SOSYAL DÖNÜŞÜMÜN HAFRİYATI ALTINDAKİ YENİ YAPI

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
İki kutuplu dünya düzeni yıkılıp tek kutuplu dünya düzeni kurulalı beri bozulan denge bir türlü kurulamadı.

Yazacak o kadar şey var ki, bu gazetenin bir tam sayfasına her gün yazsam yine yetmez. Toplum büyük bir kısmı lime lime olmuş, tel tel dökülüyor. Ele gelen tarafını bulabilene aşkolsun. Sanki 18. yüzyılda yaşanan büyük toplumsal değişim sırasındaki dağınıklığı andıran bir manzara var. Gelecek muğlak, geçmiş ise geleceğe ışık tutmuyor. Ama tuhaf olan şu ki, Sosyoloji biliminin kurulmasına sebep olan o zamanki toplumsal karışıklık çözüm bekliyordu, arayış içindeydi. Toplum, sunulan çözümlere kabul göstermeye hazırdı. Oysa ki, şu anda büyük bir çoğunluk sâdece şikâyet ediyor. Üretilen, teklif edilen, uygulama belirtileri yavaş yavaş ortaya çıkan çözümlere sıcak bakan nerdeyse yok. Câhil cesâretindeki tezata benzeyen tuhaf bir “bilgili korkaklık” var. Çözüm üretmeye zahmet edenler ise meşgul oldukları için ortalıkta gözükmüyorlar. "Şükrederek sorunları halledemeyiz" diyenler, şimdi şikâyet ederek çözüm bulunacağını zannediyor. Çözümü lânet okuyup küfrederek bulmak gibi bir hayâle kapılanlar ise hiç de az değil.

İki kutuplu dünya düzeni yıkılıp tek kutuplu dünya düzeni kurulalı beri bozulan denge bir türlü kurulamadı. Bu dengesizlik en sağlam zeminli toplumları bile sarstı, yapılarında çatlaklar, göçmeler oluşturdu. Sosyal depremlerin sıklığı arttı. Artçı depremler esas deprem kadar etkili oluyor. Artık sarsılmak değil, sarsılmamak, istikrarlı olmak dikkat çekiyor. Hatta durağanlık, daha büyük felâketin habercisi olarak, fırtına öncesi sessizlik gibi algılanıyor.

Bu hafriyat zor kalkar

Yerel şartlardan örnek verelim. Büyük şehirler başta olmak üzere, kentsel dönüşüm ülkemizin uzun vâdeli bir gündemi hâline geldi. Yeni yerleşim alanları bir tarafa, mevcut yerleşim alanlarındaki bina varlığı, zamânındaki kalitesiz malzeme kullanılması sebebiyle, ekonomik ömürlerini doldurduğu için yıkılıp yenileniyor. Buna kentsel dönüşüm diyoruz. Aslında gecekondu tarzıyla yapılan binâlar, yenilendiği için “kente dönüşme” demek daha doğru olabilir.

Yıkımlar sırasında ortaya çıkan hafriyat ise başka bir çevresel sorun oluşturuyor. Durumu fırsat bilip müteahhitlik yapmaya kalkanların ise birçoğu devâmını getiremediği için yıktığı binânin hafriyatını bile kaldırmadan kayıplara karıştı. Hemen her mahallede yıkılan ama yerine yeni binâ yapılamadığı için, otların büyüdüğü arsalar var.

Fizikî bir hacmi olduğu için bu hafriyata çözüm bulmak zor da değil. Birkaç kamyon, bir kepçe işi halleder. Ama tel tel olmuş toplum yapısı içinde, oturması sakıncalı binâlar gibi, birçok kişi var. Dışarıdan bakınca yürüyor, konuşuyor, yiyor, içiyor. Binâların kolonlarındaki çatlaklar gözle görüldüğü için o binâlar, yıkılmasa bile mühürleniyor. Ama aynı şeyi toplumu oluşturan insanlara yapmak mümkün değil. Onlar hiçbir şey yokmuş gibi sosyal hayâtın içinde var olmaya devam ediyorlar.

Depremde hasar alan binâlar gibi, kısa ve uzun vâdeli sosyal sorunlardan hasar alan bireyler, şikâyet ederek kurtulmaya çalışıyorlar. Bu, “ama bu binânin altı kayalıkmış" deyip binânın çürüklüğünü kabûl etmemekten daha ağır bir sosyal yük getiriyor. Bireyler, kendi kendilerini terk edip yenileyemeyecekleri için, kendi içlerinde bir sağlamlaştırmaya gitmeleri gerektiğini kabûl etmek istemiyorlar. Kendi ruh binâlarını yenilemeye, hayâta bakışlarının güncellemeye cesâretleri yok.

Birçok şehir, son elli altmış yıl içinde yeniden kuruldu. 2. Dünya Savaşı’nda yerle bir olan Alman şehirleri bunların başında geliyor. Ama bu şehirlerdeki toplumsal yapı sağlamdı ve ruhsal açıdan moloz yığını hâline gelmediler ve hafriyat oluşturmadı. Fizikî hafriyâtı kaldırmak ise uzun sürmedi. Ama artık durum o kadar da ümit vaad edici değil. Sosyal hafriyatın küresel bir sorun olduğunu Kovid-19 salgınının başlarında, ülkeden ülkeye ihracatlarda el konulan maskelerde gördük. Bu kadar basit bir şeye tenezzül etmek, durumun vahâmetini anlamak için yeterlidir.

Ülkemizde ise ikinci kapanmanın bittiği gün (17 Mayıs) sokakların hâli, sorunun bizdeki boyutlarını gösterdi. Salgının ne kadar devam edeceğini kimse düşünmek istemiyor gibiydi. Sanki herkes sokağa çıkarken, kapanmanın bitmesiyle dışarıda cenneti görecekmiş gibi çıkmıştı. Kulak misâfiri olduğum hiçbir konuşma, hastalıkla ve salgın ile ilgili değildi. İlk kapanmanın ardından “Hayatta neyin önemli olduğunu gördük; sağlık ve arkadaşlık her şeyden önemlidir” söylemleri sanki yayından kaldırılınca unutulan bir dizi repliği hâline gelmiş durumda. Salgın, uzaktan yakından herkese dokunsa bile, herkes sokakta sevmediği biriyle karşılaşınca başını başka tarafa çevirircesine umarsız bir tavır içinde.

“Sanayi Hânedanı” dibe vurdu

Sanayi devriminin oluşturduğu düzen dibe vurdu. Modernizmin yanlışlarını, “post modernizm” kavramını bulmak da düzeltemedi. Yaşanan yıkımın ardında, oturması sakıncalı ama alternatifi olmadığı için terk edilemeyen ve içinde yaşamaya devam edilen binâlar var. Buna ne kadar "yaşamak" denirse!

Sanayi devrimiyle kurulan hânedan, aynı hânedanın “yazılım", "bilişim" gibi halefleriyle devam etti. Ama artık bu hânedânın sonu geldi. Mızrak çuvala sığmıyor. Küresel boyutta oluşan sosyal hafriyat kaldırılırken, farklı coğrafyalardaki ulusal boyutlarda kendi çözümünü ortaya çıkaracak. Her felâketin fırsatı da peşinden getirdiği gibi, yıkım yeniden inşânın ilk adımı olacak. Bu doğanın kânunu gibi kaçınılmaz bir süreçtir. Elbette “Sanayi Hânedanı”nın menfaat çevreleri kolay teslim olmayacak. Zira mevcut yapı, onların varlığını değerliymiş ve mutlakmış gibi gösteriyor. Nitelik değil nicelik ön plânda tutuluyor. Kitle üretiminde sayıya verilen önem, insanın niteliğini de arka plâna itti. Ama onlar da artık sistemin kendini taşıyamadığını ve yıkılacağını görünce, altında kalmamak için, yıkıma râzı olacaklar. Yıkımın en bâriz belirtileri Filistin’deki son olaylar sırasında, medya binâlarının yıkılmasına rağmen, sosyal medyanın kontrollerinden çıkmasıdır. Sistemin yozlaştığını görenlerin sayısı giderek artmakta ve kar topu büyümektedir.

Yeni yapılanma ve çözüm

Çoğunluk, sırtını gerçeklere ve çözüm arayışlarına çevirip kafasını duvara dayayarak şikâyet ederken, az ama keyfiyet sâhibi bir azınlık, farklı mevzi ve coğrafyalarda motif motif yeni yapılanmanın ilmiklerini atmakta, yeni yapılanmanın gövde duvarlarını tuğla tuğla örmektedir. Bu yapının tanımını yapmak, ismini koymak için henüz çok erkendir. Hatta bunu yapmak doğru değildir. Yapı ortaya çıkınca adını da kendi koyacaktır. Bu biraz da târihçilerin, sosyologların, antropologların işi olacaktır. Aranan çözüm ortaya çıktıktan sonra adı ne olursa olsun, bundan fayda sağlayan insanlık olacak ve “nur” kemâle doğru biraz daha yaklaşacaktır.