SEZEN AKSU'NUN SON KEŞFİ: OKAY BARIŞ, BU ÇOCUK TÜRKİYE'YE FAZLA

Micheal KUYUCU 07 Nis 2019

Micheal KUYUCU
Tüm Yazıları
Başarılı yetenekli ve Türkiye müzik endüstrisinin standardının üstünde bir müzisyen.  Sezen Aksu her zaman yaptığını yaptı ve bu çocuğa kol kanat verdi.

Çok da iyi yaptı. “Artık Sevilmiyor Böyle” adlı albümünde diğerleri gibi avaz avaz bağırmıyor sakin bir biçimde şarkı söylüyor. Ağır bir tarzı var, sadece yorumcu değil sağlam bir mutfak adamı. Yurt dışına müziğin ham maddesini ihraç ediyor, yani ürettiği sesleri dünyaya satıyor. Sadece bu yönü bile onun ne kadar önemli işler yaptığını gösteriyor.

“Bardaklara vurarak müziğe başladım”

Küçükken çok yaramaz bir çocuktum. Annem arabaların altından alıyordu beni. Hatta beni ezmediler diye hepsine de teşekkür edermiş. 7 aylıkken evden kaçmışım sürüne sürüne. İlk olarak ben seslerle ilgiliydim. Bir gün eve yanlışlıkla kayıt alabilen bir kaset çalar geldi. Bardaklara vuruyorduk o zaman, ne bulursak onu yapıyorduk. Sonra kendi yaptığım bisikleti satıp yerine küçük bir keyboard aldım. Onun gelişiyle beraber o küçük ekrana bakıp bu cihazın büyümesi lazım derken olay doksanların başına kadar yani bilgisayara geçinceye kadar devam etti. Bilgisayarla müzik ortaya çıkınca “İşte budur” dedim ve daha büyük bir ekranda bir şeyler yapmaya başladım.

“Ürettiğim sesleri ilk Türklere dinletemedim”

Bir uygulama vardı ve ben o uygulama sayesinde yurt dışında olan bazı müzisyenlerin evine girebildim. Yazılımda Webcam açılıyordu müziğimizi paylaşıyorduk bu sayede yabancıları çalışma hallerini, cihazlarını kısaca hiç görmediğim şeyleri gördüm. Sonra ben de gittim bir kamera aldım ve ben de webcam açtım. F9’a basıp karşı taraftaki kişiye müzik dinletebiliyordunuz. Bu şekilde onlara yaptığım sesleri dinlettim. Yani ilk Türklere dinletemedim. Çünkü ilk müziğimi saz, bağlama ve gitarla yapmadım. Sentetik sesler ürettim, yaptığım sesler yurt dışına satıldı. Oradan para kazandım. Yurt dışına müzik dinletme hikayem bayağı sürdü. Bu sıralarda bu çalışmam evimde devam ederken, bir yandan da Türkiye’de çalışmadığım çok az ünlü var. Nerdeyse hepsine çaldım.

“Herkes yurt dışından ses alırken, ben yurt dışına ses satıyorum”

Yurt dışında hazır bir ses bir ritim şablonu proje olarak satıyorlar bunlara template deniyor, siz bunları satın alabiliyor ve düzenlemelerinizde kullanıyorsunuz. Benim yaptığım işi yapan arkadaşlar ve ben, bir şey çaldığında onun template olup olmadığını hemen anlarız. Ama ayıp olmasın diye ses de etmeyiz. Bu template konusu bütün ülkeyi karıştırdı. Herkesten “Tüm müzikler birbirine benziyor” lafını duyuyorum, çünkü bu satılan templateler aynı. Şimdi her taraf onlarla doldu ve bu sefer dinleyicinin kafası karıştı. İşte herkes bu şekilde yurt dışından ses alırken ben yurt dışına ses satıyorum. Bir gün İsviçre’de konsere gittik. Bir adam bana “Bak bende böyle sesler var” diye hava attı. “O datayı yüklüyorsun ya, onlar Okay Barış’ın sesleri” dedim. Yani benim seslerimle bana hava atıyordu.

“Sezen Aksu’yla Aykut Gürel sayesinde tanıştık”

Ben 10 şarkıdan oluşan bir albüm hazırladım ve bu albümü de yıllardır tanıdığım Aykut Gürel’e götürdüm. Şarkıların içinde bir tanesi Levent Yüksel’in “Kadınım” şarkısına cevaben yazdığım bir şarkıydı. Aykut abi bunu dinleyince “Sen benim kiminle çalıştığımı biliyor musun? Ben Sezen Aksu’nun aranjörüyüm ve bu şarkının sahibi de Levent Yüksel değil Sezen Aksu” dedi. Kafamdan aşağıya kaynar sular boşaldı. “Bunu Sezen’e dinleteceğim” dedi. “Yapma, etme” derken dinletti. Sezen de muhalefet olanı severmiş. Aykut Gürel “Gel bu albümü sana yapalım, bizim konserlerde de çıkarsın” dedi. 6 tane konser var biri Bodrum, 5 tanesi Harbiye Açıkhava. Ben 3-5 kişi bana bakınca elimi kolumu nereye koyacağımı şaşıran adam olarak, o kalabalık sahnelerde yer aldım. Bir tarafta mutfakta versiyonlar yaparken, işin sahnesi de oldu ve böyle bir başlangıç oldu.

“Başkasının şarkısını okumak taşıyıcı annelik gibi”

Son 3 yıldır Sezen Aksu’nun stüdyosundayım. Bana da bir oda verdi sağ olsun. Bu 3 yıllık çalışma süresinde yeni yapılan sıfır Sezen şarkılarını birinin söylemesi gerekiyordu, o da benim görevim oldu. Yapılan şarkılar benim okuduğum demolarla birçok kişiye gönderiliyor. Ben şarkıları okurken bana yakıştırmış Sezen Aksu sağ olsun, bana “Gel sana albüm yapalım” dedi. Ben de kendi şarkısı olan kişi çıksın kafasındaydım. Başkasının şarkısını okumak taşıyıcı annelik gibi bir şeydi benim için. Herkesin şarkısı kendine kafasındaydım. Önce bir şaşırdım “error” verdim, “mavi ekran” oldum. “Tamam” dedim. Bu şekilde başladık ve “Artık Sevilmiyor Böyle” albümüm yayınlandı. 

“Albümü ilk dijital olarak yayınladık”

Albümü ilk dijital platformlara sunduk. Artık CD yazan makine üretilmediğine göre CD okuyucular da neyi okuyacaklar? CD artık kaset gibi retroya doğru gidiyor. Ama İstanbul dışında çok fazla CD çalar kullanan insanlar varmış. “Okay Barış şuradaki müzik markete geldik neden yoksun?” diye kızıyor insanlar. Üretilmedi de ondan yok dedim. Fazla istek gelince “Tamam basalım” dedik. Kapağı da kendim tasarladım ve albümü CD olarak da yayınlama kararı aldık.

“Ben aslında tenorum”

Ben aslında tenorum. Bu albümde duyduklarınızın oktavı da var. Bu halim Sezen Aksu’nun dokunuşu. Bu pes ses daha etkili. Senelerce bağırıldı bu ülkede. Bu hikayeler bu oktavda anlatılırsa daha güzel. Pesten söylediğinizde sesi tutmanız zordur. Oktavdan söylediğinizde ise sesi tutmak daha kolaydır. Burada ses dalgalanıyor, bu yüzden kontrolü zordur. Çıktığın mekanda kendini duymazsan o mekana kimse girmek istemez. Bağırılan şey sık sık dinlenecek şey değildir. Sürekli bağıran bir insan ne derse desin, kimse onu dinlemek istemez.  Ben ondan albümümde şarkı söylerken bağırarak şarkı söylemedim.

Bu diziler var ya diziler…

Başımızın tatlı belası olan dizilerin topluma olan zararları artık ciddi ciddi açığa çıkmaya başladı. İnsanlar bu dizilerin toplumu yani bizi, sizi, beni hepimizi nasıl zehirlediğini anlamaya başladı. Bunda tabii ki medya ve akademisyenlerin gerçekleştirdiği araştırmaların da rolü çok büyük. Bu araştırmalardan biri de sektörle her daim iç içe olmayı bir prensip haline getiren İstanbul Aydın Üniversitesi’nin Yeni Medya Bölümü öğretim görevlisi Dr. Nur Emine Koç’un yaptığı araştırma. Emin Koç, diziler sayesinde mekan basan, silah taşımayı maharet sanan, racon kesen bir nesil türediğini söyledi. “Televizyon dizileriyle, özellikle gençleri eğitimden yoksun bir gelecek hazırlamaya, toplum dönüştürülmeye çalışılıyor” yorumunu yapan Dr. Nur Emine Koç, “Dr. Nur Emine Koç, "Sübliminal olarak eğitimi destekleyici mesajların içermediği, legal olmayan yollarla ya da zengin birine âşık olarak da çok başarılı olunabileceğinin vurgulandığı diziler ağırlıkta. Dikkat ederseniz yıllardan beri değişmeyen, parasal durumu iyi olmayan ve okumayan bir kız, zengin bir eş bulsun her şeyi olur, zengin olur, başarılı olur mesajı veriliyor. Kadınlar dizilerde sürekli evde oturuyor, yemek pişiriyor, çalışıyorsa asla yönetici yapılmıyor. Her zaman geri planda tutuluyor. Bunun haricinde gençler şiddete yönlendirilerek mafyatik dizilerle adaleti kendilerinin sağladıkları düşündürülüyor" diyerek dizilerin toplumu nasıl etkilediğine vurgu yaptı.

Buna kesinlikle katıldığımı ve altına bin kez imzamı attığımı söylemek istiyorum. Bu dizilerin topluma ve gençlere verdiği mesajlar aslında gizli bir virüs gibi organizmalarımıza yayılıyor. Oradaki pembe hayat, bilinç altımıza giriyor ve sonrasında gerçek hayattan kopup gidiyoruz. Koç, buna önlem olarak “Medya okuryazarlığı zorunlu ders olmalı” önerisinde bulunmuş. Buna ben de katılıyorum. Yanına da bir şey eklemek istiyorum. Medya okuryazarlığı dersini öylesine sıradan bir ders gibi değil bir “bilinçli medya tüketicisi” yaratacak biçimde formatlamak lazım ki bu diziler insanların beynini zehirlemesin.

Yurt dışı doktoralı hoca çare mi?

Üniversitelerin web sitelerini sürekli takip ediyorum. Yaklaşan tercih dönemi ile beraber para karşılığı eğitim veren vakıf üniversiteleri kendilerini pazarlamaya ve rakiplerinden daha iyi olduklarını anlatacakları dönem de yaklaşıyor. Üniversiteler kendilerini öğrenci ve ailelerine pazarlamak için değişik stratejiler geliştiriyorlar. Bunları şaşkınlık içinde izliyorum. Benim bu üniversitelerde çalışan akademisyenlerden farkım 25 yıllık sektör tecrübem nedeniyle özellikle medya ve iletişim – işletme alanlarına oldukça hakim olmam. Yani alanı avucumun içi kadar biliyorum, onun için onların sektöre yetiştirdikleri öğrencileri de izliyorum. Neyse beni boş verin, konumuz bu değil. Konumuz paralı eğitim veren üniversiteler. 

Geçtiğimiz gün MEF Üniversitesi’nin internet sitesini gezdim. Çok hoş bir internet sitesi yapmışlar, zevkle gezerken bir şeye takıldı gözüm. Sitede yer alan tanıtım bölümünde “Akademisyenlerimizin yüzde 50’den fazlası Yurt Dışı Doktoralıdır” yazıyordu. Bunu neden yazdıklarını anlamadım. Düşünüyorum da benim çocuğum olsa bu cümleyi okusam “bana ne” derim. Hatta bir adım ileri gider uzak bile kalırım.

Üniversitelerimizin bir bölümünde bir yabancı hayranlığı var. Bunu sunarken de tezleri “biz dünyaya insan yetiştiriyoruz” oluyor. Buna kendileri de inanıyorlar mı bilmiyorum. Türkiye’yi hallettiniz de sıra dünyaya mı geldi, diye sorasım geliyor. Bu stratejilerini yaparken de adı ne olursa olsun, niteliği ne olursa olsun bir şekilde yurt dışında eğitim alan insanları kadrolarına alıyor ve kendilerini bu özellikleriyle pazarlıyorlar. Bu pazarlama bir işe yarıyor mu? Bana sorarsanız sadece algı yapıyor. Dünyanın en iyi üniversiteleri arasında yer alan Türk üniversitelerinin çoğu devlet üniversitesi onların akademisyenlerinin de büyük bir bölümü Türkiye doktoralı. Bu listeye giren paralı eğitim veren üniversiteler içinde Koç – Sabancı -  Bilkent gibi üniversiteler var ama onların da akademisyenleri karma. Hiçbiri çıkıp “benim akademisyenlerimin yarısından fazlası yurt dışı doktoralı” diye bir özenti iddiada bulunmuyorlar. Bu Türk akademisyenine de saygısızlık. Yurt dışında eğitim alan akademisyenlerin Türkiye’de eğitim alan akademisyenlerden daha başarılı olduğuna dair bir veri var mı elinizde ey özel (vakıf) üniversiteleri? Bunu müşteri pardon öğrenci çekmek için yaptığınızı hepimiz biliyoruz. Tamam müşteri çekin, işiniz bu ama biraz da mantıklı yapın bunu. Benim size tavsiyem: Yurt dışında doktora yapan akademisyenleri zaten yurt dışı bırakmaz, allem eder, kallem eder onları tutar. Burada asıl konu şu: Siz yurt dışında ders veren, yurt dışında konferanslara katılan ve yurt dışı ile bağlantılı işler yapan akademisyenleriniz var mı? Varsa onları pazarlayın. O zaman size “tamam” diyeceğim. Yoksa parası olan herkes yurt dışında doktora yapabilir, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi.

Ömür Gedik ‘Paramparça’ geldi

Müzik kariyerinin 10’uncu yılını kutlayan Ömür Gedik, yeni single çalışması ‘Güneş Seninle Doğar’ı müzik marketlere sundu. Şarkısının Özgür Yıldız tarafından çekilen klibinde sinema ve dizi dünyasının yakından tanığı ödüllü iki oyuncu Ümit Okur ve Tolga Yüce rol aldı. 

'007 Ferhat Bond' vizyonda

 Ferhat Göçer'in yaralanmak pahasına olsa da dublör kullanmadığı ve yürekleri ağızlara getiren aksiyon sahneleriyle dolu klipi “Sensin” yayına girdi. Ambulans ve jandarma eşliğinde trafiğe kapalı alanda, Çatalca'da gerçekleştirilen ve üst düzey güvenlik önlemleri alınarak yapılan çekimden sonra Ferhat Göçer “Darmadağın oldum ama değdi, bugüne kadar yaptığım en fiyakalı klip oldu.” dedi.

Kıraç’tan muhteşem bir cover albüm

Kıraç, beş yıllık albüm suskunluğunu, hayranlarının yıllardır beklediği arşivlik bir projeyle bozdu. Ünlü rock’çının repertuvarının en kıymetli yerinde duran şarkıları büyük bir heyecanla seslendirdiği ve titizlikle hazırladığı yeni albümü ‘Beni Ben Yapan Şarkılar” albümünde Kıraç  ‘Gülpembe’, ‘Aldırma Gönül’, ‘Tamirci Çırağı’, ‘Resimdeki Gözyaşları’, ‘Aynalar’, Erkut Taşkın’ın romantik şarkısı ‘Beyaz Ev” gibi şarkıları coverladı.