ŞİDDETİN ADI YOK!

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Şiddetin sınıfı olmaz, dedikten sonra yukarıda birinci sıradaki sebebin bir anlamı kalmıyor.

10 Kasım’daki “medya imâlatı” geçici ve seçim yatırımlı “heykele saldırı”, “yeni ilah” ve benzeri haberlerle gündem değiştirilmeden önce, çok daha cıvık zeminli gündem konumuz vardı. Hukûkî zemine havâle edildiği için daha inandırıcı hâle getirilen bu haberlerin merkez kavramı “şiddet” idi. İddia edilen ve hukûkî süreci başlatılan bu şiddet olay, sanki nâdir bir olaymış ve sâdece belli bir kişinin başına gelmiş gibi gündem hâline getirildi. Bunun birçok sebebi var.

Birincisi, iddia edilen şiddet, iki ünlü kişiyi konu almaktaydı. İkincisi, iddia edilen şiddetin yönü erkekten kadınaydı. Üçüncüsü, şiddet gördüğünü (küfür edildiğini, yerlere sürüklendiğini) iddia eden kadının siyâsî görüşü gündem oluşturmaya ve belli bir kesimin destek vermesine uygundu.

Sondan başlayalım. Şiddet gördüğünü iddia eden kadının siyâsî görüşü muhalif tarafta olmayı, yâni hükûmet karşıtı veya daha açık ifâde ile “Tayyip düşmanı” olmayı işâret ettiği için destek veriliyorsa, aylarca birlikte olduğu ve kendisine şiddet uyguladığı iddia edilen erkek de her hâlde ona yakın bir siyâsî görüştedir. Yâni aralarında “süper liberal” bir zemine oturan, aşırı uçların birbirini çektiği bir ilişki olması gerekir. İlişkinin kişilerarası siyâsî durumu ne olursa olsun, şiddet gördüğünü iddia eden kadının Gezi Olayları sırasında Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili yaptığı paylaşımların gösterilen destekte payı olma ihtimâli var olabilir.

Diyeceksiniz ki, peki Âile Bakanı niye aradı? Ee, dün dündü, bugün bugündür; siyâset böyle bir şey. Gönül isterdi ki, sayın bakanımız taraf durumuna geçmek yerine, her iki tarafı da arasın. Neyse oldu bir kere!

Tersten devam edip ikinci sebebe bakalım. Danışmanların tavsiyelerini bir tarafa koyarsak, belki de sayın bakanı harekete geçiren şey, bir kadın bakan olarak bir kadının şiddet görme iddiasıydı. Yâni bir bakan olarak değil ama bir kadın olarak aramış olabilir. Ama yine de erkek tarafını da dinlemeliydi. Neticede sayın bakanımız, sâdece kadınların bakanı değil.

Şiddetin tek yönü yok

Mesele burada kalmıyor. Toplumdaki şiddetin yönü sâdece erkekten kadına değil. Keşke hiç olmasa ama erkekten kadına, erkekten erkeğe, kadından kadına ve kadından erkeğe şiddete şâhit oluyoruz. Hatta yaşın da bir önemi yok; çocuktan çocuğa şiddet bile maalesef normalleşmiş durumdadır. Meselenin püf noktası da burada yatıyor. Biz toplum ve medya olarak şiddeti sınıflandırıp sâdece “erkeklerin kadınlara uyguladığı şiddet” üzerinden yürürsek, kavramsal olarak ortaya çıkardığımız diğer şiddet türlerini önemsememiş oluyoruz. Hatta sessiz kalarak bir kabul gösterme hatâsına da düşüyoruz.

Medya, şiddet haberlerini “haber değeri taşıma” özelliği ve reyting önceliği ile ele alırken, temel sorumluluklarının başında gelen “halkı bilinçlendirme”yi de unutmuş veya üzerinden atmış oluyor. Erkekten kadına yönelik şiddet ile algı kurgusu yapılırken, erkeğin gözüne kestirdiği başka erkeğe şiddet göstermesi gözden kaçıyor. Ya da kadının başka bir kadına hatta gözüne kestirdiği erkeğe gösterdiği şiddet haber olmuyor. Kısacası çözümü şiddette arayanlar, gücünün yettiği herkese şiddet uyguluyor. Olan, erkek ya da kadın olsun, güçlüye karşı kendini koruyamayan güçsüze oluyor.

“Kadına şiddete hayır” demek çözüm değil

Bunca haber, bunca kamuoyu ve eyleme harcanan enerji, aslında bir enerji kaybıdır. Kaybedilen bu enerji ile şiddet kavramı beslenmiş oluyor. Kimden kime olursa olsun, şiddet sınıflandırılmadan gündem yapılmalıdır. Şiddet, kadın merkezli çözülecek bir sorun değildir. Çoklu merkez düşüncesi hâricinde her çaba, sorunun reklamını yapıp normalleştirmeye hizmet etmektedir. Erkeğin karısına ya da kız kardeşine gösterdiği şiddetin hemen yanında, annenin kızına ya da oğluna; ablanın erkek ya da kız kardeşine uyguladığı fiziksel ya da psikolojik veya sözlü şiddet, kaynağı bilinmeyen bir dokunulmazlık zırhına bürünmektedir.

Ya ünlü şiddeti?

Şiddetin sınıfı olmaz, dedikten sonra yukarıda birinci sıradaki sebebin bir anlamı kalmıyor. Ama haber olması açısından bakabiliriz. Şiddet uyguladığı iddia edilen ve yargısız infâza mâruz kalan erkek tarafı, iddialara hukûkî süreçle karşılık verme yolunu tercih etti. Bence atılan çamuru maalesef temizleyemeyecek ama doğru olanı yaptı. Ayrıca böylece sayın bakanı da mahcup etti ve “Siz sâdece kadınların değil erkeklerin ve herkesin bakanısınız” demiş oldu. Ayrıca şimdilik gündemden düşse de şiddet haberlerinde sıradan insanlar, sayın bakandan benzer konularda adım atmasını bekleme hakkını elde etti. Demem o ki, her şiddet gören, sayın bakandan telefon bekleyecek.

Şiddet oldu ya da olmadı. Erkek tarafı haksızlığa mâruz bırakıldı ya da bırakılmadı. Bu soruların cevâbını hukuk verecek. Ama ortada bir mağduriyet varsa, bu da “ünlü olmanın yan etkisi”dir. Bir taraf, bu yan etkiyi “sesini duyurma” adına avantaja çevirirken, diğer taraf ise “yargısız infaza mâruz kalma” olarak dezavantaj yaşamaktadır. Yâni, hamama giren terler, durumu.

Kadının adı var mı?

Yazının başlığı aklınıza Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” adlı kitabını getirmiştir. Türkiye’de feminist ideolojinin yanlış yerleşmesine sebep olan, bir zamanların popüler kitabı, kadının adının “yok”tan alınıp “şiddet”e getirildiği sürecin başlangıç noktasıdır. Kitabın yayınladığı 1987’den bugüne geçen sürede, maalesef fazla bir mesâfe alınmış değildir. Yüzlerce kadın kuruluşu ve STK, kadın bakanlar ve belediye başkanları, hatta kadın başbakan gören ülkemizde kayda değer bir gelişme olmamıştır.

Türkiye’de feminist ideoloji, “maço feminizm” tuzağına düşürülmüştür. Atılan taş ürkütülen kurbağaya değmiyor. Olan hâlâ kadına ve güçsüze oluyor. Kadın, hâlâ birilerinin menfaat malzemesi ve reyting garantili haberlerin dolgu maddesi olmaya devam ediyor.