SÂHİ BİR "ŞEKER BAYRAMI" MESELESİ VARDI, N'OLDU?!

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Şimdi de başka bir -mış gibi yapma örneği gösteriyorlar. Sanki "Şeker Bayramı" diye bir kavram hiç hayatlarında olmamış gibi, pişkin pişkin bayram tebriği yapıyorlar.

Bu yılın Ramazan Bayramı’nın üçüncü ve son günündeyiz. İnşallah bu üç günü uzun hafta sonu tâtili olmanın ötesinde idrak ederiz. Koca bir Ramazan ayını da farklı ibâdet boyutlarıyla yaşadık ve bayrama ulaştık.

Bu yazıda okuyacaklarınızı beş, altı yıl önce yazmış olsaydım, Kemalist Mahalle Baskısı sebebiyle bir otosansür gerilimi hissedebilirdim. Zira o zamânın şartlarında bir “Şeker Bayramı” söylemi vardı. Harf devrimi yaşamış bir millet olarak bunun etkilerini kelimelerde de yaşıyorduk. Kavramlar özenle seçiliyor ve kullanılıyordu ya da yasaklanıyor ve kullanılması engelleniyordu.

Şimdilerde “Kutuplaşıyoruz, kurtaran yok mu!” veya “Bizi ötekileştiriyorlar, imdat!” diye bir kaşık suda fırtına koparıp kerâmeti kendilerinden menkul sorunlar çıkaranlar, o günlerde “Şeker Bayramı” diye bir şey kutlarlardı(!). Kutlamak derken, arefe gününden tâtile çıkarlardı, demek istiyorum. Kendi bakış açılarından haksız değillerdi, her zaman haklı oldukları(!) gibi.

Şimdi olduğu gibi oruç, iftar, sahur, zekât gibi farz ve akidelerden uzak duran ve uzak durmak için steril bir özen gösterenler, o zamanlar da “başkalarının hayatlarına müdahale etme hakkı” diye bir hegemonik güce sâhip oldukları için, insanların ağızlarından çıkan kelimeye bile karışıyorlardı. “Başörtüsü” yerine “türban” dedikleri gibi, ısrarla ve hatta baskıyla “Şeker Bayramı” kavramını kullanıyorlardı.

24 Haziran seçimlerine bir hafta kala, seçim propagandalarına dini âlet edenler, o zamanlar Ramazan’da oruç tutmaz ama, bayram tâtili için rezervasyonları erken erken kendileri yaparlardı. Şimdi de durum kendileri açısından pek farklı değil. Bir taraftan, son zamanlarda adı pek anılmayan laikliğe toz kondurmayıp diğer taraftan dinî bayramın resmî tâtilini tepe tepe kullanırlardı. Ama lâiklik adına zerre rahatsızlık duymazlardı. Vicdanları tırnak ucu kadar sızlamazdı.

Vicdanlarındaki bu duyarsızlığın kendilerince mâkul zannedecekleri bir açıklaması vardı. Onlar oruç tutulan ve bitince bayram yapılan Ramazan ayı ile ilgili değillerdi. Onların bayramının adı “Şeker Bayramı” idi. Ama bu bayramın esbâb-ı mûcibesinin ne olduğunu kimse bilmiyordu. Sözüm ona bu bayramda çok şeker yeniyormuş, insanlar birbirlerine şeker hediye ediyormuş diye bu bayramın adı “Şeker Bayramı” imiş. Aklında namaz olmayanın kulağı ezanda olmadığı gibi, oruçla alâkası olmayanın dilinde de Ramazan olmuyordu. Onların bu mantığına göre, bütün millî bayramlarda evlere, işyerlerine, sokaklara bayrak asıldığı için hepsine birden “Bayrak Bayramı” diyebiliriz.

Ama o günler geçti. Şimdi ağızlarından inşallahlar, maşallahlar, “Allah’ın izniyle”ler, “Allah kısmet ederse”ler düşmüyor. Ben boşuna demiyorum; laiklik laiklerden çok çekti.

“Şeker Bayramı”nı Duyan Var mı?

Duygularını belli etmeyenlere “kösele suratlı” denir. Bu tipler, yaşadıkları şeylere karşı hiçbir mimik ortaya koymazlar. İşlerine geldiği gibi dudak büker, kaş-göz oynatırlar. Dolayısıyla ahlâkî bir tutarlılık sergileme gibi bir dertleri ve endişeleri yoktur. Tutarsızlıkları o kösele suratlarına vurulunca da ölü balık gibi bakarlar. Zerre utanma, sıkılma olmaz yüzlerinde. Çok güzel bir şekilde “hiçbir şey olmamış gibi” yaparlar. “-Mış gibi yapma” konusunda siyasal genetik miraslarından gelen bir becerileri vardır. Atarlar, tutarlar, tutturamazlarsa önemsemezler. Herkesi kendileri gibi zannederler, çünkü zâten herkes onlar gibi olmalıdır. Tek ve gerçek “kutup” onlardır.

Şimdi de başka bir -mış gibi yapma örneği gösteriyorlar. Sanki “Şeker Bayramı” diye bir kavram hiç hayatlarında olmamış gibi, pişkin pişkin bayram tebriği yapıyorlar. Değil “Şeker Bayramı”, neredeyse şekerin “ş”sini duymuyoruz.

CHP’ye Yedinci Ok

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan CHP’nin ambleminde, Atatürk ilke ve inkılaplarını temsil eden altı ok vardır. Bu oklar, cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik, laiklik, devletçilik ve inkılapçılık kavramlarına karşılık gelmektedir. Bu kavramların kaç tânesinin kaldığı başlı başına bir tartışma konusu. Hele hele sırtını PKK’ya, PYD’ye dayayan HDP ile işbirliği yaptıktan ve 15 Temmuz’a “tiyatro” dedikten sonra hangi cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık kaldı, acaba? Laikliği zâten çoktan rafa kaldırdılar.

Kurumsal adı 28 Şubat olan baskıcı zihniyetin hâkim olduğu dönemde, “umarım” yerine “inşallah” diyenleri fişleyenler, “Şeker Bayramı” yerine “Ramazan Bayramı” diyenleri de fişliyorlardı. Şimdi yerinde yeller esen laikliğin kutsal emriymiş gibi dinî kavramları kullanmıyorlardı. Kullananları da kolayca “irticacı” diye bal gibi “ötekileştiriyorlardı”.

Ama şimdi bakıyorum, Kemal Kılıçdaroğlu, 24 Haziran’da oy vermeye gideceklere ulvi(!) bir hatırlatmada bulunuyor. Diyor ki, “mührü haram yiyenlere basmayın.” Neredeyse bir şeyhülislâmlık makamı ihdas edip fetva alacaklar. Hatta CHP’den ya da kendi ittifaklarından başka partiye oy verenleri, utanmadan sıkılmadan ve yüzlerinden tek bir kas oynatmadan “tekfir” edecekler. Yapmadıkları iş değil. 28 Şubat’ta Diyânet İşleri Başkanlığı’na “laikliğe uygun olarak”, emir verip Cuma vaazı yazdıranlar bunlardı. Bu gidişle CHP’nin amblemine yedinci bir ok ekleyecekler: İrticâcılık. Ne de olsa geçmişe dönmeye çok meraklılar!

Aslında İki Parti Var

Ramazan Bayramı’nda olmamıza rağmen, din ve siyâsetin bu kadar iç içe olduğu bir gündem, normalleşmenin sonucu olarak ters karşılanmamaktadır. 24 Haziran seçimlerinde bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki katı aday var. Aslında bir benzerlik olarak yine Recep Tayyip Erdoğan ve Çatı altına giremeyenler olarak iki cephe var. Bu durum da aslında ana akım siyâsette artık iki tarafın, yâni iki partinin olduğunu gösteriyor. Bu yapı, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin doğal sonucudur ve Türkiye için kaçınılmaz bir sonuçtur.

Bu yeni yapıda partilerin sayısı sâdece teferruat. CHP- Saadet Partisi-İyi Parti gibi zorlama ve zoraki bir koalisyonun bir araya gelmesinin teferruattan başka işlevi olamaz. Maksat, kendi taraflarını kalabalık, saflarını sık göstermek. Ama halk, görmesi gerekeni görüyor ve cevâbını verecektir inşallah.

Bayramdan Seçime Son Düzlük

Yarın ya da bu akşamüstü başlayacak olan tâtil dönüşü ile seçim gündeminin tam da ortasında kalacağız. Bunu Dünya Kupası bile engelleyemez. 23 Haziran Cumartesi saat 17:00’a kadar devam edecek hareket yerini, 24 Haziran sabahı sâkin bir ortama bırakacak. Büyük bir ihtimalle, 24 Haziran akşamında seçim sonuçları gelmeye başladığında ve sonuçlar kesinleştiğinde, bâzıları yine son iki ayda hiçbir şey olmamış gibi yapacaklar. “Lafın gelişi” deyip geçiştirecekler. Artık “Şeker Bayramı” demedikleri ve bir zamanlar dediklerini unuttukları gibi, son iki ayda söylediklerini unutacaklar ve hatırlatan olunca da şaşkın şaşkın bakacaklar.