"SEVİ-YORUM"

Mavi ÇINAR 17 Eyl 2018

Mavi ÇINAR
Abdal kişi, ancak ehli anlasın, "nadan" bilmesin diye tebdil-i kelime kelam eder ki idrak seviyesine göre okunsun. Tıpkı yaradan gibi. Cesetlerimize ruhundan üfleyene şükürler olsun! Şah-ı Merdan'ın ittiği kuyunun karanlığına güneşleri değişmeyenler var olsun!

“Aşıklar Zümresinin Nutku Nefeslerine Hüseyni (sevi-)Yorumlar”

“Metnin dışında bir şey yoktur. Her söz söyleyenin ve söylenenin yokluğunda söylenmiştir. Dil’e gelen, aşkın (müteal, metafizik) bir gösterilene asla işaret etmez” diyen Derida’dan ilhamla; Allah’ın, “işitir” isminde kulağı vardır, dokundu ise eli vardır diyenleri koyar bir kıyıya önce.

Karşı kıyıya, asıl derdin, bu “iz”lerden manayı çıkartacak “furkaniyet”i kazanmak olduğuna varamadan, “iz”leri küllüm reddedenleri koyar.

Tam ortada “Sevi-yorum” der yazar; iki kıyının ortasında, uçsuz bucaksız bir okyanusta…

Resul’ün “Kuran’ın ikiz kardeşi olanlar ölmezler” müjdesini; ilk sayfadan, “fetvayı kalbine sor” diye dikta eden ön okuma ile okutur mesela… Topladıklarınla vücut olup ilerilersin.

Ya orada ya burada olmayı elzem bilenleri suya salar, kulağını çekiştirerek inceden! Kuran’la ikiz kardeş olan ölmez ise “ölen hayvan imiş…”  diye haykırır Yunus, maviliğin orta yerinden tüm kıyılara.

Yorum; yer kabuğu,

şerh; mağma,

te’vil; çekirdek, biliniz ama Yunus…

Ama Yunus kulağının içinde;

“ölen hayvan imiş”…

“Her daim yeniden doğarız

Bizden kim usanası” şiirindeki kararlı sancıyı karnında duymaya başlarsın“, derdim malumat aktarmak değil dediğinde kitap, aklının rahmine aklın düşer,

“ölen kim?”.

*****

7 deyiş seçilir. “Güzel ne var ise “nefes”ten, kötüsü nefsimden”, diyerek, ince ince işlenir. Nur topu gibi 7 oğlun olur, 7 kızın… Neyse cinsin, kendinden olan 7’den seversin!

Aralarda, alan dışı, günlük, didaktiğin boğumundan azade, sohbetin içine çeken sokak ağzı dillenir. Bu,  hem okur-yazarlığı seven hem mahallede misket, çizgi, kör ebe oynayarak büyümüş; küfür ettiği için ağzına bir iki biber sürülmüş; toprağına özdeş bir entelektüel için “kendinden mülhem” keyiftir.

*****

Böylece;

“Malumat”ı hor görenin, irfan yolunda karga yürüyüşü yaptığı yola gülersin, sayfalar ilerledikçe. Bin kişi gelir gözünün önüne, tekke ehli ama eşyanın “şey”inden bihaber.

“Eşşeği saldım çayıra

Otlaya karnın doyura

Gördüğü düşü hayıra

Yoranında avradını”

Olur olur…

“Muhabbet zuhura tabii olur…”

“Münkir” inkar eden; Aramice “nalpak”tan, vücuttaki ur, tümör, necaset olur; “necasetten taharet” ile “bok”tan değil nifaktan temizlenmen gerektiğine etimolojik çağrışımlar olur…

Yüzüne bir gülümseme düşer, içinde bir dem olur, bismillah…

Pür heves bir solukta ararsın buldum zannettiklerinde başka neleri kaybettiğini…

Ve “Nifak necasetten bir durum” diye küfür etsen etimolojik ıspatın vardır artık kapı gibi!

*****

“Oku” ki;

Sevi-yorum dedikçe yazar; sana da bana denenden densin;

“Kaf-u Nun’dan başıma tac eyledim” diyebilen ehlinden “Kün” ol-an ile “kün” edeni bir eyleyen ilhamdan üflensin…

Kazak Abdal, Kaygusuz Abdal, Kul Nesimi, Edip Harabi Baba, Yunus Emre, Dedemoğlu, Yemini “oku”; ki gör toprağın neler taşıyor içinde. Heideger, Berkeley, monist, düalist didiklerken “varlık” diye; oynadığın türküden, duymadan dinlediğin ilahiden içine AŞK sinsin…

Kuantum’un yaklaştırdığı; istidlali akıl ve aklı-ı maad’a saldığın merak ile sezgisel kavrayışını, aklını seversin!

Ve “Allah pisliği aklını kullanmayanların üzerine bırakır“; bıraksın.

*****

Sevi-yorken ilerleyen satırlar, 7 “nefes”i, 7 ile çarpa çarpa anlatsın;

Nelm 44; “…Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler!” Nefs padişahını gönül şehrinden nasıl uzak tutmazsın, desin.

“kendi özünü dara çekenin Münker-Nekir’e dahi pervası olmaz desin.

Şahı-ı Merdan Hz Ali’nin kazdığı kuyuya Yusuf düşer desin! Her çile Hak’tan bilip avuç avuç içtiğin “Prozac”ların uzaklaştırdığı aklını toparla desin;  kuyuyu kimin kazdığına bak ta düş; Ali kazarsa bekleme ki itilesin, nefsini al, aklınla düş, içine düş… Dediği gibi Şebusteri’nin, “düşünmek” içine düşmektir desin!

*****

Ve kuyuya tutkunluk ettiğin anları tutan kancalar esvabına değil etine batıyordur artık, henüz ilk  “nefes” penceresinden izlediğin kendinde bile…

“…Sonra da çevirdik, aşağıların aşağısına attık!” (Tin/5)

Ali’nin attığı kuyudan haz alan Yusuf’a özenmez misin o an. Rabbinin attığı kuyuyu azaba çevirmeye utanmaz mısın; bu dünyası azap olunca öbür tarafta güleceğine ettiğin iman körelmez mi?

*****

İşte böyle erenler; abdal kişi ancak ehli anlasın, “nadan” bilmesin diye tebdil-i kelime kelam eder ki idrak seviyesine göre okunsun. Tıpkı yaradan gibi.

Cesetlerimize ruhundan üfleyene şükürler olsun!

Şah-ı Merdan’ın ittiği kuyunun karanlığına güneşleri değişmeyenler var olsun!

“Şahıs”ı, “şahlanmak”tan türetip ayağa kaldıran, üzerine bastırmayanla demimiz “Bir” olsun.

Sahip-sohbet kökteş edip; “nefsini bilen Rabbin’i bilir” şiarıyla kendinle sohbet eden, Rabbi ile hemhal olanların, postu meraklısına kalsın;

lafzı bize ilham olsun…

*****

“Ben gizli bir hazine idim bilinmeyi seçtim” diyenin suretinden esinli kul!

Gizli 7 hazinenin bilinmeyi seçip uğradığı bir kitabı, sen de bilmeyi seçtiğinde,

şairin;

“sen bu Alem’i boş mu zannedersin

Her zamanın vardır bir peygamberi” dediği adamlarla çay içiyorsun,

Afiyet, bereket olsun…

******

(Sevgili Hüseyin Albayrak ve Post Yayınları’na minnetle…)