SEN CEHALETİ SAVUNDUN!

Ekin GÜN 11 Şub 2020

Ekin GÜN
Cehaleti, "diploma" denilen kâğıt parçasına indirgemenin asıl cehalet olduğunu görmeden bu konuyu enine boyuna anlatmak imkânsız ama biz yine de değirmende su dövme pahasına nefesimizi yoralım.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un, “Üniversite öğrencisi sayısı çoksa o ülkede sorun vardır. Az öğrenci sayısı varsa başarılıdır. Meslek liselerine karşı oluşan olumsuz yargıyı yönetebiliriz.” ifadesi hafta sonundan beri tartışılan konular arasında.

İktidar kanadından ne gelirse gelsin karşı çıkmayı muhalefet olarak kabul eden siyasi kesimler (ben demiyorum bizzat CHP’den bir yetkili kendi ağzıyla söyledi) Ziya Bey’in bu açıklamasını kıyasıya eleştiriyorlar.

Yapılan en komik eleştirilerden biri, “AK Parti’nin toplumu cahil bırakmak” gibi bir amacının olduğu yönünde.

Cehaleti, “diploma” denilen kâğıt parçasına indirgemenin asıl cehalet olduğunu görmeden bu konuyu enine boyuna anlatmak imkânsız ama biz yine de değirmende su dövme pahasına nefesimizi yoralım.

***

Her şeyden önce Selçuk’un dediğini yapılan istatistiki analizler ve sosyo-ekonomik tespitler doğruluyor.

Türkiye çok fazla üniversitenin ve üniversite mezununun olduğu bir ülke olmasına rağmen, dünya sıralamasında üniversitelerimizden sadece parmakla sayılabilecek kadarı ilk 500’e girebiliyor, onda da sıralamanın sonlarında kendilerine zar zor yer buluyorlar.

Bu üniversitelerin mezun ettiği öğrencilerden de iş gücü anlamında büyük başarılar beklemek haliyle hayal. Sonuç ortada.

Hem üniversitelerimizin akademik niteliği ne ki mezun profilinde bunları arayacak hakkı kendimizde görelim?

Ne var ki Türkiye’de üniversiteler anlamında enteresan bir kompleks var. Ne üniversiteleri, ne de üniversite mezunlarını eleştiremiyorsun, yazılı olmayan dibine kadar otoriterlik içeren bir dokunulmazlık kuralı bu herhalde.

Üniversite mezunu olmayan, ekonomik durumu iyi ve başarılı bir kişi bile “üniversite mezunu olamamanın” kompleksini hayat boyu yaşıyor.

“Diploma” denilen kâğıt parçasını tapılacak bir hale getirme, en kolay yoldan sınıf atladığını zannetme ve üniversite mezunu olmanın “her şeyi bilmek” anlamına geleceği bu durumun öğrenilmiş çaresizlikle doğrudan ilgisi var.

Öyle ki ülkede yüksek lisans kavramı bile mezun kişinin iş bulana kadar ki “boş kalmama” programına dönüşmüş vaziyette.

Kökü çok daha derinde olan şeklen modernleşmenin getirdiği sancıları bu alanda da çekiyoruz ne yazık ki.

Oysa 100 kişilik bir fabrikada, 5 mühendis varsa, 95 ara eleman vardır. Ara elemanın ne demek olduğunu ve sanayi anlamında üreten bir ülkenin nasıl gelişmiş olabileceğine en iyi örneklerden biri Almanya olsa gerek.

Nitelikli meslek liselerinin artması ve meslek liselerine karşı olumsuz algının değiştirilmesi ilk etapta çok önemli.

Bu anlamda üniversitede görev yapan akademisyenleri de anlıyorum, üniversiteye kapak atmanın konfor sayıldığı bir ülkede herkesin bunu bir zorunluluk olarak algılayıp nasılsa üniversitelere gideceğini varsayaraktan akademisyenlerimiz de kendini geliştirme gibi özelliklere sahip değiller.

Durduğu yerde sayan akademisyenlerden elde var sıfır mezun profili yaratmanın ne bireye ne de ülkenin kendine hayrı var.

***

Ülkede akademiye çok önem veren, sevdiğim, saydığım, Türkiye’deki liberal düşüncesinin öncüsü Atilla Yayla belki dediklerime karşı çıkacaktır ama siz söyleyin hocam, nedir bu akademimizin dökülen hali?

Aileleri hiç saymıyorum bile, çoğunluğunun evliliğine heyecan katsın diye yaptıkları çocukları “gurur duyulacak abide” olarak görmeleri için illa “mühendis, doktor, hiçbir şey olmasa öğretmen” olması için özel olarak çabalıyorlar.

Çocuklarıyla gurur duymanın ön koşulu kâğıt parçasına düşmüş vaziyette iken aileler meslek liselerini bu anlamda “dışlanmış okul” olarak görüyorlar.

Haklı oldukları nokta, bu liselere gereken desteğin nitelikli olması bakımından sağlanmaması ama üreten bir ülkenin olmazsa olmaz koşullarından en önemlisinin ara eleman olduğunu bilmekte fayda var.

Ben çözümü üniversitelerin iş bulma garantilerinin sağlandığı yerler olarak değil, bilim yuvaları olarak kabul edilmesinde görüyorum.

Bunun karşılığında totaliter ruhlu, hayatında dört senenin sonunda eline tutuşturulan kâğıt parçası dışında bir başarısı bulunmayan kişilerin “sen cehaleti savundun” hışımlarına maruz kalacağım, biliyorum.

Ülkede amansız “modernlerin” kafa yapısı doktoralı olmanın ölçüsünü “nereye gideceğini bilmek” olarak tanımlıyorsa, hak veriyorum, bu akademinin de işi zor vallahi.