SEVİNCİNİ BULMAK

Halil İbrahim İZGİ
Mustafa Kutlu her yıl bir hikaye kitabıyla karşımıza çıkıyor. Kutlu'nun eserleri temel olarak Türkiye'nin omurgasını oluşturan halktan, halkın içinden çıkan çocuklardan, onların idealleri, hayalleri ve hayal kırıklıklarından besleniyor.

Sevincini Bulmak, diğer hikaye kitaplarından hacim olarak daha iri. Kutlu hikayelerinde naif şekilde geçmişle ve kendimizle hesaplaşıyor. Hatta bazen hızını alamayıp kendi kendisiyle münakaşa ediyor. Okullar açıldığında özellikle lise çağında yavrularımız Kutlu okumaya başlarsa hem Türkçenin keyfini süreceklerdir hem de Türkiye toprağına bir defa daha aşık olacaklardır. Hem de yüreklerine kök salan bir aşk olacaktır bu. Türkçenin dil lezzetinin nöbetçi aşçısı olarak Mustafa Kutlu’ya bu yeni kitabı için teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Güvercin mevzusu

Film festivallerini gezen iki güvercin filmi birden var. Biri Güvercin Hırsızları diğeri de Güvercin. Bu güzel hayvanı öyle severiz öyle severiz ki her yerde onun ismini anmaktan geri durmayız. İbn-i Hazm’ın Güvercin Gerdanlığı, Vizontele’deki Deli Emin’in taklacı güvercinleri… Saymakla bitmez. Belki en güzeli Yeni Cami önündeki mısır attığımız güvercinlerle, Eyüp Sultan avlusundakilerdir. Son olarak geçen Pazar günü sabah erkenden Saraybosna’da Başçarşı’da güvercinlere yem attım. Bazı Avrupa ülkelerinde gezerken güvercinler gelmesin diye istasyonlara, binaların kenarlarına sivri küçük teller yerleştirenler görmüştüm. Sanırım güvercin sevgisi biraz bize mahsus. Barışı simgeleyen bu şirin kuşun şehirlerimizde ve gönüllerimizde ayrı bir yeri var. Hep olsun.

Yolumuzu şaşırmak

Saraybosna’da tarihi mahallelerde her sokağın başında yeşil bir plaka ve üzerinde beyaz yazılar yer alır. Boşnakça ve İngilizce bu yazılarda sokağın isminin nereden geldiği anlatılır. İlk gördüğümde keşke bu yazılar içinde Türkçe de bulunsa demiştim. Sonrasında Amerikan yardım ve işbirliği kuruluşu USAİD’in İsveç Büyükelçiliği ile yaptığı ortak bir proje olduğunu öğrendim. İçimi bir hüzün kapladı. Bina restorasyonlarının yanında hayatın kılcal damarlarına nüfuz edecek zarif projelerle kültürel bağlarımız güçlense diye aklımdan geçti. Bosna Hersek’teki varlığımızın temel kanıtları yazılardır çünkü. İster bir cami kitabesi ister bir mezar taşı.

Mezarlarla yaşayan şehir: Saraybosna

Kadim şehirlerde, ölüm hayatın içindedir. Mezarlıklar, ötelere itilmez. Saraybosna’da bir yokuşu tırmanırken karşınıza heybetli bir mezar taşı çıkıverir. Durup bakar, belki okşarsınız taşı ve bir Fatiha gönderirsiniz mezarın sahibine. Drina Köprüsü’nün yazarı İvo Andriç Osmanlı mezar taşlarının yere gömüldükçe heybet kazandığını söyler. Rahmetli Alija’nın mezarı da işte bu sözü doğrular nitelikte Kovaçi Şehitliğinde yol arkadaşlarıyla birlikte her geçen yıl daha azametli bir görünüm kazanıyor.

Ölülerin dirilerle bu denli uyum içinde yaşadığı şehir az bulunur. Mesela, Saraybosna dışından gelenlerin gömüldüğü Alifakovaç sırtlarındaki Misafirlik Mezarlığı… Meraklısı için Bosna-Hersek’teki Osmanlı mezar taşlarını konu alan kapsamlı bir kitabın olduğunu da belirteyim. Nurcan Boşdurmaz’ın Bosna Hersek Mezartaşları isimli kitabını edinmek o kadar kolay değil. Baskısı tükenmiş bu kitaba sahaflardan erişebilirsiniz.

Cercelez Ali’nin evinde…

Gürz İlyas ya da Cercelez Ali ya da Alija Cercelez… Bosna-Hersek’in efsanelerinden biridir. Cüda romanını yazarken efsanelerini araştırmış ve kitabın sayfaları arasına koymuştum. Bu gözü pek yiğit tüm Boşnaklar arasında yüzyıllardır dilden dile anlatılan bir efsane. Hicri dokuzuncu yüzyılda yaşamış Cercelez’in evi, Saraybosna’da ayakta kalmış en eski sivil mimari örneklerinden biri. Kocaman bir kapının ardından girilen evi Safranbolu’daki veya Beypazarı’ndaki bir konaktan ayırt etmek imkansız. Eve girdiğinizde de Mutfakta servis yapılan kapı-pencereden merdivenlere varıncaya kadar tarihi hissediyorsunuz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sahip çıktığı bu tarihi konak Türkiye ve Bosna-Hersek arasındaki tarihi bağları gösteriyor. Sahip çıkmak ve efsane olacak yeni kahramanlara zemin sağlamak gerekiyor. İvo Andriç’in isminin duyulmasını sağlayan öykünün ismi de Ali Cercelez’in Yolu ismini taşıyormuş.

Kosova’nın araba plakaları

Kimlik, Balkanlarda en ciddiye alınan konu. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde birbiriyle çatışan kimliklerin hesaplaşması devam ediyor. Arnavut nüfusun fazla olduğu Kosova’daki Sırp iddiaları bölgeyi kana buladı. Kosova şu anda bağımsız bir devlet ve dünyanın birçok ülkesi tarafından tanındı. Kosova’nın kuzeyindeki Mitroviçe bölgesi etnik Sırp nüfusuyla farklı bir problemin kaynağı. Burada yaşayan Sırplar Kosova hükümetini tanımıyor. Sırbistan da Kosova’yı bir ülke olarak kabul etmiyor ve Kosovalıların Sırbistan’a girişleri ancak kimlik kartlarıyla olabiliyormuş. Sırbistan sınırından Kosova’ya giriş yaptığımızda korku filmini andıran karanlık bir yolda plakasız arabalar görüyorsunuz. İşte bu arabalar, Kosova hükümetini tanımayan Kosovalı Sırplar. Bölge matruşka gibi her meselenin göbeğinden yeni meseleler çıkarıyor.

Vuçiç’in ceketi 

Geçen hafta Sırbistan Başbakanı Vuçiç, Kosova’ya bir ziyaret gerçekleştirmiş. Ziyaret edilen bölge Mitroviçe’deki Sırpların yoğunlukta olduğu yerler. Vuçiç bu ziyaretine gecikmiş ve gecikme sebebini Tayyip Erdoğan’la görüşüyordum diyerek açıklamış. Tüm konularda anlaşılmıyor olsa da Sırbistan, Türkiye’nin kendisine bir muhatap olarak gösterdiği saygıdan etkilenmişe benziyor. Etkilenen tek şey bu değil elbette. Vuçiç, Tayyip Bey gibi ekose ceket giymeye başlamış. Dedikodular da almış başını yürümüş. Vuçiç seçimleri kazandığında basın “Kazandıran ceket” diye manşet atmış. Bunlar bölgedeki tüm gerilimlere rağmen Türkiye’nin güçlü olmasının herkesin menfaatine olduğunu gösteriyor. Barış Manço Ahmet Bey’in ceketi diye bir şarkı yapmıştı, şimdi Balkanlarda Tayyip Bey’in ceketi moda.

Yerin dibindeki Amerika

Saraybosna’dan Üsküp’e giden yolda yolumuzun üzerinde üç Amerikan büyükelçiliği gördüm. Büyükelçilikler geniş arazilere kurulmuş büyük yerleşkeler. Saraybosna’daki büyükelçiliğin ışıklarının gece sürekli yandığı söyleniyor. Herhalde gücün bir işareti de ışıkların yanık olması. Üç-dört katlı binaları görünce binaları mütevazi sanabilirsiniz. Oysa yerin altında ondan fazla katı olduğu söyleniyor. Saraybosna, Priştine ve Üsküp için durum böyle. Gezdiğimiz her yerde Soros bir hayalet olarak karşımıza çıktı. Tüm kararların nihai mercii işte bu Amerikan büyükelçilikleriymiş. Bizdeki elçi küstahlıklarının temelinde de Balkanlarda kazandıkları bu kolay özgüven olabilir mi? Sanmam. Türkiye’yi iyi okumuş olmaları gerekir, tıpkı bizim de Amerika’yı iyi okumamız gerektiği gibi.

Erbakan çok şugar

Üsküp’ün merkez belediyelerinden biri Şuta’yı Romanlar yani esmer vatandaşlar yönetiyor. Üsküp’ün kenarında yer alan bu mahalle irisi belediye dünya üzerinde Roman azınlığın yönettiği tek belediye. Çarşılarına misafir olduk, tüm esnaf malları Türkiye’den alıyor ve İstanbul’la sıkı ticari bağları var. Bir de pazarlarına misafir olduk. Bizim kapalı semt pazarlarından pek farkı yok. İçlerinden bazıları iyi derecede Türkçe konuşuyor. İstanbul’dan olduğumuzu öğrenince “buyur abicim ne vereyim” diye sohbete giriştiler. Bir diğeri “Aksaray, Aksaray” diyerek İlyas Salman’ın Çiçek Abbas’taki repliğini tekrarlıyordu. Yaşlı bir amca ise aynen şunu dedi: “Erbakan çok şugar.” Erbakan zamanında balkanlara yapılan yardımlar nedeniyle duyduğu minneti ifade biçimi buydu. Kağıda yazılıp çizilenlerden ötesi yüreklere nakşedilenler. Rahmetli Erbakan, Üsküp’ün Roman pazarında işte karşımıza böylece çıkıverdi.

Sarı üzüm, kara üzüm

Yaz ayları gelince hangi meyvenin mevsimi olduğunu otoyol kenarlarındaki satıcılardan anlayabilirsiniz. Manisa’dan geçerken kavun, Aydın’dan geçerken incire rastlarım hep. Hem üretici doğrudan satış yaparak para kazanır hem de yoldan geçenler toprağa biraz daha yaklaşır. Kosova otoyollarının kenarında üzümlere rastlayınca mutlu oldum. Saraybosna’da yol kenarındaki elma ağaçları dalları kırılacak kadar doluyken satılmıyordu ama Kosova’nın güzel üzümleri kasalara istiflenmiş şekilde sarı ve siyah renklere ayrılmış biçimde müşterilerini bekliyordu. Vakit biraz daha ilerleyince Mostar yolunda portakal zamanı gelecek. Allah’ın nimetlerini gözlerimizin önüne seren yol satıcılarına hayırlı bereketli kazançlar diliyorum.

İstanbul güzü, sanatın yüzü

Güz mevsimi İstanbul’a en çok yakışan zamanlardandır. Turistler memleketlerine döner, yeni İstanbullu öğrenciler gelir ve havalar hafiften serinler. Tenhalaşan şehir binalara girmeye başlar ve kültür sanat faaliyetlerinin de sezonu başlar. Önümüzdeki günlerde Turkcell’in Fizy Müzik Günleri, muasır sanatın İstanbul’daki adresi Contemporary İstanbul ve İstanbul Tasarım Bienali birbiri ardına ziyaretçileriyle buluşacak. İstanbul’u dünya ile irtibatlandıran etkinliklerin hepimizin hayatına yeni pencereler açmasını temenni ediyorum.

Üç kitapçı bir umut

Kitapçıların yok olmaya başlamasının şehrin kültür ortamını kuraklaştırdığından bahsetmiştim. Farklı kurumların bu alandaki hassasiyetlerinin susuzluğa bir nebze çare olduğunu da ifade edelim. İlki Üsküdar, Bağlarbaşı’ndaki İSAM Kütüphanesi’ni karşısındaki Türk Tarih Kurumu Kitabevi. Zaten ucuz olduğu halde bir de indirimli fiyata satılan kitaplar, akademisyenlerin sökün ettiği İSAM Kütüphanesi’nin tam karşısında meraklıları bekliyor. Açık olduğu saatlerin sınırlı olması dışında eleştirilebilecek yanı yok. Diğeri ise yine Bağlarbaşı’nda Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nin altında yer alan Kitap Kafe. Geniş kitap seçkisiyle yine önemli ölçüde indirim yapılan kitaplar öğrencilerin uğrak yeri. Beşiktaş’taki İş Bankası Şubesi bünyesinde yer alan İş Bankası Yayınları’nı da şehrin içinde ucuz ve nitelikli kitaplar sunduğu için şükranla anıyoruz. Hatırlatalım: Türk Tarih Kurumu ve İş Bankası Yayınları sadece kendi yayınlarını satıyor. Bol kitaplı günler.