"RAHAT-HAZIR OL" DEVRİ BİTSİN ARTIK

Doç. Dr. Can CEYLAN
Profesyonel askerliğin gelişmesiyle, kışlalarda bile değişen askerî eğitim anlayışının, sivil eğitimde daha okulun kapısında karşımıza çıkması, küçük gözükse de küçümsenmeyecek bir sorundur.

12 Eylül askerî darbesi olduğunda ben ilkokul ikinci sınıftaydım. İlkokul yıllarım yoğun bir militarist hava ve baskı içinde geçmişti. Ama denizdeki balıkların suyu bilmemeleri gibi, ben de her çocuk gibi nasıl bir süreçten geçtiğimi anlayamamıştım. Bu militarist ve baskıcı havayı, 1998 yılında askere gidince idrak edebilmiştim. Siyah önlükler, beyaz yakalar bir tarafa, ilkokuldayken nizâmiyesi olmayan bir kışla ortamındaymışız. Her gün okunan Andımız, sabah içtimâsı gibiymiş. Neyse ki, insanları ‘hiç durmadan çalışacağına’ yemin ettirip sonra memurlukta yan gelip yatarak yalancı durumuna sokan şu Andımız kaldırıldı.

Ama eğitim sistemimizden askerî dokuların çıkarılmasını bir türlü bitiremedik. Beden eğitimi dersleri askerî eğitim kadar ağır değil, ama çerçevesinde pek fark yok: Hizâya gelme, dirsek teması dizilme, öndekinin ensesine bakma, vs.

Geçen pazartesi günü açılan ilk ve orta öğretim okullarında birçok şeyin ufak değişiklikler hâricinde devam ettiği görmek üzücü bir durumdu. Millî Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Ziya Selçuk’un tavrı bizi fazla beklentiye sokmuş olacak ki, okulların geçen senelerdeki gibi aynı tas, aynı hamam durumunun devam ettiği görmek hayal kırıcı oldu. İnşallah 15 Ekim açıklanacağı duyurulan plân bunu telâfi edecektir.

Üç aydır birbirini görmeyen çocukların okul bahçesinde sus-pus olup müdürlerini dinlemelerini beklemenin nasıl bir pedagojik açıklaması olabilir acaba? Okullar başlayacak diye, son pazar gününü sendrom hâlinde yaşayan öğrencileri ‘hizâya getirmek” için öğretmenlerin ve müdürlerin bildiği en yaygın yöntem “rahat – hazır ol”.

Bunun askerî bir emir-komuta söylemi olduğunu Polatlı Topçu ve Füze Okulu’ndaki yedek subaylık eğitimim sırasında anlamıştım. Bölük komutanı olan üsteğmen, ilkokuldan hazırlıklı olduğumuz şekilde bizi hizâya sokmuştu ve bize önce “rahat”, sonra da “hazır ol” komutunu vermişti. Hepsi en az üniversite mezunu olan üç yüzü aşkın yetişkin olarak hiçbirimiz bu komutu yabancılamamıştık.

Bu komutu duyduğun an, ilkokul-ortaokul-lise sürecinde hayâta değil de, askerliğe hazırlandığımızı düşünmüştüm. “Her Türk asker doğar” ise, ilkokuldan başlayarak okulları kışlaya çevirmenin ne anlamı olabilir! Hele kız öğrencilerin böyle bir süreçten geçmesine ne gerek var!

Küçük ama küçümsememeliyiz

Profesyonel askerliğin gelişmesiyle, kışlalarda bile değişen askerî eğitim anlayışının, sivil eğitimde daha okulun kapısında karşımıza çıkması, küçük gözükse de küçümsenmeyecek bir sorundur.  

Erkeklerin bedelli askerlik yapmak için fırsat kolladığı ve son başvurularda 500 bini aşan bir sayı ile rekor kırılan ülkemizde, neredeyse “bedelli öğrencilik” isteyecek duruma gelmediğimize şükretmeliyiz. Ama öğrencilerin okula koşa koşa ve güle oynaya gitmedikleri inkâr edilemeyecek bir gerçektir. İşin şakası bile kötü ama, öğrencileri bu duruma getiren sivil okullardaki askerî eğitim anlayışıdır.

Askerî eğitimin yeri, kışladır ve gereklidir. Vatan savunması için eğitim alanların, karşılaşacakları her zorluğa hazırlıklı olmaları gerekir. Bunun da temelinde tâvizsiz disiplin vardır. Mesele vatan ise, gerisi teferruat olduğu için, küçük ve kişisel şeyler görmezden gelinir. Ama kapısında “okul” yazan binâlardaki düzen ve disiplin ile askerî disiplini karıştırmamalıyız.

Uzun bir yaz tâtilinden sonra, ayakları geri geri giderek okula gelen milyonlarca öğrencinin, okul hoparlöründen ilk duyduğu şeylerin arasında “rahat-hazır ol” emrinin olması, gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi gibidir.

Pazar günkü (16 Eylül 2018) yazımda ele aldığım “kıyâmet” konusu, olumsuz olarak senelerdir zâten kopmaktadır. Bunca birikmişliğin altından kalkıp eğitim sistemimiz için bir şey yapmanın ötesinde olumlu kıyâmet kopartmak istiyorsak “rahat durmamalıyız”. Emir almaya ve sâdece emir alınca iş yapmaya ama kaytarmak için fırsat kollamaya alışmış bir öğrenci profilini “rahat-hazır ol” ile sâdece zapt u rapt altında tutabiliriz. Ama onlardan yaratıcılık, sivri akıllılık bekleyemeyiz.

Kıyâmet 1.0: Sınavsız Okul

Ziya Selçuk Hocamız, gözetmensiz sınavdan bahsetmişti. Bunun üstüne Prof. Dr. Namık Açıkgöz Hocamız da çıtayı yükseltmiş ve sosyal medya hesâbında “sınavsız okul” çıkışı yapmıştı. Kendilerine hesap sormayan sosyal medyayı ve tableti hayatlarının ayrılmaz parçası yapan çocuklara, hesap sormanın ötesinde “rahat-hazır ol” emrini verip bir de üstüne sınav ile sıkboğaz ederek sivil bir eğitim sistemi oluşturamayız.

Lafa gelince örnek verilen Finlandiya, Güney Kore ve Japonya’da ilkokul sonuna kadar okullarda sınav olmadığı neden dile getirilmez? Sınıfta kalmanın fiilen olmadığı ülkemizde, neden ölçme-değerlendirme yöntemi olarak sınav kullanılır?

Sınav yapılırsa, gözetmen de kaçınılmaz olur; öğrenci de kopya çekme becerisini geliştirmeyi mârifet zanneder. Ama ölçme-değerlendirme sistemimizi sınav merkezli olmaktan çıkardığımız takdirde, öğrencilerin okula bakışlarının değişeceğine ve pazar akşamları kâbus yaşamayacaklarına dâir iddiaya girmeye hazırım. İddiayı kendi adıma değil, ülkemiz adına kazanacağımdan kimsenin şüphesi olmasın.