'PLASTİK PENCERELER'DEN BAKMAYI BIRAKMAK

Mehtap DEMİR 19 Eyl 2018

Mehtap DEMİR
Farklı coğrafyaların dillerinde, çalgılarında ve ses uzamlarındaki 'yerel' ruhun müzik marketlerde yer bulabildiği, önceleri 'folk' – 'etnik' daha sonrasında ise 'world music' tanımlarıyla kendine alan oluşturan bir kavram; Dünya müziği…

En önemli temsil alanı ise uluslararası festivaller…

‘Dünya müziği’ icracıları bu büyük organizasyonlarda, evlerindeki, geleneklerindeki, sokaklarındaki, kocaman dünyalarını sayısız dinleyici ile paylaşıyorlar… 

Hem kendi kültürlerini-ülkelerini hem de bireysel icra duygularını ‘diğerlerine’ ulaştırıyorlar… 

İşte bu festivaller sanatçının icra yetisinin yanı sıra, ülkelerinin kültür sanat politikalarını ve sanata, sanatçıya devletsel bakış açılarını da ortaya koyuyor

2009 yılından bu zamana hem katılımcı hem de gözlemci olarak bulunduğum çok sayıda festivalde Türkiye’yi temsil ederken, Ülkemizin müzikal anlamdaki karşılığını da analiz etme şansını buldum… 

Görünen o ki; Türkiye’nin müzikal temsili yalnızca ‘Alevi müzik geleneği’ Kürtçe ve Tasavvufi müzik örnekleri ile varlık gösteren birkaç kişi ile sınırlı…

Anadolu’nun tüm renkleri ve ‘geride bırakılmış’ pek çok önemli icracı dünya müzik sahnesinde yer bulamıyor… 
Yer bulabilen icracılar ise bu festivallerde Türkiye’yi temsil etmek için destek ve kaynaklarını ‘dışarıdan’ buluyor ya da kendileri karşılıyor… 

Daha acısı ise devasa konser salonlarında binlerce kişiye verilen bu konserler, Türkiye’de sadece gazetelerin köşelere sıkıştırılmış bölümlerinde görülebiliyor…

*******

Özellikle 1980’lerden bu yana dünyada kurulan konsey ve topluluklar, sanatçılarla birlikte ülkelerinin kültür-sanat vizyonları için çalışmalarını hızlandırırken;

Her ülke, devlet aygıtları-sivil toplum kuruluşları-sanatçılar ve akademik çevreleri ile birlikte çalışarak  müzikal değerlerini dünyaya taşımak için harekete geçmişken,

Biz yarım kaldık…

Hem de yıllarca…

Hem de değersizleştirerek…

Hem de önemsizleştirerek…

Her yıl büyüyen sorunlu kültür-sanat politikaları karşısında yerimizde saydık…

Türkiye’nin kültürel zenginliğini birkaç isme, birkaç müzikal çalışmaya, birkaç kurala bağlı kalarak yürütmeye çalıştık…

Sözgelimi müziği; bir grup ‘akil’in ya da belli bir zümrenin hakimiyeti altına bıraktık…

Özetle, “Tamamlayıcı kültür politikası”nı unutup, klişelerle uğraşmayı tercih ettik…

*****

Türkiye ‘yapay batılılaşma’ ve temelsiz ‘modernleşme’ telaşını yavaş yavaş üzerinden atarken, milli Kültür-Sanat politikası açısından da farklı bir mücadelenin içerisine girmek zorunda…

Her alanda yenileşmenin gerekliliği elzem tabi,

Ancak bu fikrin alt başlıklarını da oluşturma adına daha hızlı adım atılması şart…

Peki ne yapılmalı?
Öncelikle Kültür Bakanlığı sanatçılarının, dünya festivallerine katılabilmelerini sağlamak ve makam müziği- Halk müziği temsillerinde bulunmalarına destek olunmalı…

Bildiğimiz kadarıyla “Devlet Koroları” yaz şenliklerine sanatçı temin etmek için oluşturulmadı!

İkinci olarak da bu konuda şimdiye kadar çalışmalar yapmış sanatçılar ile sivil oluşumlar enstitüler ve vakıflar iş birliği kurmalı; Türkiye’nin yerel renklerini binlerce yıllık Osmanlı Türk müzik mirasını,

Akdenizli ve Orta Doğulu ses rengini,

Ve Anadolu’yu anlatan projeleri,

Dünya festivallerinde büyük prodüksiyonlarla sunmalı…

Türkiye’nin çok kültürlülüğüne katkı sunacak her girişimi, her hümanist söylemi,

Ve ‘alternatif kült’ duruşu oluşturacak pek çok icracıyı öne çıkarmalı… 

Amacımız; Kültürel döngü için kalıcı eserlere plastik pencereler takmaktan vazgeçip,

Jazz festivallerine Gazeller, ‘Performans Center’ mekanlarına türküler götürmek olmamalı mı?

Sadece bu ciddiyet bile yetmez mi?