"QUO VADİS, ORBİS?" "AD BELLUM, PROFESSOR…"

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
* Latince "Nereye gidiyorsun Dünya?" "Savaşa, Profesör…"

Henryk Sienkiewicz’in ünlü romanı “Quo Vadis’te” Hz. İsa ile Havarisi Petrus arasında şöyle bir anekdot geçer: Petrus Neron’un Hristiyanlara yaptığı zulümler yüzünden Roma’dan çıkmaktadır. Tam o anda karşıdan Hz. İsa’nın geldiğini görür. Kendisinden başka hiç kimse Hz. İsa’yı görmemiştir. Hz. İsa Roma’ya doğru gitmektedir.

 Petrus sorar: “Quo vadis, Domine?”  (Nereye gidiyorsun, Efendimiz?)

Hz. İsa cevaplar: “Ad Romam, Petrus!” (Roma’ya, Petrus!) “Senin zulme terk ettiğin koyunlarımın yanına gidip tekrar çarmıha gerilmek için!”

Petrus bu cevaptan sonra hatasını anlar, gerisin geriye Roma’ya döner ve orada Romalılar tarafından öldürülür.

Dönelim başlığa… Dünya’ya sordum: “Quo vadis, Orbis?” (Nereye gidiyorsun Dünya?) Dünya da cevapladı: “Ad Bellum, Professor…” “Savaşa, Profesör…”

Tabiî ki, ben Petrus gibi bir hayal görmedim. Dünya’da canlanıp benimle bu şekilde konuşmadı. Ama… Bir iktisatçının dünyayla konuşmak için kullandığı dil farklıdır: Verilerin dili…

Son dönemde dünya ekonomisine baktığımızda birbiriyle çelişen olgu ve süreçler görmekteyiz. Adeta Dünya bizimle bir bilmece gibi konuşmaktadır. İsterseniz bunları sizinle paylaşayım…

Cuma günkü yazımda ipucu mahiyetinde bazı bilgiler vermiştim. Bu ipuçları, elan içinde yaşadığımız, Sarı Yeleklerin de dahil olduğu, küresel kaotik atmosferin temel belirleyicisinin küreselleşme olduğu iddiamızın delilleridir. Cuma günkü yazımdaki her bir maddeyi ayrı olarak ele alıp açıklayacağım:

“Küreselleşme onu oluşturan sebepler ve yol açtığı olumlu ve olumsuz olgu ve süreçlerle içine girdiğimiz kaotik sürecin başlıca sebebidir. Bu durum kaçınılmazdı ve değişen şartlara daha hızlı intibak eden ülkeler bu işten kârlı çıkarken diğerleri ağır hasar aldı.”

Küreselleşme iktisadi tanım olarak ülkeler arasında her türlü sermayenin sınırsız hareketliliği ve sermaye yoğun ve/veya teknoloji yoğun malların ticaretinin tam serbestisi ile karakterize olmuştur. Bunun arkasında dijital teknolojinin gelişmesi, bu teknolojik gelişmeye bağlı olarak gelişmiş ülkelerde –özellikle yüksek teknolojili / yüksek katma değerli mallarda- üretim fazlalarının ve tasarruf fazlalarının oluşması vardır. Tam tersine gelişmekte olan ülkelerde ise tasarruf açıkları ve üretim açıkları bulunmaktadır. 1980’lerin başından ve özellikle 1990’lardan itibaren bütün dünyada esen liberal demokrasi rüzgarı, serbest ticaret çığırtkanlığı, özelleştirme furyası hep gelişmiş ülkelerdeki bu fazlaların gelişmekte olan ülkelerdeki açıklarla eşleştirilmesi gayesini gütmekteydi. Bu şartlar altında, bazı gelişmiş ülkeler ekonomilerini adım adım serbest ticarete açarken, akıllı ve tutarlı sanayi ve kalkınma politikaları ile yabancı sermayeyi kendi belirledikleri stratejik üretken sektörlere aktardılar. Bu ülkeler küreselleşmeden istifade eden ülkeler oldu. Diğerleri ise dışarıdan gelen parayı oturup çatır çatır yediler, dışarıdan gelen borç parayla yine dışarıdan gelen ithal malları satın aldılar. Üretken sektörleri ise, büyütmek şöyle dursun, küçülttüler. Bu tip ülkeler küreselleşmenin kaybedenleridir.  

“Dinler, otantik anlamlarıyla değil ama yeni çağın şartlarında mutasyon geçiren sahte anlamlarıyla yeniden etkin hale geldiler.”

 Küreselleşme ile iletişimin neredeyse sınırsızlaşması, sosyal medya ağlarından – doğruluğu şüpheli- kirli bilginin akışı, bireyleri tamamen dünyevi hırs ve arzulara yönlendiren, bencilliği ve çıkarcılığı pekiştiren yayınlar insanları new age dini denen yapılara sevk etti. Moon tarikatı, scientology, bizde ortaya çıkan çeşitli sahte peygamberler ve FETÖ bunların örneğidir. Öte yandan dinlerin geleneksel yapıları bozulurken taşrada yaşayan cahil ve tutucu kitleler üzerinde etkili olan aşırı fundamentalist ve selefi yapılar güçlendi. Bizdeki her türlü nev-zuhur cemaat ve tarikatler ile Batı’daki evangelist kiliseler bunun örneğidir. Her biri farklı müşteri kitlelerinin ihtiyaçlarına göre mal pazarlayan bir ticarethaneye benzetilebilecek bu yapılar, son zamanda, okumuş zümrelerde dinin reddine ve Deizm’e yol açtı. 

“Milli devletleri zayıflatan süreçler iki birbirine zıt sürece yol açtı: Hiçbir kaydı kabul etmeyen ve neredeyse nihilist anarşizme varan bir bireycilik ve küçük kabile ve aşiret asabiyesine kadar inen mikro etnik milliyetçilikler yükseldi.”

Küresel sistemde bir yer bulabilen, biraz eğitimli her genç “Kapağı Batı’ya atıp, yırtayım!” diye düşünmektedir. Çoğu kendini “dünya vatandaşı” (o da ne demekse, DMD) olarak tanımlamakta, bu toprak ve bu milletle bağlarını sıfırlamaktadırlar. Öte yandan Dünya’nın her tarafında vasıfsız, eğitimsiz ve cahil yığınlar da kendilerini meslekleri ve üretimleri ile değil ama mensup oldukları kabile veya cemaatle tanımlamaktadırlar. Milli tarih şuuru ve milli kimlik, ortak değerler ve normlar her geçen gün aşınmakta, millet kavramı birleştirici olmaktan çıkmaktadır.  

“Ülkeler arası eşitsizlik artarken, her ülke içinde de ayrı ayrı eşitsizlik arttı.”

Gelişmiş ülkelerin dünya ölçeğinde kendi yerlerini korumak için kurdukları küresel iktisadi düzen bu ülkelerin içlerinde gelir ve servet dağılımında eşitsizliğin artmasına yol açtı. Buna rağmen her geçen gün dünya ölçeğinde yerlerini gelişmekte olan ülkelere bırakmaktadırlar. Öte yandan gelişmekte olan ülkelerin bazıları, küreselleşmenin sunduğu fırsatları iyi değerlendirerek hem kendi içlerinde eşitsizliği azalttılar hem de küresel ölçekte daha yukarı düzeylere çıktılar. Diğer gelişmekte olan ülkeler ise, yani küreselleşmeden istifade edememiş, gelen paraları afiyetle yiyip geleceğe yatırım yapmayanlar ise hem ciddi kriz içine girmişler, hem ülkelerinde genel eşitsizlik artmış hem de gelecekte küresel ölçekte yerlerini kaybetme tehlikesi altına girmişlerdir. 

“Aile, temel kültürel norm ve değerler, sosyal devlet, tabi hukuk, özgürlükler aşındı.”

Bütün dünyada da benzer etkiler olmakla birlikte son madde en hızlı şekilde Türkiye’de yaşanmaktadır. Boşanma oranları artmakta, mültecilerin de katkısıyla çocuk yaşta gelinler parası ödenip satın alınmakta, Türk-İslam uygarlığının temel değerleri çöpe atılmakta, sosyal devlet yok hükmüne getirilmekte, adalet ağır işlemekte, dini mensubiyetini lüks mütesettir kıyafetler ve Ertuğrul Sakal – Skinny Kot Pantolonla gösterip, her türlü haram fiili işlemekten yüzü kızarmayan, hileli ticaretle zenginleşip “voliyi vurmayı” amaç edinen bir insan tipi türemektedir. “Emr - i bi’l ma’ruf nehy-i ani’l münker” unutulmuştur. Allah ıslah etsin.  

“Bütün ülkelerde bu gelişmeler mutlu bir azınlık yaratırken, daha geniş bir çoğunluk ise hem maddi hem manevi kayıplara uğradı. Zaman içinde hızlanan bir eğilimle kitleler popülist milliyetçilerin, kuvvetli liderlerin etrafında toplandı ve toplanmaktadır. Bu süreçte tepkili kitlelerin etrafında birleşeceği ideolojisi ve örgütü ile sağlam muhalefet partileri de ortaya çıkmadı.”

Dünyada ticaret yollarının değiştiği, ABD’nin Kasabanın Şerifi’nin son talimatıyla izolasyonist politikaya hız verdiği, yeni güç kutuplarının yeni dünya düzeni kurulurken kendi paylaşımlarını ve etki alanlarını arttırmayı amaçladığı bu ortamda, bir de yukarıdaki benim “İleri Demokrasi” tabir ettiğim muhalefetsiz demokrasiler ve cahil kitlelerin yönlendirilmesinden güç alan popülist politikalar dünyayı muhtemelen bir dünya savaşına götürmektedir. “Bu savaş olur mu, olursa nasıl olur?” soruları bugünkü verilerle cevaplayabileceğimiz sorular değildir. Ama bütün büyük savaşlardan önceki göstergeler bir bir ortaya çıkmaktadır.

“Pekiyi, bir küresel kriz gelebilir mi?” Evet gelmektedir. Bu kriz, bugüne kadar gördüklerimizden daha yıkıcı olabilir. Hele bir de bizim muhtemel bir “yerli ve milli krizimizle” aynı ana denk gelirse, yandı gülüm keten helva! Bu da Cuma’ya kalsın….