SEÇMEN NEYE GÖRE OY VERİYOR?-II

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Seçim şenlikleri bittiğinde seçimlerin sonuçlarını yorumlamak bir gelenek olmuştur.

Tabii ki siz de bu konuda çok yazı okumuşsunuzdur. Ben herkesin değindiklerini tekrar yazmayacağım. Ancak kısaca özetlemek gerekirse, seçimlerin galipleri Cumhurbaşkanı Erdoğan, MHP ve Muharrem İnce’dir. Kaybedenler ise en başta İYİ Parti ve Meral Akşener, daha sonra da AK Parti ve CHP’dir. HDP durumunu muhafaza etmiştir. Bu yazıda, aslında, bizim toplumumuzun nereye oy vereceğine nasıl karar verdiğini açıklamaya çalışacağım. Standart bir Batı Demokrasi’sinde yapılabilecek bir analizin Türkiye’de tutmayacağını, Türkiye’de siyasetin Batı toplumlarından çok farklı bir temel üstüne oturmasının ise 1826’dan beri gerçekleşen çarpık Batılılaşma sürecinin sonucu olduğunu vurgulayacağım.

SEÇMENİN TERCİHİN BELİRLEYEN ETKENLER VE TÜRKİYE’NİN ÇARPIK BATILILAŞMA SÜRECİ

30 Nisan 2018 tarihinde YeniBirlik’te yayınlanan yazımda “Seçmen Neye Göre Oy Veriyor?” diye sormuştum. İlkönce Türk Halkının siyasi bileşimini anlatmış ve şöyle demiştim:

“Türkiye toplumu bence, yüzde 80’e yakını şehirlerde yaşayan, yüzde 60’a yakını bir mesleki aidiyeti olmayan (devlet memurları ve “ne iş olsa yaparım abi!” diyen vasıfsız işgücü), ortalamada “orta üçten terk” düzeyinde eğitime sahip olan, riski seven, sınıf atlamak ve kısa yoldan köşeyi dönmek isteyen insanlardan oluşmaktadır. Doğaldır ki, şehirde yaşamak ile şehirli olmak arasında büyük farklar vardır. Bizde şehirde yaşayanların büyük kısmı, göç edip geldikleri kasabanın kültürü ve yaşam tarzını (yani kapitalist öncesi dönemin değerlerini) korumakta ve buna “milliyetçilik/muhafazakârlık” adını vermektedir. Şehirde Tek Parti döneminde yerleşmiş ve çoğu devlet memuru olan, batılı tüketim kalıplarını (yanlış anlamayın batının üretim sistemi değil ama tüketimi… DMD) kendi yaşam tarzı olarak belirlemiş elit/ aydınlatılmış kesimler ise kendilerini solcu olarak lanse etmektedirler. Bütün Cumhuriyet tarihi, Atatürk dönemi hariç, bu iki grubun çatışmasına dayanmaktadır. Her iki grubun temel amacı da devletin merkezi idare aygıtını ele geçirmektir. Çünkü artı değerin yeniden dağıtımı buradan yapılmaktadır. Her iki gruba göre de, diğer grup vatan haini ve batı emperyalizminin işbirlikçisidir.”

Bizim siyasi yapımız çarpık Batılılaşma tecrübemizden beslenmektedir. Gelişmiş bir kapitalist ülkede, kitleler sınıfsal aidiyetlerine ve içinde bulundukları sınıfın ekonomik kazanımlarına göre oy verirler. Bu anlamda bir emekçi ile rantiyenin, bir sermayedar ile çiftçinin, bir toprak sahibi ile bir işçinin aynı partiye oy vermesi pek rastlanan bir şey değildir. Batı toplumları ve Japonya’nın modernleşmesi ilk önce sermaye birikimi, sanayileşme ve şehirleşme arkasından yaşam tarzı (yani tüketim kalıbı)  değişimi ve en sonunda da siyasi üst yapının değişimi ile gerçekleşir. Bizim Batılılaşma tecrübemiz ise tam tersidir. Tanzimat’tan bugüne bu işleyiş sırası hiç değişmemiştir. İlkönce tepeden inme yöntemle siyasi üst yapı değiştirilir, sonra siyasi üst yapının baskısıyla yaşam tarzı – tüketim kalıbı değişime uğrar. En sonunda da, değişen yaşam tarzına üretim sistemi adapte edilmeye çalışılır. Bu yüzden, iktisadi açıdan dünyayı hep geriden takip etmekte ve inisiyatifi elimize alamamaktayız. Böyle bir süreçten geçtiğimiz için, siyasi yapımız da ilk önce yaşam tarzlarımız – tüketim kalıplarımız etrafında şekillenir. Bir anti – emperyalist, tam bağımsızlıkçı ve sıkı bir Türk milliyetçisi olan Atatürk’ün yolundan gidenler kendilerini sol addetmekte, bir Batılı gibi yaşamayı ve tüketmeyi birinci öncelik olarak almakta ve bağımsızlığımızı bitirecek AB’ye girmeyi ve Atlantik paktına koşulsuz biat etmeyi savunmaktadırlar. Öte yandan diğerleri de, geldikleri kasabanın yaşam tarzını devam ettirmeyi bir beka meselesi olarak görmekte, oy verirken şehir hayatı ve sosyolojisiyle uyumsuz bu değerleri aynen korumak yönünde tercih ortaya koymaktadırlar. Tabii işin içinde ciddi oranda cukka da bulunmaktadır. Nasıl mı? Bakın ne yazmışım:

“Kendini solcu olarak gören kesim uzun yıllar sahip oldukları imtiyazlı durumu bugün kaybetmiş görünmektedirler, artı değerden sahip oldukları pay azalmıştır. Öte yandan kendini milliyetçi/muhafazakâr olarak gören kesim, çıkıp geldikleri kasaba kültürünü koruyarak yeni yeni ele geçirdikleri artı değerin onlara sunduğu cazip ve “batılı” yaşam tarzına ayak uydurmaya çalışmaktadırlar. İktidarı kaybetmenin, yeni yeni tadını almaya başladıkları zenginliğin ve şehir hayatının sağladığı zevklerin de sonu olacağını düşünmektedirler. Her iki grup da, kendi durumlarının kötüleşmesini bütün milletin fakirleşmesi, kendi durumlarının iyileşmesini de bütün milletin zenginleşmesi olarak görmektedir. Dolayısıyla, her iki gruba göre de, karşı taraf vatan hainidir. Böyle bir ortamda kasaba kökenli bir fabrikatörle onun çalıştırdığı kasaba kökenli işçi aynı partiye destek vermektedirler. Haliyle, hemşericilik siyaset ve toplum hayatında en önemli kriterlerden biri haline gelmiştir.          

Türk toplumunda, bu yüzden, oy skalasında belirleyici faktör, yüzde 65- yüzde 35 gibi dağılan milliyetçi–muhafazakâr ve sol oylardır. Bir sağcının sol bir adaya, bir solcunun da sağ bir adaya oy vermesi hiç bir zaman kolay olmaz. 1946’dan beri, yani 72 yıldan bu yana, bu dağılım üç aşağı beş yukarı aynı kalmıştır.”

Seçim sonuçları bu tezimi doğrulamıştır. Cumhur İttifakı + İyi Parti + Saadet Partisi toplamda yüzde 65’in biraz altında oya ulaşmıştır. CHP + HDP de toplamda yüzde 35’e yakın bir oy almıştır. Sağ partilerden sola, sol partilerden de sağa seçmen geçişi minimum düzeydedir. 

SEÇMEN NEYE OY VERDİ?

24 Haziran Seçimlerinde seçmen aşağıdaki temel önermelere kuvvetli bir destek vermiştir:

Ülkemiz emperyalist saldırı altındadır, milli birliğimizi koruyacak milliyetçi bir koalisyona ihtiyaç vardır.
FETÖ ve PKK ile mücadeleyi vurgulamayan partiler bu konjonktürde iktidar yüzü göremez.
Sağ seçmen dini-milli duyarlılıklarını sol seçmen de kendi modern – batılı yaşam tarzlarını tehdit altında hissedip bu gereksiz kitlesel kaygıya göre oy vermiştir.
Seçmen tekrar bir çözüm süreci istememekte, milli ve üniter devletten taviz verilmesine şiddetle karşı çıkmaktadır.
Parlamenter rejim bir daha gelmemek üzere bitmiştir, bundan sonra Cumhurbaşkanlığı Sistemi geçerli olacaktır.
Türk Milleti yüzünü Batı’ya dönen bir hükümet değil, tam bağımsız ve Ankara’dan karar alan bir yönetim istemektedir.

BEN NEREDE YANILDIM?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk turda kazanmasının büyük ihtimal olduğunu aynı yazımda yazmıştım. İYİ Parti’nin mütevazi bir sağ parti olacağını daha önce birkaç defa vurgulamıştım. Cumhur İttifakının parlamento çoğunluğunu alacağını söylemiştim ama MHP’nin bu kadar yüksek oy alacağını tahmin edemedim. AK Parti’deki ciddi düşüşü ve CHP’deki daha küçük oranda düşüşü de öngöremedim. Demek ki en büyük iki partinin teşkilatı cumhurbaşkanı adaylarının performansının çok altında kalmışlar. Neyse birkaç yazı daha seçim sonuçlarını inceleyeceğim. Hayırlı Cumalar.