SADECE AKIL YETMEZ!

Ümit G. CEYLAN 01 Tem 2021

Ümit G. CEYLAN
Aklın önemi ve değeri üzerine şu sayfalarda belki onlarca yazı kaleme aldık.

Aklın önemi ve değeri üzerine şu sayfalarda belki onlarca yazı kaleme aldık. Evet! Aklımızı kullanmak, kafamızı çalıştırmak bir matematik problemini çözmek veya bulmacanın harflerinden yola çıkarak kelimeyi bulmak için akıl yol göstericidir. Aklımızı hayatta kalmak, düşmana yem olmamak,  güvenliğimizi oluşturmak, aç kalmamak için çalıştırırız. Akıl ile yola çıkarız ama öyle bir an gelir ki acılarımıza, kalp ağrılarımıza tek başına aklımızı kullanmak yetmez. Aklımızın da ötesinde bir şeyi ararız. Başka bir iradenin aklına sığınma fikri ancak bizi yatıştırabilir. Aksi halde insan tek başına koca âlemde bir sürü canavarla baş edemez. Yalan canavarı, ihanet canavarı bunların ardı arkası kesilmez ki! İnsan bu canavarlara nereye kadar aklını çalıştıracak ta kendine mantıklı açıklamalar getirecektir. Çünkü mantık kalbin emrinde, daha açıkçası kalbin tastikindedir. Kalp kutsal bir inancın irfanını taşıyorsa vicdan vicdandır. Mantık mantıktır.

...................................................

İnançlı, düşünceli akıl

...................................................

Akıl bir araçtır. Akıl büyük bir nimettir, şükür vesilesidir. Aklın dereceleri de var elbette. Buna da zekâ diyoruz. Hatta günümüzde bunu derecelendiriyorlar bile. Ama bizim konumuz zekâ veya aklın da ötesinde elimizdeki bu büyük nimeti neyle beslediğimiz ve geliştirdiğimizdir. Aklımızı iyi yolda kullanmak varken kötü amaçlarda kullanırsak bu kişiye akıllı diyebilir miyiz? Ya da irademize teslim olursak akıllı olur muyuz? Zira insanın zaaflarına yenik düşebilecek bir iradesi varken, aynı irade insanı zaafları karşısında aklını iyi, güzel ve doğru yönde kullanabilecek şekilde de donatılmıştır. Hal, hareket ve davranışlarımızın sonuçlarını hesaplayabilmek iradesine yenilmeyen bir akıl ile olur. Bunun için de düşünmek, muhakeme etmek gibi kelimeleri devreye sokarız. Aklımızı teraziye koyar doğruları ve yanlışları tartarız. Bunu yapmak düşünceli ve ufki bakış açısıyla olabilecek bir iştir. Aklı çalıştırmak, inançlı bir iradeyle, nefsi terbiyeyle, adalet, ahlak ve seciye duygusuyla saf ve halis bir muhakemeyle mümkündür. Düşünceli akıl önce kendini tanımlar ve konumlandırır, sorumluluk duygusu yükler, sadece kendisini değil, bir bütün olarak insanlık adına varlığını hissettirir.

...................................................

Görmek ve öngörmek

...................................................

Duygu ve davranışlarını yönetemeyenlerin görüş açıları dar olur. Böyle kişiler fikirsiz olurlar. Fikir geniş açıdan görebilmek ve hatta ilerisini de görebilmektir. Basiret ve feraset sahibi olmak gerekir. Görmek, analitik olarak çok iyi kar zararı hesabı yapmak değildir. Görmek; sonunu da hesap edebilmektir. Ancak bu hesaplama ilahi iradenin karşısında bencilliğini yenmek, O’nun rızasını kazanarak huzurlu ve onurlu bir hayat yaşamak içindir. Akıl insanı bir yere götürür ama o yere gelene kadar aklımızın beslendiği kaynaklar bizim düşünce şeklimizi, bakış açımızı ve fikir dünyamızı oluşturur. O yüzden ne görmek istediğimizi ne düşünmek istediğimizi baştan kendimizi neyle beslemek istediğimizi belirlemeliyiz. Çer, çöp mü yiyeceğiz yoksa temiz, helal gıdalar mı?

...................................................

Akıl fikir sahibi olmak

...................................................

Kadim gelenek çoğu kez ibret almak ve feyzalmak için birtakım kelimeleri ikişerli birer kavram haline getirerek anlaşılması ve idrak edilmesi gereken manayı kuvvetlendirmişlerdir. Kadim gelenekte esas olan işin özüdür. Kabuk sadece özü korur. Kabukta kalmak işin özünü kavrayamamaktır. Lübbüllüb, özün özü demektir. Aklın özü de vahiyle beslenmiş fikirdir. Onun için bilgelerimiz akil baliğ olmak yetmez, akıl fikir sahibi olmak gerekir der vesselam.

DEVLET AKLI

Okullarımızda onca gereksiz bilgi verileceğine bir devletin aklı (özellikle de Türk devlet aklı) nasıl çalışır çocuklarımıza bu konuda eğitimler verilmesi gerekiyor. Mısırlı gazeteci Youtube’da yayınladığı videolarla Türkiye’de eğitimin sıkıntılı olmasından kaynaklanan nedenlerden dolayı genç neslin, Türk devletinin hamlelerini, icraatlerini kavrayamadığını, anlamadığını söylüyor. Ne kadar acı bir gerçek. Bireyci düşünen bir gençlikle karşı karşıyayız. Devlet, millet, vatan olmadan kendisinin de olmayacağı fikrini demode buluyor günümüz gençliğinin bir kısmı. Ama bunlar azımsanmayacak sayıdalar. Sayıdan çok manipüle edilmeye en elverişli olan gençlik bu gençliktir. Devlet aklı bireyden çok toplam akla yönelik düşündüğünü hesap edemiyorlar. Devlet aklının satranç oynar gibi hareket etmesi gerektiğini de düşünemiyorlar. O yüzden Katarlılara sınavsız askeri tıp eğitimi hakkını demokrasiye aykırı bulup her şeyi düz mantıkla anlamaya çalışıyorlar. Hoca bize lisedeki mantık dersinde Aristo’nun söylediğinden yola çıkarak bir önerme yazdırmıştı: “İnsan düşünen bir canlıdır. O zaman insan bir hayvandır.” Böylesine bir düz mantıkla hayata bakılır mı ve devlet bu şekilde yönetilir mi?

SATRANÇ USTASI

..........................

Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki bir rahatlık yok bize diyeceksiniz. Oysa istediğimiz rahatlık mı, konfor mu, yoksa huzur ve mutluluk mu! Nasıl anlatsak bilemiyorum.Sanki bütün kelimeler yer değiştirmiş, anlamını yitirmiş, eskimiş, pörsümüş. Kurduğumuz cümleler yerini bulmuyor. Söylediklerimiz yanlış anlaşılıyor, bir türlü sadra şifa olamıyoruz. Bireysel düşünme toplumsal akıl oluşturamıyoruz. En başta enpati kuramıyoruz. Ne birbirimizi anlıyoruz, ne de anlaşılıyoruz. Gittikçe yanlızlaşıyoruz. Hayatımız yarışmalar ve sınavlarla dolu. Nereye koşuyoruz!.. Bireysel düşünce toplumsal düşünce, toplumsal yardımlaşma ve dayanışma içinde olmalı. Tek başına akıl ne işe yarar ki!.. Onu çalıştıran doğru fikre ve doğru rehbere ihtiyaç var. Mesele muhataplarımızla rekabet etmek değil, mesele birbirimizin eksiklerini tamamlamak ve birbirimizin hatalarını düzeltmektir.  İnsan kendi yaşam biçimini en başta inandığımız değerler üzerinden düzenlerse istediği menzile sağlıklı varmasını da bilecektir. Bir usta nasıl ustalaşır. Yaptığı işi sadece tecrübeye ve yeteneğe dayalı olarak değil, inancını ve gelecek insanlık ümidini de ortaya koyarak bütün varlığıyla aklın, yeteneğin ötesinde kalbi bir ilhamla olgunlaşacaktır. Artık yapılan bir iş, iş olmaktan çıkar. Herkesi hayran bıraktıracak bir fenomenliğe dönüşür. Her usta ustalaştıkça bilgeliği de artar, tutku halini alır ve adeta kendi içindeki bir benle yarışır durumdadır. Daha iyisi, daha iyisi demek, yaptığı işin hakkını vermek demektir. Bir satranç ustası muhatabında yapılabilecek bir sürü varsayılan hamleye karşı bir pozisyon içindedir. Akıl, zekâ, hafıza, yetenek ve dengeli nefes alma inanç ve ümitle birleştiği zaman bütün kelimeler yerli yerine oturur. Bütün cümleler huzur ve mutluluk için kurulur. Mesele sadece yenmek ve başarmak değildir. Bütün mesele hakikat yolunda yılmadan menzile yürümektir.

GENÇLİK VE EĞİTİM

Geçtiğimiz Cumartesi ve Pazar günü üniversite sınavları için gençlerimiz ter döktü. Bir anlamda mesleki kariyerleri için bir seviye belirleme sınavı niteliğinde olan bu sınavlar, böyle zor dönemde aynı zamanda meslekleri için de bir adım atmış olacaklar. Tabii aslında ailelerin telkini yanı sıra, çocuklar da zevk aldıkları şeylere yönelmek yerine, toplumun kabûl ettiği, daha fazla para kazanacaklarını düşündükleri mesleklere doğru yöneliyorlar ve sevmedikleri halde sevdiklerine kendilerini inandırıyorlar.

Bu tabii çok yanlış bir şey. Bu durumda önce, öğrencilerin neye meyli olduğunu ailelerin araştırması gerek; sosyal tarafı mı daha kuvvetli, fen tarafı mı daha kuvvetli? Çünkü bir çocuk ne olmak isterse istesin, yapmayı sevmediği bir şey olamaz. Bu, çok denenmiş bir şeydir. Bu yüzden de, meyli olduğu tarafa yöneltmeli ve asıl gâyenin ‘zengin olmak’ değil; zevk almak, hayatta mutlu yaşamak olduğunu çocuklara öğretmeli.

Benim Hocam Sâmiha Ayverdi; “Ne iş yaparsan yap, işin en iyisini yap; çöpçü olursan en iyi çöpçü ol! Lağımcı olursan en iyi lağımcı ol!” derdi.

Dolayısıyla insanı zevklendiren, konusunda başarılı olmaktır. Yoksa dünyâ herhangi bir konudaki mühendislik eğitimi yapanla doluyken, onun da onu seçmesi onun geleceği için bir şey vermeyeceği gibi, mutluluğunu da sağlayamayacaktır.

Başarı, mutluluk, huzur gibi değerler günümüzde yerini daha farklı gelgeç kavramlarla yer değiştirmiştir. Bu değerler nedir sorusuna cevap verebilmek için çocukların biraz tasavvufla ilgilenmesi lâzım, çünkü tasavvuf; “Sıkıntı ve belâ anında kalpte mutluluk duymaktır” diye öğretiyor. Bir insanın sıkıntı ve belâ anında kalpte mutluluk duyması, ancak Allah ile ilişkisi ile sağlanabilir.

Çocuklara birçok vitamin, birçok eğlence yeri ve onların zevk alacağı birçok şeyler hazırlıyoruz ama hiç kimse çocuğuna îman mirasını bırakmıyor. İman, idrak, Allah’la ilişkili olmak, aklın çok önemli olduğunu ama îman konusunda akıldan da öte bir kalbî bilgi olduğunu çocuklara öğretmek lâzım, anlatmak ve göstermek lâzım.

Bu öğretinin en güzel yolu; yaşayarak göstermektir. Ana babalar hâdiselerden etkilenmez ve mutlu olma yolunu bilirlerse, hâdiselerin bir lütuf olduğunu ve geçirdikleri imtihanların onları tekâmül ettireceğini çocuklara gösterirler ve üzüntü duymazlarsa, çocuklar da mutlaka, ezelinde bir nasipsizlik yoksa etkilenmeyecektir.

Bu yüzden de çocuklara îman aşılamak, başarının îmanla olduğunu, Allah ile ilişki olduğunu; huzurlu olmanın ‘huzurda olarak’ sağlandığını anlatabilmek lâzım.

Ben, lise öğretmenliği hayatımda bilmeden sâdece üç kişiyi sınıfta bırakmışım, yâni benim dersim olan kimya dersi yüzünden sınıfta kalmışlar. Üçü de kimya mühendisi oldu. Yâni başarısızlıklar başarının artması için birer fırsattır, insanı daha çok çalışmaya yönlendirir; yeter ki niyetinde sâbit olsun.

Eğer hakîkaten bir gâyesi varsa, o gâyeye doğru yürümede başarısızlık, başarı için en güzel hazırlıktır bence; bunu anlatmak lâzım ve tekrar âilesinin hiç üzülmediklerini belirterek onları zevk alacakları yönlere yönlendirmesi lâzım. 

Eğitim dedik çünkü eğitim, ‘öğretim’ demek değildir. Okulların büyük kısmı ‘öğretim’ yapar ama okulun gâyesi eğitimdir.

‘Eğitim’ demek; insanlarla iyi geçinmeyi öğrenmek, onların verdiği sıkıntı ve zahmetlere tahammül etmek, senin aklının beğenmediği kişilerin aslında çok iyi kişiler olabileceğini düşünmek ve onun için insanlara takmasını, öfkelenmesini ve sinirlenmesini önleyecek tedbirler almayı kişiye öğretmek demektir. Çocuğun üniversitedeki ilişkileri bunu sağlamalı. Derslerden daha önemli olan; dostluk, ahbaplık ve arkadaşlıktır, öğretmen için de böyledir.

Birlik ve berâberlik öğretilmelidir çocuklara. Babam hep anlatırdı;

İstanbul Erkek Lisesi’nde okurken, coğrafya sınavında herkes boş kâğıt verme kararı almış fakat bir çocuk hepsini yazmış, o ‘10’ almış, diğerleri ‘0’ almışlar.

“Ama sene sonunda Hoca, ‘10’ alan çocuğu bıraktı sınıfta, diğerlerini geçirdi. Bu, bize o kadar büyük bir örnek olmuştur ki” diye anlatırdı babam.

Tabii ki öbür çocuklar ‘0’ lık kalmamışlar, mutlaka çalışmışlar ama şu var ki; birliği bozan dışlanmalıdır, çünkü gâye birlik, berâberliktir. Bu önce âilede başlar, okullarda devam eder ve millete kadar ilerler. Eğitimin gâyesi; birliği sağlamayı öğretmektir.

Bu dünya bir sınav yeri. Başarılı olmamız Hakkın rızasını kazanmakla alakalı olduğuna göre, çocuklarımıza bu şuuru vermemiz gerekiyor. Bunun için çocuklara Allah’ı tanıtmak, Allah’ın büyüklüğünü ve yapanın, yaptıranın O olduğunu idrak ettirmek lazım. Evet, bizim tedbir almamız ve çalışmamız gerektiğini ama sonuçta mutlaka neticenin damgasını Allah’ın vurduğunu bilmesini öğretmemiz lâzım. Anne ve baba olarak bunu yaşayarak göstermemiz lâzım. İman, idrak ve teslimiyet; çocuklara öğretilmesi gereken ilk okul bilgileridir.

Tabii bu demek değildir ki; çocuk savaşmasın, mücâdele etmesin, gayret göstermesin. Biz sonsuza kadar savaşıp gayret göstereceğiz ama sonucu belirleyen biz değiliz, çocuğun bunu çok iyi bilmesi lâzım vesselam.

NELER OLUYOR HAYATTA

Bir TV kanalındaki ‘Neler Oluyor Hayatta’ adlı programda yorumcu olarak yer alan Hakan Ural’ın olaylara bakış açısını ve analiz tarzını çok yapıcı buluyorum. Kimseyi suçlamadan ama değerlerimizden de ödün vermeden irdelediği magazin vakalarına olan yaklaşım biçimi; yapıcı, çözümleyici ve açıklayıcı. Haber olarak sosyal medyaya veya kamuya yansıyan haberlere nasıl bakılması gerektiğini insanlar arasındaki ilişkileri yıpratmadan, kimsenin canını yakmadan yapıcı olabileceğini gösteriyor. Bu anlamda da örnek alınması gerektiğini düşünüyorum. Belden aşağıya vuran, kavga gürültü ne dediği belli olmayan programlardan uzak duruyorum. O nedenle de sabahları kahvaltı ederken fırsat buldukça açıp izlediğim bu program iletişim açısından kalpleri kırmadan program da yapılacağını gösteriyor. Programın moderatörü Nur Tuğba Algül ile uyumlu ve titiz çalışmaları ekranlardan bize de yansıyor. 

ARTI EKSİ

Artı

Sensiz olmaz sessiz olmaz

Kadın uzmanların medyadaki programlarda erkeklere göre yer alma oranlarının çok düşük olmasından yola çıkan bir platform; sensiz olmaz sessiz olmaz. Medyada erkek egemen bir konuk/uzman görünürlüğünün karşısında kadınlara da yer açmak ve bu konuda bilinç oluşturmak için yola çıkan platform bir veri tabanı da oluşturmuş. Bu veri tabanında aradığınız uzman kadın profillerine ulaşabiliyorsunuz. Erkek veya kadın olsun sürekli aynı konukların davet edilmesi esas itibariyle şeffaflık, eşitlik konusunda sıkıntılı bir görünüm yansıtmaktadır. Bu anlayışı da yıkacağına inandığım bu platformun iletişimciler tarafından takip edilmesini öneriyorum.

Eksi

Hız sınırı 140 olmalı mı?

İçişleri bakanlığı tarafından yapılan bir açıklamaya göre önümüzdeki yıl otobanlarda hız limitinin 140 kilometreye kadar çıkarılması yönünde bir çalışma var. Trafik kazalarının geçmiş yıllara göre yüzde otuz beş oranlarında azalmasına rağmen hız limitinin artırılmasının kazalarda artışa sebep olacağını uzmanlar söylüyor. Daha hızlı gitmenin öncelik sağlayacağı konusunda bir düşünceye kapılmanın yanlış olacağını “acele eden ecele gider” sözünden anlamalıyız. En fazla yarım saat gecikilecek bir zamanı daha erkene çekmek acemi, aceleci, tedbirsiz sürücülerin kaza yapmasına neden olacaktır. Hız daha iyi değildir. Temkinli olmak ve dikkatli olmak iyidir. O yüzden umarım bu karardan dönülür. Çünkü henüz bizim kültürel olarak bu tarz bir yeniliğe hazır olduğumuzu düşünmüyorum. Bunun olması için önce büyükşehirlerde başlamak üzere yaya, bisikletli ve araç kullanan sürücü ilişkisinin standardının çok daha üst düzeye gelmiş olması lazım. Mesela bizim sürücülerimizin hala çok büyük çoğunluğu yaya geçidinde durması gerektiğini bilse de umursamıyor.

UZAYDA YERİMİZİ ALIYORUZ

Haberleşme sistemlerinde dünyanın siber hız çağına girmesiyle birlikte haberin hızı, veri transferi, siber güvenlik gibi konular stratejik öneme kavuşmuştur. Türksat 5A uydusunun Mayıs ayında yörüngesine yerleşmesiyle birlikte iki gün önce Cumhurbaşkanı tarafından hizmet vermeye başladığı ilan edildi. Bu nedenle Türkiye, ABD’den Ocak ayında fırlattığı Türksat5A uydusunu 30 yıl süreyle aktif bir şekilde kullanabilecek. Türksat 5A ile birlikte Türkiye ile Avrupa, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Orta-Batı ve Güney Afrika'nın yanı sıra Akdeniz, Ege ve Karadeniz kapsama altına alınacaktır. Ayrıca bu uydumuz ile birlikte dünyada yeni nesil olarak adlandırılan ku-band uydu sistemleri kullanan öncü ülkeler arasına girecektir. Yine bu yıl sonunda Türksat 5B uydumuzun da uzaya fırlatılması hedefleniyor. Bu uydu ile Ortadoğu ve Afrika’nın büyük bölümünde hizmet vermesi planlanıyor. Öte yandan Türk ve Japon mühendisleri tarafından oluşturulan milli uydumuz 6B’nin ise 2022 yılında uzaya fırlatılması bekleniyor. Haberleşme sistemlerinin özellikle de doğru veri akışının hız ve güvenirliliğini sağlayacak olan uydu sistemlerimizin devreye girerek uzaydaki yerimizi aldığımızı dünyaya ilan etmiş durumdayız.