseten görüntülerinin figürleri olmuştur. Söz konusu can sağlığı ve hayatları olmasına rağmen, toplumun önemli bir bölümü, hem devletin önlemlerini ihlâl etmekte hem de çözümü yine devletten beklemektedir.

Yaşını başını almış, lafa gelince “görmüş geçirmiş”, yaşları sebebiyle otobüste oturmayı doğal hak olarak gören, saygı ve öncelik tanınmasını bekleyen insanlar, hayat tecrübeleriyle gençlere örnek olması gerekirken, “yaşayacağımız kadar yaşadık zâten; son günlerimizde evde mi oturacağız” tavrıyla kelimenin tam anlamıyla “çocuk gibi” davranmaktadır.

Temizlik-maske-mesâfe (TaMaM) uygulamasında gençler ve yaş açısından gerçek çocuk olanlar daha sorumluluk sâhibi bir tavır ortaya koyarken, amcalarımız, teyzelerimiz, abilerimiz ve ablalarımız, tam da aklı başında davranmaları gereken bu kritik dönemde vurdumduymazlık yapmaktadır.

Bu vurdumduymazlık sebebiyle, salgın pusuya çekilmekte ve sayılar ne kadar azalırsa azalsın tekrar patlamaya hazır şekilde beklemektedir. Bütün dünyâyı etkisi altına alan bu virüsün tek bir kişiden yayıldığı gerçeği göz ardı edilmektedir.

Son tam kapanma

Geçen pazartesi (26 Nisan) açıklanan ikinci tam kapanma karârın sebebi de, toplumun içindeki çocuğun sebep olduğu artan vaka ve vefat sayıları ve âcil servislerdeki endişe verici yoğunluktur. Toplumun içindeki çocuk, yıkanmak istemeyen çocuğun zorla banyoya sokulması gibi, devletin tam kapanma karârının zeminini hazırlamıştır. Geçen sene aynı dönemdeki benzer kapanma, kısıtlamalar kalkınca sergilenen “çocukça” tavırlar yüzünden boşa gitmiştir. Her gün orta büyüklükteki bir köyün nüfusuna denk gelen sayıda vatandaşımızı kaybediyoruz. Âdeta her gün bir köyümüz doğal âfette yok oluyor. Ama bu acı gerçek sâdece bir istatistik veri olarak algılanmaya başlandı. Vaka sayılarında dünyâda en üst sıralardayız. Ama çarşıda, pazarda, sâhilde, sokaklarda gördüğümüz manzara bu acı gerçeklerin hiç de umursanmadığının ispâtıdır. 

Devlet, siyâsî ve ekonomik bütün imkânlarını hem ulusal hem de küresel ölçekte en üst seviyede kullanırken ve dünyâ standartını belirleyen bir politika izlerken, önce aşıya itiraz edip sonra “ben neden aşı olamıyorum” diye mızmızlananların, dışarı çıkmaması gerekirken “ama evde çok canım sıkılıyor” deyip polise zorluk çıkaranların tavrını “çocukluk”tan başka hangi kavramla açıklayabiliriz? “İçindeki çocuğa” bir de “ergen bilmişliği”ni ekleyenlerin sorumsuzluklarının bedelini maalesef toplum olarak ödüyoruz. Yüz yüze eğitim yapılamıyor, zâten yetersiz olan sanat faaliyetleri askıya alınıyor, en temel hak ve özgürlüklerden biri olan seyahat kısıtlanıyor, ticâret dünyâsı durma noktasına geliyor. Buna rağmen devlet, kamu kaynaklarını seferber edip sürecin asgarî kayıpla atlatılması için tedbir paketleri hazırlıyor. Ama “içindeki çocuk”tan vazgeçmeyen her yaştaki sorumsuzlar ve hadsiz şımarıklar yüzünden, hiç başka derdimiz yokmuş gibi, toplum olarak mağdur oluyoruz.